Covid-19, Toplum ve Kültür


 


İşler iyi gidiyor gibi’ gözükürken,  Covid-19 salgını ülkemizde neden ‘tekrar’ yükselişe geçti? Neden ‘normal yaşama’ geri önemiyoruz? Virüs mutasyona uğradığı için olabilir mi? Turizm için gelen yabancılar bunun nedeni olarak söylenebilir mi? Eksik alınan önlemler olabilir mi?


 


Makro ölçekli sorunlar karşısında çoğu zaman mikro ölçekli önlemler yeterli olmaz. Bu tür afetler konusunda sahip olunması gereken en önemli değer, oluşan durumun şartlarına hızlı ve çevik biçimde adapte olma becerisidir. Küreselleşen yaşamın hızı dikkate alındığında adapte olma becerisinin önemi kendiliğinden ortaya çıkar. Bu beceri ise öncelikle sosyal kültür ile ilgilidir. Eğer toplum hızlı adapte olma ve çevik tepki verme konusunda başarılı ise büyük ölçekli sorunları daha kolay aşar.


 


Eğer kültürün baskın yanı; alışkanlıklardan vazgeçmede zorluk, konfor bölgesinden çıkmamakta ısrar, atalet, umursamazlık ve kolaycılık ise bu durumda sorun akut bir hal almaya başlar, hatta büyür. özetle; bugün ülkede böyle bir kültürün sonuçlarını yaşıyoruz. Toplumun çok ciddi bir bölümü, virüse karşı korunma önlemlerini almak yerine eskiden olduğu gibi ‘kafasına göre’ yaşamayı tercih ediyor. özetle; yaşadığımız viral yayılmanın önemli nedenlerinden biri, mevcut sosyal kültür ve onun altyapısındaki bazı ‘arabesk’ unsurlardır.


 


Kültür, tarih boyunca yaratılmış değer ve anlamlardan oluşan bir sosyal sistemdir. Topluluk olarak insanların bireysel veya toplu yaşam şartlarında hayatı anlama, düzenleme ve yapılandırma amacıyla yararlandıkları alışkanlıklar ve inançlar bütünüdür. Başka bireylerle ve toplumla ilişki kurarken bir iletişim ortamı olarak kültürü kullanırız.


 


Kültürün toplumdan ya da bireyden bir diğer bireye aktarılmasında sözel iletişim başlangıç aracıdır. İnsanların var olduğu zaman diliminin büyük bölümünde kültürün aktarımı sözel olarak gerçekleşti. Bu iletişimin ve aktarımın yazılı olarak yapılması insanlık tarihi açısından oldukça yeni zamanlara aittir. Bu nedenle sözellikten yazılı kültür aktarımına geçmek toplumların gelişmeleri açısından önemli bir noktadır.


 


Erken geçenlerle geç kalanlar arasındaki fark, kendini gelişmişlik düzeyinde ortaya koyar. Eğer bir toplum kendisiyle ilgili konuları hâlâ sadece sözel aktarım yoluyla çözme çabasında ise bu, bir sorun olarak isimlendirilebilir. Buna ‘sorunları konuşarak çözmeye çalışmak’ diyebiliriz. Bizim ülkemizde de insanların pek çoğu, eski toplumun geleneği olan konuşmayı tercih ederler.


 


Sadece konuşarak problem çözme tercihi, toplumun bazı değerlerini ortaya koyar. örneğin bizim toplumumuzda sorunların çözümünün bilgi temelli değil, konuşma temelli çözülebileceği varsayımı vardır. çözümler bilimsel birikimle aranmak yerine bilgiyle temellendirilmemiş konuşmalarla aranır. Bu nedenle bu ülkenin vatandaşlarının her biri memleket idaresinden, kentsel sorunların çözümünden ya da futboldan bir uzman gibi anladığını varsayar. ‘Ben olsam’ diye başlayan konuşmalarla bir seferde çözüm için gerekli ‘bilinmeyen, gizli’ formülleri fısıldayıverir.


 


Toplumda konuşma yegâne kültür aktarma ve çözüm üretme aracı olarak algılanınca konuşma hakkı çok daha değerli hale gelir. Konuşmanın geçit bulamadığı durumlar anti-demokratik olarak algılanır; konuşmanın engellenmemesi gereği savunulur.


 


Sözel kültür ile yazılı kültür arasındaki gelişmişlik farkı kendini en çok dil, sanat ve felsefe alanlarında ortaya koyar. Kültürün sözel aktarımında dilin gelişmişliğinin büyük önemi var. Ama bu iletişimin daha gelişmiş aşamaları yazılı kültür ile oluşuyor. Yazılı iletişim sözle oranla dili daha fazla geliştirirken aynı zamanda dil de kültürün gelişim ve yayılımına katkılar yapıyor. Eğer bir toplum ile bir başka toplum arasında gelişmişlik farkında söz edilirse bu noktada dilin ve yazılı aktarımın gelişmişliği de dikkat çekicidir.


 


Kültürle yakın ilişkili ve birbiri ile iç içeliği olan iki diğer alan ise sanat ve felsefedir. Sanat alanında edebiyatı ve ona bağlı diğer dalları ayırt etmek lazım. Dilin ve kültür aktarımının yeterince gelişmediği toplumlarda sanatın ve edebiyatın yeterince gelişkin olmadığını gözleriz. Sözel kültür döneminde geliştirilebilen edebiyat eserleri sözelliğin kısıtlılığını ve darlığını bünyesinde barındırır. Sanatın ve edebiyatın gelişimi, yazılı kültür iletişimin gelişimi ile doğrudan ilintilidir.


 


Eğer bir toplum sözlü kültür ve sözel iletişim döneminde tıkanıp kalmışsa orada felsefeyle ilgili çalışma alanlarının da kısıtlılığını görürüz. Hatta günlük ilkeler ya da alışkanlıkların ‘felsefe’ olarak isimlendirildiği bile olur. Felsefe insanın düşünsel varlığının en gelişkin olduğu alanlar arasındadır. İnsan dünyayı ve evreni algılamasını felsefe yoluyla ortaya koyar. Bir toplumda felsefenin gelişmişlik düzeyi oradaki insanların düşünce, anlama, öngörme ve problem çözme yetkinlikleri konusunda ipuçları verir.


 


Yaşadığımız yerleşime şöyle bir göz atın. Sözel ve yazılı kültür ile bunların iletişim araçlarına, yerel dergiler, gazeteler, kitaplar ve benzerlerine dikkat edin. Bunlar size dil, sanat, edebiyat ve felsefe –yani doğru düşünme alanlarındaki gelişmişliğin boyutunu verecektir. Belki de biz hâlâ her şeyi düşünceye ihtiyaç duymadan sadece konuşarak çözmeye çalışıyoruz. İnsan söyledikleriyle değil, düşünüp söyledikleriyle insanlaşır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi