DİNDE FARKLI GRUPLAR-MEZHEPLER-2

 


Geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim.


       Muaviye ile babadan oğula olacak şekilde başlatılan ve devam ettirilen hem Devlet Başkanlığı, hem de dini liderlik uygulaması, Abbasilerle de 1258 yılına kadar sürdürülmüştür. Aynı şekilde Hüseyin'in Kerbela'da katledilmesinden sonra da sadece dinî liderlik şeklinde ve yine babadan oğula olmak üzere 12 İmam uygulaması da olmuştur. Bu uygulama 930 yılında kaybolup, Ali taraftarlarınca tekrar geleceğine inanılan Muhammed Mehdi'ye kadar sürmüşse de, daha sonra Hasan'ın soyundan dini liderler Seyyid, Hüseyin'in soyundan gelenler ise Şerif olarak tanımlanmış ve bu makamlar halen yine babadan oğula devam ettirilmektedir.


       Muaviye'nin başlattığı Ali taraftarlarını ötekileştirme ve Mescitlerden uzaklaştırması ile mecburen Allah'a kulluklarına yönelik ritüellerini, salât denilen sosyal yardımlaşma ve dayanışma toplantılarını evlerinde gizli olarak yapmaya zorlanmaları sonucu asırlar süren din temelli bir gruplaşma ve 800'lü yıllardan başlamak üzere de mezhepler şeklinde fırkalaşmalar başlamıştır. Bir tarafta gizli ibad /kulluk etmeye çabalayan Halife Ali taraftarlarının mağduriyetlerine inanan ve Kur'an'ın muhkem /değişmez ana hükümleri ile birlikte Ehl-i Beyt soyunu devam ettirme mücadelesi verenler, diğer tarafta ise 4 Mezhebin birlikteliği halinde Kur'an'ın hem muhkem /değişmez ana hükümleri, hem de müteşabih /değişken olan hükümlerini dokunulmaz kabul eden ve "Sünnet" ismi altında Hz. Muhammed'in Kur'an'ın bildirdiği dini kuralları dışı yaşam şekli ve söylemleri demek olan Hadisleri Kur'an'ın yanında ikinci kaynak olarak benimseyen "Sünni" toplum. Başlangıçta ayrışıp din temelli katliamlara sıcak bakan Harici gruba mensup olanlar, zaman içinde Sünni grup içine dahil olmuş ve erimişlerdir.


       Bu gruplaşmanın Emevi-Abbasi taraftarları ile Ali taraftarları şeklinde oluşunun temeline baktığımızda, bunun dinde farklılaşma değil de tamamen devlet başkanlığı ve idareyi ele geçirme şeklinde siyasi temelli olduğu anlaşılmaktadır. çünkü din temelli bir ayrışmanın En'am-159 ncu ayete aykırı olacağı, Hz. Muhammed'in Kur'an eğitimi vermiş olduğu, o zamanın kişilerinin çoğunluğu tarafından biliniyordu (En'am-159. Ey Peygamber! özellikle de dinlerini parçalara, fırkalara /hiziplere /mezheplere ayıran, grup grup olanlara uyma ve onlardan uzak dur. Artık onların işi Allah'a kalmıştır. Allah, hesap günü onlara amellerinin yanlışlığını haber verecek ve o zaman hatalarını anlayacaklardır).


       Suudi Arabistan'ın dışında yaşayan toplumlardan özellikle Türk toplumları ile ilk temas, Halife ömer'in 636 yılında Türk olan İran Sasanileri ile savaşması ve onları yenip şehirlerini ele geçirmesi ile olur. Halife Ali başa geçince, bu şehirlere yerleşen Arap savaşçılarını Arabistan’a geri çeker ve Türkleri gördükleri zulümden kurtarır. Bu davranış, Horasan bölgesi Türklerinde Halife Ali’ye karşı olumlu bir ön yargı ve sempati oluşturur.


       673-680 yıllarında bu defa Emeviler özbekistan'ın Buhara, Talkan, Baykent ve Semerkand şehirlerini ele geçirip yağma ederler ve zor kullanarak veya para vererek oradaki Türk halkını İslamlaştırma yöntemini uygularlar. Bu yaklaşım, halkın bir kısmının diğer Türk bölgeleri olan Horasan, Azerbaycan ve Türkistan’a göç etmelerine neden olur.


       685 yıllarında Haccac ile bu defa Irak’ın zorla İslamlaştırılması hareketi olur ve aralarında Türklerin de bulunduğu halk zulüm görür.


       Gördükleri zulüm karşısında İslamlaştırılan Türkler, "Yatuk" denilen şehirliler değil, çoğunlukla göçebe yaşam içinde olan ve Yörük veya Türkmen diye tanımlananlardı. Şehirliler ise ya eski inançlarını devam ettirmişler veya Emevi- Abbasi'lerin din dedikleri uygulamalarını benimsemişlerdir. Şaman, Zerdüşt, Budizm veya Mani dinleri inancında olan Türkler, Emevilerin şekilci İslam’ını değil, Kur’an’ın ahlâkî yönünü benimserler ve iktidarın muhalifi konumundaki Halife Ali ile çocuklarının mağduriyetlerine sahiplenirler. Ehlibeyt’e ve Ali soyuna yapılan Emevi zulümleri arttıkça, onlara olan bağlılık ve sevgi de Türklerde artmıştır. Hatta 750 yılında Abbasiler ve Türkler birlikte hareket ederek Emevileri devirirler ve Türklerin isteyerek İslamlığa yönelmeleri artış gösterir. Böylece de hem kendi eski geleneksel inançlarını, hem de onlara uygun düşen Kur'an'ın muhkem /değişmez ahlâkî ana hükümlerini benimseyip her iki inancı harmanlarlar. Bu harmanlaşmayı (1093-1166) Türkistan- Sayram şehrinde doğan, Yesi şehrinde yaşadığı için bu lakabı alan ilk Türk mutasavvufu Ahmed Yesevi olgunlaştırdı ve "Tasavvuf" dediğimiz Kur'an'daki muhkem /değişmez ana farz hükümlere uymayı (şekilsel olan Namaz-Oruç ve Hac yanında 400'ün üzerinde belirlemiş olduğum ahlâkî olan) prensip edinerek sistemleştirdi. Bu yaklaşım zaman içinde "Yesevilik" diye tanımlandı.


Harmanlanmış İslam, Türkler arasında, Yesevi'nin öğrencileri olan Sufilerce yayılmıştır. Ahmed Yesevi ve Bektaş-ı Veli, Aleviliği temelinde Allah ve insan sevgisi olan 4 kapı (Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat) ve 10 ardan 40 makam şeklinde toparladılar. Şamanizm de olan müzik ve semah şeklindeki dinsel ritüelleri de devam ettirdiler. Kur'an'da "Salât" diye tanımlanan "Yardımlaşma ve dayanışma toplantı ve faaliyetlerini" de "Cem toplantısı" şeklinde uyguladılar.


       Aynı yıllarda Medrese Sistemini başlatan ve akılcılığı değil de ulemaların görüşlerini ön plana alan Büyük Selçuklu Sadrazamı Nizamül Mülk (1018-1092) ve Gazali (1058-1111) tarafından Hanefi, Maliki, Şafi ve Hanbeli olarak gruplaşmış mezhepler "Sünnilik" başlığı altında tanımlanmaya başlanmıştır. Ve birlikte Ali taraftarları dışlanmaya devam ettirilmiştir.


       Yesevilik, Moğollar’ın istilası (1216) ile olan göçlerle Afganistan (Horasan), Azerbeycan Türklerine (Türkmen) yayılır ve böylece Ahmed Yesevi, Alperen denilen Türkistan ve Horasan erenlerinin önderi kabul edilir.


       Yesevilik, 1200 yıllarından itibaren Türkistan ve Horasan’dan Mevlana (1207-73), Bektaş-ı Veli (1281-1338), Sarı Saltuk, Ahi Evren, Pir Sultan (16. yüzyıl), Otman dede, Baba ishak, Osmangazi’nin kayınbabası Ede-Bali, Geyikli Baba, Dede Kargın ve Yunus Emre ile Anadolu ve Balkanlara Alevi-Bektaşilik olarak yayılır. Ancak bunlardan Mevlana'nın uygulamaları, bazı yönleri ile farklılık gösterir.


       Halife Ali taraftarlarının Emeviler ile başlayan dışlanmışlık ve zulüm görmeleri, yıkıldıkları 1258 yılına kadar Abbasilerin değişen uygulamaları sonucu zaman içinde korumacılıktan yine dışlamaya dönüşmüştür.                             Türklerin inancında, Kur'an'da olduğu gibi Tek Allah'a iman ilk şarttı. Allah’ın yansıması Evren'de, İnsan’da ve her şeyde, her yerdedir. Kurban kesilir, kadın ve erkeklerin birlikte ibad /kulluk etmeleri, dua ve şekilsel ritüellerin yanında, müzik ve Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi semah şeklinde ifade edilir. Kur'an'da "üflediği Nefes" olarak tanımlanan bir özelliği ile Allah'ın İnsanda oluşu nedeniyle, birbirlerine yönelerek rüku ve secde ederler ve bu uygulama "Halka namazı" diye tanımlanır. Bugün halâ Altay’da Şamanların dinî liderleri olan Kamlar, ayin sırasında semah dönmektedirler. Müslümanlık ile birlikte bu namazlarına ayetler eklemişlerdir. Hem dualarını, hem de Kur'an'ı ana dilleri olan Türkçe okumaktadırlar. Yine Türklerde üç damga denilen "Eline-diline-beline" prensibi temel prensipleridir.


       Haftaya inşallah devam edeceğim.


NOT-1: 15 Kasım 2017 çarşamba günü saat 17.30-19.00 arasında özdilek Sanat Merkezinde inşallah halka açık "KUR'AN SOHBETİ" nde olacağım.


 


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gazi Özdemir Arşivi