Birey Olan İnsana Dair...

Herkesin yaşama karşı farklı bir yaklaşımı var. Yaşamı değerlendirirken tarafsız olabilmeyi önemli kabul ederim. Eleştirmesine eleştiririm. Değerlendirmeler yaparım. Dersler çıkarırım. Ama söylemimi fazlaca şikâyetler üzerine kurmam. Başkalarından veya kendimden şikâyet etmemin, yaşam koşullarım hakkında başkalarına sızlanmamın yararsız olduğuna inanırım. Sanırım; bir de, çok fazla sorunlarımı aktararak mutuszluğu artırmaktan hoşlanmıyorum.

Yaşam, genelde bizim isteklerimize göre biçimlenmiyor. Yaşamımıza etki eden faktörlerin pek çoğu bizim dışımızda. Bu gerçeği kabul ederek, hayali beklentiler içinde olmak yerine daha gerçekçi uygulamalar peşinde koşmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayabilir. Olumsuz bir olay karşısında “Neden ben?” veya “Farklı olamaz mıydı?” türünde sızlanmaların, beni doğru ve sağlıklı bir ruh haline götüreceği fikrinde değilim. Kader ve alınyazısına inanıyorsanız, onun bu sızlanmalarınızı haklı çıkaracak bir mantığı yok. Şikâyet ve sızlanmalarla değerli zamanınızı ve yaşam fırsatlarınızı harcamayın, derim.

2021’de yitirdiğimiz psikolog, akademisyen ve yazar Doğan Cüceloğlu, insan psikolojisi ve kişisel gelişimi ile ilgili uzmanların farklı isimler verebildikleri bir üçlemeden söz eder: “Sen, ben ve biz” bakış açıları. “Sen” kalıbına uygun insanlar, fazlaca çevrelerine bağımlı olarak yaşarlar. Onlar için başkalarının ne diyeceği, kendilerinin ne düşündüğünden ve yapacağından daha önemlidir. Bir başka deyişle; kısıtlara ve sınırlara göre yaşar bu insanlar. Bunlara ortayolcu dendiği de olur. Kraldan fazla kralcı denen türde karakterler de bu gruptan çıkar genelde. Herşeyleri çevreye göre tanımlanmış olduğundan şikâyet ve sızlanma da adeta karakterlerinin ana belirleyicisidir.

“Ben” kalıbını muhtemelen iyi tanırsınız. Yaşamlarında hak etmedikleri ölçüde, “ben” fikri öndedir. Ondan iyisi yoktur. O, en iyisini bilir. Asla yanlış yapmaz. Herkese ona göre davranmak zorundadır. Yaşamları “ben” sözcüğü ile başlar, “ben” sözcüğü ile biter. Bu tür kişiler, çevresel faktörleri dikkate almazlar. Diğer insanların ne düşündüklerinin ve bireysel beklentilerinin fazla değeri yoktur onlar için. Başkalarının yerine düşünme ve yapma alışkanlıkları gelişmiştir. Bağımsız olma hakkına sadece kendileri sahiptir, diğerleri zaten kaynağından köledirler.

Aslına bakarsanız; tanıdığım insanları düşündüğümde en fazla yanlışın, “biz” kalıbı konusunda yapıldığını görüyorum. “Biz” kalıbı, genel olarak iki insan arasındaki ilişki olarak anlaşılıyor. O ilişkide de bir tarafın diğerinin “tapusunu alma” girişimi, “biz olmak” veya “biz olmanın haklılığı” olarak anlaşılıp anlatılıyor.

“Biz” olmak önce çevrenin, koşulların ve özellikle başka insanların farkında olmak demektir. “Biz” olmak, insanlarımızla çevremizi sevmek ve onlara saygı duymak demektir. Bireyler olarak hoşgörüyü, yaşamımızın doğal unsurlarından birisi yapmadan “biz” olmamız mümkün değildir. Aynı şeyi empati (kendini başkasının yerine koyabilme yetisi, duygudaşlık) için de söyleyebilirim. Bir başka deyişle; “biz” bakışını yakalayabilmek için sevgi, saygı, hoşgörü ve empatiden kaynaklanan bağlılıkla birey olmaktan kaynaklanan bağımsızlığımızı bir hamur yapabilmiş olmalıyız. Siyah ve beyaz gibi; bağlılık ve bağımsızlık bir arada var olduğunda yaşamın renkleri belirmeye başlıyor.

Aile kurumu üzerine sistem teorisi temelli bir yaklaşım geliştirmiş olan ABD’li psikiyatr Prof. Murray Bowen’in sözleri ile bitireyim: “Mükemmel insan yoktur. Eğer isteklerimizden vazgeçebilir, hatalarımızı kabullenir ve insanlara yaklaşırsak belki mükemmele de yaklaşırız.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi