7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Yazar Ayla Coşkun Ceren ile bir sohbet gerçekleştirdik:"Hikâye Türklerin, Anadolu'nun sesidir"

Ayla Hanım öykü ve denemeler yazıyorsunuz. Sizdeki yazma yeteneği nasıl gelişti? Yazmaya nasıl başladınız?
Ortaokuldayken Emirdağ Gazetesi’nde küçük yazılar yazarak yazmaya başladım. O yıllarda bu benim için çok büyük bir olaydı. Türkçe ve Edebiyat derslerini çok seviyordum. Bu dersler ve hocalarım okumayı ve yazmayı sevmemde çok etkili olmuşlardır. Liseden sonra ilk yıl üniversiteyi kazanamamıştım. Emirdağ Lisesinin kütüphanesinde gönüllü olarak bir yıl çalıştım. Kütüphaneyi düzenledim kitapları o zaman daha çok sevdim. Okumak benim için bir tutkudur. Daha sonra Bolu’da Sınıf öğretmenliği bölümünü kazandım. Aynı zamanda Bolu Türk Ocağı’nın yayını olan “üçTEPE” dergisinin ekibi içinde yer aldım. Gazetecilik basın kartımız vardı. üçtepe’de denemeler yazdım. üniversitede son sınıfta “Hoşgörü” konulu denemede birincilik aldım. Hayatta pek çok rollerimiz var. öğretmenlik, annelik derken yazı konusunda bazen durakladığım yıllar oldu ama asla yazı yazmaktan kopmadım. Son yıllarda ise öykü yazmaya daha ağırlık veriyorum.

öykülerinizde nasıl konular seçiyorsunuz? Okuyucularınıza vermek istediğiniz mesaj nedir?
    
öykülerimde öykü türlerinin her ikisini de kullanıyorum. Bazen durum öyküsü bazen olay öyküsü oluyor. Sosyal konuları işlediğim öykülerim oldu. öğretmen olmam sebebiyle öğrencilerimi anlattığım öykülerim de var. Aslında ben öykülerimde sosyal bir mesaj vermiyorum. Hiç böyle bir amacım olmadı. Anı resmediyorum biraz. Anları yazmaya çalışıyorum.

Türk öykücülüğünün seviyesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Türk öykücülüğü Tanzimat’tan bu yana her dönem sosyal, siyasi, ekonomik, felsefi olarak döneminin özelliklerini yansıtmıştır. Zaman zaman kırılmalar yaşamış, ayakta kalmaya çalışmış, ama varlığını hep devam ettirmiştir. Tür olarak öykü, son yüzyıl içinde edebiyatımızda zengin bir birikim oluşturmuş, dünya öykücülüğünün bir parçası olmayı başarmıştır. Teknoloji çağı ile beraber hızlı bir değişme her alanda yaşanmaktadır. Postmodernizmin etkisiyle klasik öykü biçimlerimizde değişiklikler meydana geldi. Hayat devam ettiği sürece yenilikçi arayışlar hep sürecektir. Son zamanlarda roman gibi uzun anlatılar yerine, öykü gibi kısa anlatılar daha çok tercih edilen bir tür haline geliyor bence.
Bizim toplum olarak geçmişten günümüze çok zengin bir hikâye geleneğimiz var. Masallar, menkıbeler, kıssalar vb. Biz toplum olarak anlatmayı severiz. Hikâye Türklerin, Anadolu’nun sesidir. O yüzden bu ses hiç kesilmeyecektir. öykü varlığını hep sürdürecektir.

Bir öykünüzü bizimle
paylaşır mısınız?
                                  
SON MISIRLAR

Sabahın kaçıydı bilmiyorum. Gürültü ile kalktım yatağımdan. Sesin geldiği tarafa yöneldim. Bizim binanın 40–50 metre ilerisindeki boş tarladan geliyordu ses. Bir traktör üzerinde, 60 yaşlarında, orta boylu, kahverengi pantolonlu, siyah gömlekli, başında kahverengi iplikten örülme takkesi ile bir adam bu boş tarlayı sürüyordu.
Toprağı kaldırdıkça toprak havalanıyor etrafına gülücükler saçıyordu. Pencereyi açtım, toprak kokusu burnumun ucuna geldi. Ne zamandır bu kokuyu duymadım. Adam öyle iştahlı öyle özenli yapıyordu ki işini, oturdum onu seyrettim uzun süre. Toprak havalandıkça üzerinde biten otçullar sağa sola savruluyor toprak yeniden doğuyordu sanki.
 Burası köy arazisiymiş önceden. 1999 Kasım depreminden sonra şehir bu tarafa kaydı.
Etrafımız yeni binalarla çevrili. Güzelim tarım toprakları yerine binalar dikiliyor şimdi. Ben de bu bölgeden ev alarak bu sürece katkı sağlayanlardanım. Bulvarın az ilerisinde köy evleri var. Köy evleri dediysem sanmayın ki iç Anadolu’nun toprak damlı evleri. Burası şanslı bölgelerden yeşilin ve ağacın bolluğu sayesinde evler ahşap, iki katlı, köylüleri zengin. Hele şimdilerde arazileri çok değerlendi. Bu sürece kimse karşı koyamıyor.
    Mütaahitler köylülerin peşinde, üç katlı on iki daireli olacak şekilde bir binanın yerini köylü eğer verirse, istediği katlardan dört tane daire alma hakkına sahip. Bu teklif insanların başını döndürüyor.
“Birinde otururum, üçünü kiraya veririm, çalışmadan geçinir giderim” düşüncesi insanların iştahını açıyor.
    öğle vakti yaklaştı. Toprağı sürme işi bitti. Adam önce traktörün gölgesine oturdu. Derin derin soluklandı. Pantolonunun sağ cebinden grimsi renkteki buruşuk mendilini çıkarak alnındaki terini sildi.
Torbasından orta büyüklükte bir kavun çıkardı. Bıçağı ile önce ortadan ikiye ayırdı. Sonra her parçayı ikiye böldü küçük dilimler haline getirdi. İki dilim ekmeğe katık yaparak kavunlarını bitirdi. Lokmalarını yutarken gözü hep toprağın üzerindeydi. Sonra kalktı, plastik şişeden kana kana  su içti. Ayaklarında lastik ayakkabılar toprağın içinde gezindi. Büyük toprak topaklarını avuç içi ile ufalıyor geri yere saçıyordu.
    Adamın tarlası küçücüktü, bir apartman sığmazdı buraya arkasındaki boş tarla ve yanındaki küçük tarlayı da alarak bir apartman yapılabilirdi ancak. Yandaki küçük tarlada elektrik direği tarlanın ortasında dev bir iskelet gibi duruyordu. Yüksek gerilim hattı direğiydi bu. Kargalar tehlikenin farkında değildi  ya da korkusuzdular. Bir anda elektrik direğini kaplıyor sonra aynı anda bir şelaleden suyun akışı gibi aşağıya süzülüyordu hepsi. öbek halinde konuyor tekrar havalanıyor, yeniden direğin tepesinden aşağıya kamikaze dalışları yapıyorlardı. çıkardıkları sesten ne ben rahatsızdım ne de adam.
Ben korkuyla ve hayranlıkla onları seyrediyor her an bir cızırtı ile bu rüyadan uyanacak gibi oluyordum. Ama kargalar halinden memnundu. Onlar direğin tepesine öbekleniyor sonra ani çıkış yaparak topraktaki tanelere dalıyorlardı.
Traktörün arka kısmında büyükçe bir torbayı eline aldı adam. Sonra tarlanın aşağı kısmına geçerek bizim eve doğru her adımda bir avuç tohum saçtı toprağa. Tohum adamın elerinden toprağa düşüyor toprakta bir inci tanesi gibi parlıyordu. Hemen aşağıya inip ne tohumu ektiğini sormak geçti içimden. Ama yapamadım. Sadece seyrediyordum.
Seyretmek güzeldi. Eğer gidip adamla konuşursam bu büyü bozulurdu. Korkuyordum. İkindi vakti adam tohumları bütün toprağa saçtı. Her şeyini topladı oradan ayrıldı.
Ertesi sabah yine traktörü ile geldi. Bu sefer traktörün üzerinde kocaman bir su bidonu tankı vardı. Tankın ucundaki hortumla toprağın içine suyu boşalttı. Toprak suya kanıyor sevinç gözyaşları akıtıyordu. Adamın gözleri ışıyordu. Toprağı sevdi yeniden oradan ayrıldı. Penceremin tam karşısında bu küçücük tarlada ne yeşerecekti acaba?
Adam her gün geliyor rüzgârın savurduğu çöpleri, poşetleri toprağın içinden temizliyor, toprağını sevip okşayıp gidiyordu. Sonra aşağıdaki kanaldan hortum çekerek ara ara su verdi toprağa. Bir kış geçti üzerinden. Kar beyaz bir örtü gibi kapattı tarlayı. Baharla beraber ilkyaz yağmurları arada su serpiyordu bu güzelliğe.
Bir iki hafta sonra toprağın üzerinde filizler boynunu çıkarmış güneşe gülümsüyordu.  Toprak kollarında bu filizleri güneşe kaldırıyordu. Günlerdir topraktan neyin çıkacağını merakla bekliyordum. Her gün aklımdan bir sürü ürün adı geçiriyordum.
Her gün biraz daha büyüyor, filizler toprakta serpiliyordu… Bir pazar sabahı anladım ki bu filizler mısırdı. Boyuna uzayan bu ince gövdeli ürün etrafına yapraklarını saldı, içinden mısır kozası patlak verdi sonra.
Adam her gün iki öğün geliyordu artık. Sabah geliyor şöyle toprağın etrafını geziyor, ürünlere dokunuyordu. Akşam karanlık basınca tekrar geliyordu bir gölge gibi takip ediyordu, ben de öyleydim aslında. Kimse zarar versin istemiyordum. Allah’tan mahallenin çocukları sakindi. Yan apartmandaki üç beş çocuk yanına bile yaklaşmıyordu tarlanın.
Yalnız geçenlerde bu arada sıkışıp kalmış köy evlerinden birindeki inekler boş tarlada otlarken dadandı mısır filizlerine. çobanları fark edene kadar onlar girmişti tarlaya. Yalın ayak koştum kovaladım inekleri. Onlar benim de gözbebeklerimdi nasıl yedirirdim ineklere.
İşten eve gelince ilk işim mısırları seyretmekti. Günler geçti. Mısırlar iyice büyüyordu. Biliyordum her güzel rüya gibi bu da bitecekti. Hasat etme zamanı gelecekti. Her emeğin bir karşılığı vardı. Adam, azıcıkta olsa emeğinin karşılığını alacaktı. Adam ürünlerini toplayacaktı özenle.
Bu hafta sonu ekmek almak için dışarıya çıkacaktım, kapıyı araladım. Kapımın önünde bir sepet mısır duruyordu. Teşekkür etmek için dışarıya çıktım. Bu adamla tanışacaktım artık, konuşacaktım. Kimseler yoktu. Sonra tarlaya baktım. ürün toplanmıştı. Geride kalan yeşilliklerde inekler otluyordu.
 Kış iyice yaklaştı. Şimdiden içimi bir korku aldı. Korkuyorum. Ya gelecek yaz bir sabah uyandığımda, karşımdaki küçük tarlada inşaat hafriyatı görürsem.

Denemelerinizde hangi konuları işliyorsunuz? Bir denemenizi bizimle paylaşır mısınız?

Denemelerim genelde temel bir konu etrafında yazılmış değildir. İçimden geldiği gibi soyut yaklaşımlar, iç hesaplaşmalar, bazen çevremde gördüğüm bir aksaklık, bazen sisteme bir eleştiri, bazen sadece bir gözlemden ibaret olabilir.

DüNYADAN GöçMEK

Ellerim. Ellerimin derisi her geçen gün buruşuyor damarları daha bir yüzeye çıkıyor daha bir engebeli, daha bir renkli. Parmaklarım, başparmak, badi parmak, orta direk, gül hacı, küçük hacı. Ne çok söylerdik bu tekerlemeyi.
Arkadaşlarım ellerimi güzel bulduklarını söylerlerdi. Hani derler ya bir kadının elleri ve ayakları güzelse o kadın güzel kadındır. Ben de öyle idim işte.
Saçlarım siyahtı gece gibi, gür ve güçlüydü. Annem saçlarımı örmeyi severdi.
Onun ellerinde daha bir uzardı, daha bir canlanırdı,  parmaklarından sevgi damlardı saçlarıma.
Boyum 1.70 vardı. Boyu servi revan dedikleri. Taşı sıksam suyunu çıkartırdım. Sabahın ilk ışıkları içimizi ısıtmaya başladığında başlardı hayat. Toprağı çapalar, ayrık otlarını ayıklar, tohumu ekerdim. Kuşlar uçardı sürü sürü, özenirdim onlara kollarımı açardım iki yana koşardım koşardım… Yorulunca toprağa sırt üstü uzanır, otlara sürerdim avuçlarımı, koparır koklardım otları. Dağ laleleri derdik, tarlalarda kırmızı kırmızı gelincikler salınırdı. Tıpkı bir geline benziyorlardı seyretmeye doyamazdım onları. Gelin feneri, gelin gülü, gelin küpesi, gelin saçı. Gelin olmak güzel olmalıydı.
Ben de sevdim hem de çok sevdim. Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi. İçim kıpır kıpır olurdu onu görünce. Galiba aşk, sevgiliyi gördüğün müddetçe en büyük mutluluktu göremeyince en derin acı. Kaçamak bakışlarımız vardı bizim. Kaçamak buluşmalarımız. Kaçamak sevişmelerimiz. Kaçmak kaderimizde vardı kaçtık birbirimize.
Beraber yaşlanacaktık her günün tadını çıkaracak kuşlar kadar özgür olacaktık. Ama o erken terk etti beni. En güzel halinde, olgunluk çağında, henüz saçları beyazlamadan, göz kenarlarında kırışıklar oluşmadan elleri ellerimi sımsıkı tutarken, bakışları en güzel şiirleri okurken, terk etti beni. Şimdi aşk en derin acı içimde.
Benim en güzel hallerimi o  gördü. En güzel yaşlarımı, en güzel bakışlarımı, en güzel şiirlerimi o okudu. Boyum kısalıyor gün gün, saçlarım tutam tutam dökülüyor, gözlerimin feri her geçen gün kayboluyor. En çok bakışlarım bakışlarım değişiyor buna üzülüyorum. Hele ellerim ellerim parmaklarım tutmuyor zamanın eteklerinden. Aynalar da yalan söylemeyi beceremiyorlar.
Beyaz saçlarım, yüzümdeki kırışıklıklar, acılarım, sevinçlerim, mutluluklarım, artık geç kaldığımı söylüyorlar benim de rolüm burada bitiyor galiba. Sahneyi gençlere bırakıyorum, terk ediyorum buraları.

öykü ve denemelerinizi hangi dergilerde yayınlıyorsunuz? Edebiyat dergilerinin yazarların tanınması açısından önemi nedir?

öykü ve denemelerimi öğrencilik yıllarımda üçtepe dergisinde yayınlamaya başladım. Daha sonra Ay Vakti, Hece öykü, İzdiham (İnternet Sitesi),  Bolu Havadis gazetesi, Kırmızılar (Edebiyat Dünyamız) ve son olarak Ayarsız dergisinde yayınlandı. Bolu’da çok değerli bir kadın grubundan oluşan arkadaşlarımla “ Topuk Sesleri  “ adlı bir dergi çıkardık. Ayrıca Eskişehir’de çıkartılan Emirdağ  dergisinde “Emirdağ “ adlı dergide öykülerim yayınlandı. En son Bolu Milli Eğitiminin anı yarışmasında “Bir Tepsi Baklava”  adlı anımla birincilik ödülünü aldım.  Şu anda yayına hazır bir öykü dosyam var.
Edebiyat dergilerinin yazarların tanınmasına çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Yazarlar o dergi atmosferi içinde olgunlaşıyorlar, kendilerini geliştiriyorlar, deyim yerindeyse pişiyorlar. Dergilerin bir yazar kadrosu var. Bu kadrodaki yazarlar zamanla kitaplarını basabiliyorlar. Dergi bu konuda öncülük yol göstericilik yapıyor.

Nasıl bir kültür ortamında yetiştiniz? Yetiştiğiniz kültürel ortamın yazarlığınıza katkısı nedir?

Ben üniversiteyi Bolu’da okudum. Şu anda Bolu’da yaşıyorum. Aslında Bolu küçük bir şehir. öğretmenlik mesleğinde yirmi ikinci yılımı doldurmak üzereyim. Mesleğimin kültürel birikimime katkısı çok büyük. Gelişime her zaman açık oldum. Sınıf öğretmenliği mezunuyum. Bu alanda yüksek lisans yaptım. Alan değiştirerek Türkçe öğretmenliğine geçtim. Son on yıldır Türkçe öğretmenliği yapıyorum. Şu anda Açık öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı dördüncü sınıf öğrencisiyim. öğrenmenin her yaşta olabileceğini göstermeye çalışanlardanım. Ama asıl şekillenmemi sağlayan Bolu Türk Ocağı’dır. Türk Ocaklarının sosyal, kültürel, entelektüel duruşundan faydalandım. üçtepe dergisi ve değerli hocalarımızın büyük katkısını gördüm. Bir de biz ailecek televizyondan kurtardık kendimizi. Yaklaşık on senedir televizyon yok evimizde. Kitap okuyarak müzik dinleyerek geçiriyoruz vaktimizi. öğrencilerime hep bunu tavsiye ediyorum. Televizyon hayatınızda olmayınca vaktiniz size kalıyor,  bol bol okuyor ve yazıyorsunuz.
 
   


AYLA COŞKUN
CEREN öZGEçMİŞİ


Aralık 1971 Emirdağ - Afyon doğumlu olan Ayla Coşkun Ceren . Bolu’da yaşıyor. Türkçe öğretmenliği yapan yazar, kısa öykü ve denemeler yazıyor. öykülerinde insanı anlatıyor, toplumsal olayları farklı bir bakış açısından irdeliyor. öykülerinde ara ara öğrencileri de anlatıyor. Bunun yanında öykülerinde çocukluğunun geçtiği Emirdağ da bulunuyor.
Alaattin Ceren ile  evli olup Melike Zeynep Ceren adlı Sosyal Bilimler Lisesinde okuyan kızları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi