Eleştiri, Tahammülsüzlük ve Yok Etme Güdüsü

Kim onlar? Dün yere, göğe koyamadıklarını bugün elbirliği ile kıyasıya karalayıp yerin dibine batırmaya çalışanlar? Onlara siyaset alanında, işyerinizde, bir dernekte, tanıdık veya hısım akrabalarınız arasında rastlayabilirsiniz. Bu türün birinci ve en belirgin özelliği, sizin farklı bir kimliğe veya davranışa sahip olmanıza tahammülsüzlüğüdür. Cehalet bu tür mensuplarının asla istismar etmekten çekinmedikleri, en etkili silahlarıdır.

Genel geçer olanın dışında bir fark yaratmış bireyler, onları kökten rahatsız eder. Onlarınkinden farklılaşmış bir sosyal, kültürel veya dinsel düşünceye sahip olmanızı kendi içlerine sindiremezler. İlk akıllarına gelen, en uygun zamanda sizi sonsuza kadar susturmak için zihnen ‘boğazlamaya’ kalkmaktır. Sıklıkla haktan, birlikten, kardeşlikten, demokrasiden, insan haklarından ve hatta paylaşımdan söz etmelerine rağmen demokrasi kültürü bunların ‘semtine uğramamıştır’.

Onlar gibi davrandığınızda, zaman zaman sizi kullanmalarına izin verdiğinizde, makam ve mevkilerini tehdit etmediğinizde çıkarları gereği farklılığınızı ‘görmemiş’ gibi yapabilirler. Ama en ufak bir kıvılcım, bir sokak çetesi gibi üzerinize saldırmalarına neden olur. El ve çıkar birliği ile saldırmadıkları ne kişiliğiniz kalır, ne kültürünüz, ne kariyeriniz ne de inançlarınız… Düşüncesizlik, acımasızlık ve yok etmeye odaklılık onların karakteridir. Genelde haince, önünüzden ve arkanızdan yapmadıkları kalmaz. Sizi arkadan yaklaşıp boğmak için ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamınızın can damarlarını kesmek için bitip tükenmeyen bir enerjiyle saldırırlar. ‘Rahat’ etmek istiyorsanız sesinizi kesin, köşenize sinin, eleştirmeyin, ses çıkarmayın; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. Öyle mi?

Topumuza sindirilmiş kültüre bağlı olarak; farklı olanı, farklı düşüneni ve eleştiri yapanı sevmeyiz. Onun kendiliğinden bizi benzeyecek dönüşümü geçirmesini hayal eder ve bekleriz. Kimi zaman bekleyiş halinde olmak yeterli olmaz; aynılaştırmayı baskı ve zor kullanarak da olsa kendimiz gerçekleştirmek isteriz. Bu konuda siyaset geleneğimizin son derece ‘deneyimli’ olduğunu bilmeyenimiz var mıdır? Aynılıktan uzak düşenleri, ‘doğru yola’ sevk etmenin adımlarından birini korku salmak olarak öğrenmişizdir.

Korku, öncelikle vatan-millet vurguları ile ortaya konur. Hâlâ aynılaşmamakta direnenler, bir ötekileştirme ve dışlanma sürecine doğru iteklenirler. Aykırılıkları, farklılıkları ve çeşitlilikleri savunmaya devam edenler –veya böyle olmakta ısrarlı olanlar– ‘vatan hainleri’ olarak hedef gösterilirler. Hedef gösterme maskesinin altında bilerek kurgulanmış bir ayrımcılık yer alır. Bu sürecin en etkili araçları arasında –aslında açık bir istismarın öznesi olarak– gelenek yer alır. Bir başka deyişle gelenek, kötü niyetlinin elinde ayrımcılık amacıyla ‘kullanılan’ en ucuz ve kolay araçlardan biridir.

Aynılaştırma çabasının ürettiği korku, düşman algısı üzerine kurulur. Öncelikle uluslararası düşmanlar vardır ki; bunlar, bizim yok oluşumuzdan yararlar umarlar. Kaf Dağı’nın arkasında her an bizi bölüp parçalamak için hazır bekleyen düşmanların ise yakın çevremizde konuşlanmış yerli işbirlikçileri vardır. Aynılaştırmaya karşı durup kendi olmaya çalışan, bu yerli işbirlikçi düşmanların saflarına geçmiş sayılır. Binlerce yıldır toplumumuzun bekasını tehdit etme çabasında olan düşmanlar, bu emellerine ulaşmak için özellikle komplolar yaratmayı ve işletmeyi tercih ederler. Aynı olmayan, düşmandır, bölücüdür ve komplocudur.

İster bir tesadüf eseri güçlü olalım isterse zayıf; önemli olan, mücadele etmek ve sonunda bizi yok etmeye niyetli düşmanı yok etmektir. Tarih kitaplarımızda huzurlu barış dönemleri yer almaz; adeta ‘iyi’ bir kronoloji, düşmanın yerle yeksan edildiği savaşların meydana getirdiği bir başarılar manzumesi olmalıdır.

Kendi aramızdaki sorunların çözümünde bile; karşımızdaki söz ve davranışlarımızla nasıl da başarıyla perişan ettiğimizi anlatmaz mıyız? Siz, başarılı bir uzlaşma ile çözülmüş bir karşıtlıktan mutlulukla söz eden bir yurttaşımızı tanıdınız mı? Uzlaşmanın yenmeyi denemekten iyi olduğuna inanmıyoruz. Barışın savaştan iyi olduğuna güvenmiyoruz. Çünkü herkesin bize ait olanlarda gözü var, diye düşünüyoruz. Elbette bir gün barışın savaştan, birlikte yaşamanın yok etmekten, dost edinmenin düşman olmaktan, güvenmenin korkmaktan ve farklılığın aynılıktan daha mutluluk verici olduğunu öğreneceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi