1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Üretim yapamıyorsan vay haline...

Amerikan Federal Hükümeti ekonomiyi yeniden canlandırmak için her bir Amerikan vatandaşına 600 dolar tutarında bir parayı dağıtmayı karara bağlamış.



Marc Faber adlı işadamı bunun üzerine mizahi bir çağrı yayınlamış:

"Benim sevgili Amerikalı vatandaşlarım

Eğer bu parayı Wal-Mart'da (Alışveriş merkezi) harcarsak, para çin'e gidecek...

Eğer bu parayı benzin almak için harcarsak, para Araplara gidecek.

Eğer bilgisayar alırsak, para Hindistan'a gidecek...

Eğer sebze, meyve alırsak para Meksika'ya, Honduras'a ve Guatemala'ya gidecek.

Eğer bir araba almayı düşünürsek bu para Japonya veya Almanya'ya gidecek.

Eğer hediyelik bir şeyler alırsak para Tayvan'a gidecek...

Sonuçta bir kuruşu bile Amerikan ekonomisi için yarar sağlamayacak.

Bu parasal yardımı Amerikan ekonomisi içinde tutmanın tek yolu, parayı bira ve fahişelere harcamaktır.
Sadece bu iki sektörde ulusal üretim yapabilmekteyiz.

Ben kendi adıma bu yolda faaliyet gösteriyorum.."


***

Bu mizahi çağrıyı okuyan bir İtalyan ekonomist şöyle bir yanıt verir:

"Sevgili Marc,

Amerika'nın iktisadî durumu gerçekten pek iç açıcı değil.

üzülerek bildiriyorum ki, Budweiser bira fabrikasını da çok uluslu bir Brezilya şirketi olan Ambev satın aldı.

Böylece Amerikalılar için yalnızca fahişeler kalmış oluyor.

Eğer fahişeler de kazandıkları parayı çocuklarına göndermek isterlerse, bu para doğrudan buraya yani Roma'ya gelir...
Bilgine…"


 


Yazı hoşumuza gittiği için köşemize aldık.


 


Vermek istediğimiz herhangi bir mesaj falan yok…


 


Ancak…


 


Yine de yazıyı okuduktan ve köşemize almaya karar verdikten sonra kıssadan hisse olarak “ülkelerin kendilerine ait, ürettiği, özellikle de stratejik önem arz eden bir şeyleri mutlaka olması gerekir.” Diye de düşünmedik değil hani…


 


,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Her şey sıra kendine gelinceye kadar kötü…


Adam siyasi partinin bir üyesi…
Her ağzını açtığında Parti içi demokrasiden söz etmeden geçemiyor.
Hemen her fırsatta, demokrasinin uygulanmıyor olmasından yakınıyor.
Genel Başkan cuntası olduğunu söyleyip, genel merkez baskısından yakınıyor…
-"Herkes seçimle gelmeli. Seçimle gitmeli" diye neredeyse avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Gün geliyor, hasbelkader sıra bir şekilde ona geliyor.
O güne kadar eleştirdiği genel başkan ve genel başkanın talimatıyla bu kez kendisi koltuğa bir güzel oturuyor…
Hem de…
önceden söylediği o sözleri sanki kendisi söylememişçesine ve hiçbir utanma emaresi taşımadan;
-"Partimin verdiği görevden kaçmam mümkün değil" diyebiliyor üstelik.
Tepeden indiği hatırlatıldığında ise;
-"Ne yani? Verilen görevi kabul etmese miydim?" diye bir de pişkin pişkn üste çıkmaya çalışabiliyor.
Anlayacağınız…
Her şey, sıra kendine gelinceye kadar kötü…
Başkası olduğunda atamayı gayrı meşru sayıp, kendisi olduğunda aynı atamayı meşru hale getirebiliyor.
Kısacası…
Bir koltuk bulduğunda, hemen herkes geçmişi unutuveriyor bu ülkede…


Koltuk geçmişi de geçmişte söylenenleri de anında unutturuveriyor.
Tıpkı bir hastalık gibi…
Bu hastalık uzun yıllardır devam ettiğine göre…
Bizim ülkemizde ki siyasetin Hasta olmadığını söylemek mümkün mü?
Koltuk yokken söylenenlerle, koltuğa oturulduğunda söylenenler ne zaman aynı olursa, siyaset hastalıktan kurtulacaktır.
Aksi takdirde…
Hastalıklı siyasetin bu ülkeye gelecekte verebileceği maalesef pek bir şey olmayacak…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Ahlakın yoksa…


 


İki milyon kişi protesto gösterisi yapıyor.


öylesine kalabalık ki koca cadde olabildiğince insanla kaplanmış vaziyette.


O arada bir siren sesi duyuluyor.


Belli ki ya ambulans ya da itfaiye aracı geliyor.


O protestocu mahşeri kalabalık bir anda orta yerde bir koridor açıveriyor anında.


Gelen ambulans geçip gidiyor göstericilerin arasından…


Ambulansın geçip gitmesinin ardından göstericiler yine koca caddeyi kaplıyor…


xxx


çalışanların mesaisi 8 saat. Fakat bu saatlere uyan yok.


Her bir çalışan, karşılığında mesai falan da almadan en az 10-12 saat, hatta daha fazlasını çalışıyor.


Hükümet bakıyor bu durum çalışanlar üzerinde bedensel ve ruhsal sıkıntı yaratmaya başlamış, derhal bir zorunluluk getirerek çalışanların fazladan çalışmasını yasaklıyor.


öte yandan, hafta sonu da dahil olmak üzere çalışanların tatil yapmıyor olması da yine yasaklanarak, çalışanların tatil yapmaları zorunlu hale getiriliyor.


xxx


Bir yıl içinde sokakta bulunan ve devlet görevlilerine teslim edilen para miktarı 35,5 milyon dolar civarında. Bu paranın 25 milyon dolara yakını kaybeden sahipleri bulunarak teslim ediliyor. Geriye kalan bölümü, sahibi bulunamadığı için parayı bulup getirene veriliyor. çoğu bunu kabul etmediği için para mecburen devlete kalıyor.


xxx


Bu örneklerin tümü, tahmin edeceğiniz üzere Japonya’dan.


Yani…


Ahlak’ın en iyi uygulandığı ve nesilden nesile aktarılarak özenle sürdürüldüğü ülkeden.


Japon halkının büyük bir bölümünün herhangi bir dine mensup olmadığı sık verilen bir örnektir.
Hatta…


Herhangi bir dine mensup olmamasına rağmen nasıl bu denli ahlak kurallarına bağlı kalabildikleri sürekli sorgulanır.


Aslında bu sorgulamanın cevabı son derece basittir.


Zira…


Japon ahlakının temeli, günah ve günah anlayışından kaynaklanan korkuya değil, çevreden utanma duygusuna dayanmaktadır.


Bundan, birileri kendince “Ahlaklı olmak için dine ihtiyaç yok” sonucunu çıkartabilir.


Japon halkı da bunu böyle düşünüyor olabilir…


Doğrudur, yanlıştır, tartışılır…


Fakat…


Bizim bir dinimiz, bir inancımız, bu inancımızın gereklerine uygun sürdürmekle yükümlü olduğumuz bir yaşam varsa, bu yaşamın olmazsa olmazı ahlaktır…


Kısacası…


Japonlarda olduğu gibi bazıları “din olmadan ahlak olabilir” diye düşünebilir.


Ancak…


Ahlak olmadan din olmayacağı, hele hele İslam dinimizin bir “ahlak dini” olduğu düşünüldüğünde son derece açıktır.


Son söz olarak…


Eğer, dinimizin vecibelerini yerine getirmesi sırasında, utanma duygusunun önüne, korku, menfaat sağlama ve gösteriş bir şekilde geçiyorsa, o davranış ahlaktan uzak bir tiyatro gösterisinden ibarettir…


Not- Bu tür yazılar kaleme almak risk barındırır. Zira, okuduğunu anlamayan ya da anlamak istemeyen bir kitle anında reaksiyon gösterir ve yazan olmadık itham ve iftiralarla karşılaşır. Bu yazı sonrası da, ana fikri “Dinimizi ahlak olmadan yerine getiremeyiz” olan bu yazıyı, ahlaka ihtiyaç duymadan dinimizi yaşayabileceğini zannedenlere sık sık rastladığımız için yazma gereği duyduk.

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi