Doğa ve Yaşam Çevremiz Yok Olurken

Ocak 2021... Meteoroloji kuruluşlarının uzun dönemli tahminlerini izliyorum. Yaşadığım kentte “Kar ne zaman yağar?” sorusunun cevabını bulmaya çalışıyorum. Şu an için hava tahminleri, şaşırtıcı bir şekilde bu soruya olumlu cevap vermiyor. Kar veya yağmur; yağışın eksikliği, pek çok alanı olumsuz etkileyecek. Susuzluk riski hızla yaklaşıyor. Bunun günlük yaşam kadar tarıma da olumsuz etkileri olacak. Covid-19 salgını nedeniyle su kullanımının daha da acil hale geldiğini düşününce zihnimdeki soru sayısı hızla artıyor.


 


Öyle anlaşılıyor ki; dünyanın meskûnları olarak doğanın yok edilmesi ve yaşam çevresinin bozulması konularında, sıradan çevre kirliliği sorunlarının çok ötesine geçtik. Artık insan ölçeğinin çok ötesinde kirletme, bozma ve yok etme performansı olan ‘canavar’ mekanizmaları harekete geçirdik.


Küçük ve geleneksel yollarla önüne geçemeyeceğimiz bir yok oluş süreci karşısındayız. Önceki çağlarda insan, kendi soyunu katletmekte giderek ‘ustalaşmıştı’. Savaş silahları, para kazanma amaçlı olarak durmaksızın geliştirildi. Savaşlarla insanlar katledilmeye devam ediyor. Ama sorun artık bununla sınırlı değil. Başını insanların, devletlerin ve kâr güdümlüsü ekonomilerin çektiği canlı yaşamın her türlüsüne yönelmiş saldırılar var. Sadece az bulunan canlı türlerini değil, cansız doğayı yok etmekte de sınırsız ve kısıtsız girişimler var.


Önceki çağlarda doğaya ve yaşam çevresine verilen zararlar, yerel veya bölgesel idi. Aynen peş peşe damlaların bardağı taşırdığı gibi, tekil olaylar birleşerek büyük bir sistem haline dönüştü. Bunun en açık ifadesi küresel ısınma ve iklim değişikliğidir. Daha önceki çağlarda dünya farklı iklim dönelerinden geçmiş olsa da, süreç içinde kendini yenilemiş ve yaşamı yeniden üretmeyi başarmıştı. Şimdiki durum ise hayli farklı… Bir insanın bağışıklık mekanizmasını yok eder gibi doğanın sistematik işleyişi, fonksiyonları ve yapısı olumsuz etkilere maruz kaldı. Bozulmaya da devam ediyor. Artık insan ölçeğini aşan bir büyük sorunla karşı karşıyayız.


Dünyada doğanın ve yaşam çevresinin yok edilmesi, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda çalışan çok sayıda kuruluş ve kişi var. Özellikle 20’nci yüzyılın son çeyreğinden başlayarak, büyük çoğunluğu sivil toplum özellikli olan faaliyetler giderek büyüyen doğa ve yaşam çevresi sorunları konusunda mücadele veriyorlar.


1980’li yılların sonlarında ülkemizde de çevre konusunda hassasiyet gösteren eylem, gündeme gelmişti. Kurulan çevre ve doğa dernekleri, sınırlı ölçüde de olsa insan topluluklarını harekete geçirmede başarılı oldular. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise çevre ve doğanın yok olmasına ilişkin sosyal hareketlilikte bir düşüş gerçekleşti. Kirlenme, bozulma ve yok edilme karşıtı hareketler adeta doğaya yönelik ‘turistik’ bir ‘sevgi kelebeği’ tarzına dönüşerek sosyal ve sivil karşı çıkış özünü kaybetti.


Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda farkındalık, bilinçlenme ve harekete geçme yönlü canlılıkta tüm dünyada bir düşüş var. İnsanlar, bu konuları TV kuşaklarında geçen sıradan haberler olarak algılıyorlar. Çevreci ve doğa korumacı faaliyetler, büyük kitleleri toplamakta ve hareketlendirmekte zorluk yaşıyorlar. Sivil toplumun pek çok alanında olduğu gibi doğacı tavır da bir ‘sivil toplum kariyeri’ haline dönüştü. Bu durum, tüm sivil toplum alanlarında olduğu gibi çevreci ve doğa korumacı oluşum ve hareketler açısından da ciddi bir tehlikeye işaret ediyor.


İkinci olarak; çevre kirliliği, doğal kaynakların tüketilmesi, yaşam çevresinin bozulması, küresel ısınma ve iklim değişikliği konuları tek tek kişilerin veya küçük sivil toplum kuruluşlarının imkânlarını aşan bir boyuta ulaştı. Bu konuda devletlerin daha etkin ve verimli biçimde düzeltme, iyileştirme ve koruma süreçlerine –maddi, sosyal, kültürel, etik, akademik gibi– çok boyutlu olarak dâhil olmaları gerekiyor. Diğer yandan çevreci ve doğa korumacı önlemleri, ekonomileri için yeni maliyet kalemleri olarak gören ülkeler ise önlem alma konusunda ‘kıllarını kıpırdatmak’ istemiyorlar. Yapılanların büyük bölümü ‘dostlar alışverişte görsün’ tarzının ötesine geçemiyor.


Kendi kişisel veya grupsal sıkıntılarımızdan bir an önce başımızı kaldırıp, dünya toplumu olarak bizi topyekûn yok etme ihtimali oluşturan sürece “Dur” demenin zamanı geldi de geçiyor…


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi