Bir zamanlar insan doğanın parçasıydı. Yağmurun sesiyle uyanır, toprağın kokusuyla sakinleşirdi. Gökyüzü onun çatısı, denizler aynasıydı. Şimdi o aynaya baktığımızda ne görüyoruz? Kuruyan nehirleri mi, yoksa kendi içimizin kuraklığını mı?
Herkes “iklim değişiyor” diyor. Oysa belki de değişen iklim değil, insanın kendisi. Çünkü doğaya yabancılaşmak, özüne yabancılaşmaktır. Köklerinden kopan insan, gölgesini bile tanımaz olur.
Bugün gezegenin değil, insanın iç dengesi bozuldu. Toprak susuzluktan değil, sevgisizlikten çatlıyor. Hava kirliliği kadar zihin kirliliği de nefes aldırmıyor. Denizler plastikle değil, doyumsuzlukla dolu.
Kendini doğadan üstün sanan insan, aslında kendi varlığını tüketiyor. Hırsın, rekabetin ve sahip olma arzusunun gölgesinde büyüyen bu yeni insan türü, modernliğin değil, manevi çöküşün ürünü. Artık dünyayı değil, kendini kirleten bir bilincin içindeyiz.
Belki de sormamız gereken asıl soru şu:
İklim mi değişti, yoksa biz mi?
Çünkü insanın içindeki iklim değişmeden, dünyanın dengesi yeniden kurulamaz.
Kirlenen suların, kavrulan ormanların, yanan toprağın bize anlattığı tek bir şey var:
“Benimle değil, kendinle savaşmayı bırak.”
Doğayı kurtarmanın yolu, insanı kurtarmaktan geçiyor.
İnsan içindeki karanlığa ışık yakmadıkça, dünya hep biraz daha karanlık kalacak
“Belki de dünyanın değil, insanın mevsimi değişti. Ve her şey, içimizde başlamadan hiçbir şey dışarıda düzelmeyecek.”