
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Yine yol'suz kaldık iyi mi?
Güney çevre yolu projesi:
İlk kez 2007 yılında dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz özak tarafından dile getirilmişti konu…
Uzunca bir aradan sonra 2012 yılının başında İhale Edilecek Bölünmüş Yollar kapsamına alınmıştı.
Bakan 5 Mart 2007 tarihinde ; " 52 kilometre uzunluğundaki Eskişehir Güney çevre Yolu proje çalışmalarının nisan ayı başında tamamlanacağını belirtmiş, Maliye Bakanlığının gerekli ödenekleri temin edeceğini bildirmişti.
Aynı bakan “2007 yılı yatırım programına eklendi. Proje çalışmaları tamamlandı. Keşif bedeli 4 adet köprülü kavşakla beraber 66 milyon YTL" diye açıklama da yapmıştı.
Ne yazıktır ki 2012 yılının başında ihale aşamasına gelen Güney çevre Yolu projesinin ihalesi bir türlü yapılamadı.
En son Karayolları 4. Bölge Müdürü Mustafa Karademir, güney çevre yolu çalışmalarında kamulaştırmaların devam ettiğini belirterek, “2017’de kazma vurulacak” dedi.
Transit araç trafiği yüksek olan, Eskişehir’de yaşanan trafik ve ulaşım sorununun büyük bir kısmını da ortadan kaldıracak olan Güney çevre Yolu konusunda o günden bu yana bir arpa boyu yol kat edilmedi.
Bizden çok daha küçük, trafik yoğunluğu çok daha az olan pek çok şehre daha az ihtiyaç duyulmasına rağmen yeni çevre yolları yapılmasına rağmen Eskişehir yine bu konuda da yaya bırakıldı.
Durum böyleyken, iktidar partisinin adayları seçim öncesi Kuzey çevre yolu yapım müjdesi verdiler…
-“belediyeleri kazanalım, kuzey cevre Yolu’nun yapımını hemen sağlayacağız” dediler…
Belediyeleri kaybettiklerine göre muhtemelen bu iş de yattı…
Anlaşılacağı üzere…
12 yıldır yapılacağı söylenen Güney çevre Yolu bir türlü yapılmadığına ve Kuzey çevre Yolu da, belediyeleri AK parti kazanamadığına göre, Eskişehir bugüne kadar olduğu gibi yine çevre Yol’suz kaldı…
.....
CHP’de şu mesele yeniden
konuşulmalı, yeniden tartışılmalı…
CHP’nin parti içi demokrasiyi tam anlamıyla çalıştıran bir parti olmadığını düşünenlerdenim.
Şartlar ne olursa olsun CHP’nin milletvekili ve Belediye başkan adaylarını, tüzüğünde de yazdığı üzere hakim huzurunda yapılacak bir ön seçimle üye ya da delegeler tarafından belirlenmesi gerektiğini hemen her fırsatta dile getiriyorum.
Hatta…
Bu yöntemin seçime giren tüm partiler tarafından uygulanmasının siyaset makamının seviyesini ve seçimlerin profilini daha da yükselteceğine dair düşüncemi sık sık ifade ediyorum.
Ancak…
Son yapılan 31 Mart seçimleri, benim ve benim gibi düşünenlerin bu düşüncesini sorgular bir şekilde sonuçlandı.
Şöyle ki;
örneğin; CHP İstanbul’da üye ya da delege ile bir ön seçim yapmış olsaydı, Ekrem İmamoğlu, diğer aday adaylarını geride bırakıp yapılan bu ön seçimden aday olarak çıkabilir miydi?
Kılıçdaroğlu ısrarla “Adayımız Kesinlikle bu olacak” dememiş olsaydı ve ön seçimden başka bir CHP’li isim aday olarak seçimlere girmiş olsaydı, CHP İstanbul’u o isimle kazanabilir miydi?
Aynı şekilde…
Parti üye ve delegeleriyle yapılacak bir ön seçimde CHP’nin adayı Mansur Yavaş olabilir miydi?
Kılıçdaroğlu’nun Mansur Yavaş ısrarı olmasaydı, başka bir isim ön seçimle belirlenseydi, belirlenen aday Ankara’yı kazanabilir miydi?
örnekleri özellikle CHP’nin kazandığı diğer büyükşehirler için de çoğaltmak mümkün.
Mesela CHP Eskişehir’de de Büyükşehir’i Büyükerşen, Tepebaşı’nı Ataç, Odunpazarı’nı Kurt’un dışında, ön seçimi kazanmış başka adaylar ile kazanabilir miydi?
Bu sorulara “Evet” denilebiliyorsa, yani “CHP’nin kazandığı İstanbul ve Ankara dahil tüm belediyeler, ön seçimle belirlenecek başka isimlerle de rahatlıkla kazanılırdı” deniliyorsa mesele yok.
Fakat…
-“Bu isimlerin dışında belirlenecek adaylar kim olursa olsun, ön seçimle de belirlenmiş olsa, o belediyeler kolay kolay kazanılamazdı” deniliyorsa, o zaman ön seçim ile aday belirleme yöntemi saplantımızı, biz dahil her CHP’linin şu sıralar yeniden konuşması, yeniden tartışması ve yeniden değerlendirmesi gerekiyor galiba…
Kısacası…
Demokrasi bağlamında en doğru aday elbette, partinin üye ya da delegesinin belirlediği adaydır…
Seçimi parti üye ya da delegesinin belirlediği adayla kazanamıyor, tam tersine üye ya da delegenin hayatta tercih etmeyeceği isimlerle seçim kazanmanız mümkün oluyorsa, bu durumu terazinin iki tarafına koymakta ve hangi tarafın ağır bastığını görmekte yarar var sanırım…
......
Bizi bitirirse bu dil bitirecek
Ayrıştırıcı...
ötekileştirici...
Kin dolu...
Ateşli değil ama dünyanın en etkili silahı.
Acı vermiyor belki ama son derece yaralayıcı ve öldürücü.
Bir bıçak ya da tabanca değil belki ama karşısındakinin sağduyusunu tamamen ortadan kaldırabiliyor.
Belki fiziksel bir temas değil sonuçta ama karşısındakinin konuşma yeteneğini yok edebiliyor.
Ağızdan çıkan birkaç söz belki ama kavga çıkarmakta, cinayet işlemede, isyan çıkarmakta son derece etkili…
Nefret dilinden söz ediyoruz.
Şu günlerde siyasetçilerden tutun da toplumun hemen her kesiminde sık sık tanık olduğumuz dilden.
Sosyal medya üzerinde herkesin birbirine karşı kullandığı o tavır ve sözlerden…
Hatta..
Komşunun komşuya, babanın oğluna, dostun dosta kullanmaktan çekinmez hale geldiği o söylemlerden söz ediyoruz.
Bu dil, bu nefret dili, inanın terörden de beter.
Bu dil savaştan da beter.
Aklınıza gelebilecek her musibetin altında saklı bu dil.
Bu dil kullanılmaya devam ettiği müddetçe bize rahat yok.
Nefret dilini kullandığımız müddetçe terör dahil hiçbir sorunumuzu kesinlikle halledemeyeceğiz.
Bizi...
Ne terör ne ekonomik sıkıntılar...
Ne sınır ötesinde girdiğimiz savaş ne de topraklarımızda gözü olan dış güçler yok edebilir.
Ancak...
Bize terörün, dış güçlerin, bizi bölmek isteyenlerin yapamadığını bu gidişle kullandığımız nefret dili yapacak.
çünkü...
Hiçbir devlet, hiçbir güç, nefret dili ile baş edecek kadar büyük ve güçlü değil..
Biz bu dili terk etmediğimiz müddetçe de başımız asla beladan kurtulmayacak.
Ne yazık ki biz bu dilin esiri olduk son yıllarda.
Ne yazık ki bu nefret dili bizim ana dilimiz oldu son günlerde.
Bu dil bizim alışkanlığımız oldu.
Her şeye bu dille bakar olduk.
Neredeyse…
Komşularımıza ve aile fertlerimize bile bu dille konuşur hale geldik.
Bizi bitirirse işte bu dil bitirecek…