Vahşi sulamadan obruklu yaşama

Obruk, içinde su biriken çukur yer veya doğal kuyu anlamında kullanılan bir sözcük… Konya Ovası’nda ilginç örneklerini eskiden beri görmekteyiz. Son zamanlarda ovada sık aralıklarla yeni obruklar oluşmaya başladı. Uzmanlar bunun nedeninin kaçak kuyular ve vahşi sulama olduğunu söylüyorlar. Yer altı suyunun aşırı miktarda kullanılması sonucu, suyun seviyesi düşünce zemin çöküntüleri başladı. Bölgede oturanlar bir anda tarlalarının orta yerinde veya evlerinin hemen yakınında çöküntüyle dev çukurlar oluştuğunu izliyorlar. Konya Ovası’nda korku kol gezmeye başladı. Benzer biçimde yeraltı kaynakları ile vahşi sulama yapmanın obruk şeklinde olumsuz örneklerini Eskişehir ili topraklarında da görmeye başladık.

Artık iyi biliyoruz ki; dünya ve doğal yaşam ortamları her geçen gün biraz daha ellerimizden kayıp gidiyor. Çevre kirliliği, doğal kaynakların sınır tanımaz, akıl dışı ve ahlaksız kullanımı konusunda uyarıların hâlâ ciddiye alınmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu uyarı haykırışlarını kavramayanlar var. Ayrıca bu uyarıları bir takım ‘entelektüel insanların eğlencesi’ sananların sayısı hiç de az değil. Ama bir gerçek var ki, her geçen gün yeryüzünde yaşam elden gidiyor. Aynen zamanı geri gelmez biçimde yitirdiğimiz gibi, doğal yaşam çevremizi yitirdiğimiz noktada da geriye dönüş olmayacak. Bu, dönüşü olmayan yol… Dönüşsüzlük gerçeği ise ancak yol alındıktan sonra öğrenilebiliyor.

Hem yaşamın doğal dengelerinin korunması, hem de insanların yaşam sürekliliğinin sağlanması için ciddiyetle dikkate alınması gerekenler var. Öncelikle; su ve toprak çeşitliliği ile zenginliğinin korunması, yakın ve uzak ihtiyaçları karşılamak üzere akılcı ve ahlaklı kullanılması gerekiyor. Günümüzdeki çılgın, sorumsuz, ahlaksız, başıboş ve akıldışı kullanım düzeyinde ısrar edilirse; dünya nüfusu çok yakında içecek su, yiyecek gıda bulamamak tehdidi ile yüzleşebilir.

Gariptir; dünya gibi bir ölçekten söz edince, bunu sanki bize –ateş düştüğü yeri yakar misali– uzak bir gerçekmiş gibi algılıyoruz çoğu zaman… Dünya kavramının içinde ülkemizin, toplumumuzun, ailemizin, yakınlarımızın ve kendimizin olduğunu kavramakta zorluk çekiyoruz. Giderek yitirilen tarım topraklarının, yok olan tatlı su kaynaklarının bir tehditler silsilesi olarak ne denli yakınımızda olduğunu fark edemiyoruz. Eriyen buzullar dediğimizde Kutupların bize çok uzak olduğunu düşünüp –belki de haksız bir ‘oh’ çekerek– bize olan olumsuz etkilerini doğru kavrayamıyoruz.

Örneğin çevre kirlenmesi nedeniyle eriyen buzulların denizlerin yükselmesine neden olacağını yazılı ve görsel medyada izliyoruz. Ama yükselen deniz seviyesinin her an karadaki tatlı su kaynaklarına daha fazla sızarak bunları geri dönülmez biçimde kirleteceğini aklımıza getirmiyoruz.

Yaşadığımız yerleşimin denize kıyısı olmaması durumu değiştirmiyor. Örneğin Eskişehir’de Porsuk ve Sakarya gibi akarsulardan, yeraltı zemin suyundan, derin sudan ve yeraltı termal sulardan oluşan çok karmaşık bir su sistemimiz var. Bu kaynaklarından herhangi birinde oluşan kirlenme, bileşik kaplar sistemi gibi diğerlerini de olumsuz etkiliyor. İlimizin farklı noktalarındaki yerüstü ve yeraltı sularının düzenli olarak incelenmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.

Dünyada yaşanan kuraklaşma sürecinin giderek hızlandığını, ülkemizin de bundan ‘nasibini aldığını’ biliyoruz. Bu kaygı yaratan sürecin karşısında erozyon denetimi, suyun toprakta tutulması, su ve toprak master planlarına özgü tarım politikaları geliştirilip uygulanması zorunlu. Her an dünyayı biraz daha yitirmekte olduğumuz süreçte gerekli önlemleri almak için çok fazla zamanımız kalmamış olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi