Düşünme Üzerine

 


Düşünmek, insanı değerli yapan önemli becerilerden birisidir. Ama el sanatı benzeri beceriler gibi bazı doğal ve sonradan edinilmiş özelliklerin olmasını da gerektirir. Bir ağacın altına oturup ya da kanepeye uzanıp veya masada başını ellerinin arasına alıp başıboş akıl gezdirmelerden de farklıdır.


 


Düşünmek; bir makale yazmak, bir araştırma yapmak ya da yemek pişirmek gibi bir sistemli düzen gerektirir. Aksi halde denizin hemen dibinde kumlara yazılan yazılar gibi kolaylıkla silinir, unutulur gider. Düşünmek ve bu şekilde ürettiklerimizi bir mantıksal düzene koymak, düşüncelerimizi iletmek için ilk adımdır. Yeterince olgunlaştırılmamış bir düşünce iletildiğinde beklenen sonucu oluşturmaz.


 


Düşünceler, Sözcükler ve Filtreler


Düşündüklerimizi herhangi bir ortamda iletebilmek için onları sözcüklerle ilişkilendirmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz; duygu ve düşüncelerimizi resim, müzik, heykel veya pantomim gibi sanat dallarından yararlanarak da aktarabiliyoruz. Ama iletişimin hâlâ en önemli şekli sözcükler üzerine kurulmuş halde. Bu nedenle düşüncelerle sözcükler arasında gerekli eşlemeyi yapabilmek lazım.


 


Düşüncelerle sözcükleri eşlemek de iletişim açısından ihtiyaç duyulan zemini oluşturmuyor. Neyi ne kadar söylemek istediğimiz, oluşturduğumuz düşünce ve sözcük kümelenmeleri bir süzgeçten geçirmemizi gerektirebiliyor. “Şunları şöyle söylemeli” dediğimizde dünya, yaşam ve çevremizle ilgili algılarımız bir filtre işlemi yaparak söyleyeceklerimizi söze ya da yazıya dökmeye hazır hale getiriyor.


 


Genelde kavramları ve sözcükleri yakın yaşam çevremizin içinde öğreniyoruz. Bildiğimizi sandığımız bir sözcük için “Acaba şu kelimenin sözlük anlamı nedir?” gibi bir soru sormuyoruz. Dolayısıyla farklı çevrelerde farklı biçimlerde öğrenilen aynı sözcükler ve kavramlar her birimiz için eşdeğer anlamı taşımıyor. Yeterince tanımlanmamış kavramlar ve sözcükleri kullanarak iletişim kurmaya çalışıyoruz. çoğu zaman sözcükler kendimize ve yaşam çevremize özgü anlamlar taşıdığı için düşüncelerimizi sözcüklere dönüştürürken bu dönüşüm aşaması da farkında olmadığımız bir filtreleme süreci haline dönüşüyor. Böylece söylemek istediğimiz bir cümle, karşımızdaki insan için bizim söylemek istediğimizden farklı bir anlama gelebiliyor.


 


Karşımızdaki Filtreler


Sadece düşüncesini sözlerle aktarmak isteyen kişinin filtreleri yok. Karşımızdaki insanın da yaşam çevresinden, geçmiş deneyiminden veya algı modelinden kaynaklanan filtreleri var. Muhtemelen onun duymak istedikleri var. Bunlar da iletilen sözün alındığı noktada farklı biçimde algılanmasına neden oluyor.


 


Kaynak tarafından verilmek istenen mesajın hedefte farklı anlaşılması, karşımızdaki kişinin işitme, algılama ve anlama becerileri ile çok yakında ilintili. Sözün iletilmesi ile birlikte yeni bir düşünme süreci de (karşı tarafta) sözün alıcısında başlıyor. Onun ne anladığını sanması (düşünmesi) iletişimin farklı ve ilginç bir boyutunu oluşturuyor.


 


Söz değerlidir. Onun değerini içerdiği duygu ve düşünce belirler. Ama söz de yerinde ağırdır. Karşıya iletildiğinde onu taşıyan kanalın özelliklerinden dolayı değişime ve dönüşüme uğrayabilir. Ne anlaşıldığını doğrulamak gerekir. Bu nedenle iki nokta arasında meydana gelen olaya, çift yönlülüğe işaret etmek üzere iletişim adını veriyoruz.


 


“Communication Skills For Managers” isimli bir kitap yazmış olan Sayers, Bingaman, Graham ve Wheeler bu çift yönlülüğü şöyle ifade etmişler: “Etkili iletişim iki yönlü bir süreçtir; bir verici ile bir alıcı arasındaki düşünce alışverişidir. Her bir tarafın bu sürece katılımı geçmiş tecrübeler, değerler, ihtiyaçlar ve duygulardan çıkan kişisel algılamalara dayanır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi