Kendi Farkındalığım

Başka insanlar veya yaşadığımız olaylar hakkında yargılar geliştirirken bazı ‘kolaylıklardan’ yararlanırız. Örneğin süzgeçlerimiz vardır. Biçim olarak beğenmediğimiz bazı kişileri, kendi ilişki alanımız dışında tutarız. Başka düşünceler için de böyledir. Eğer karşılaştığımız bir düşünceyi, zihinsel süzgecimiz daha baştan eliyorsa, bizim için onun gündeme alınması bile düşünülemez. Bu süzgeç daha çocukluğumuzda aile içinde oluşmaya başlar. Kimi zaman okul, bazen arkadaş çevremiz bu süzgeci kalıcı hale getirir. İlerleyen zamanda bu süzgeç, bizimle öylesine içselleşir ki adeta kolumuz, bacağımız gibi bedenimizin –daha doğrusu yaşama bakış açımızın– olağan bir parçası haline gelir.

Bu süzgecin çoğu zaman yaşamın ara renklerine tahammülü yoktur. Böyle bir durumda ya siyah ya da beyaz olmalıdır yargılarımız. Bu da yaşamın erken yıllarının bize öğrettiği acımasız kurallardan biridir. Siyah ve beyaz dışındakiler süzgecin deliklerinde takılır kalır.

Çünkü siyah-beyaz kutuplaşması içinde düşünmek, yaşamı böyle algılamak kolaydır. Grilerin ve renklerin yarattığı karmaşayı yaşamak yerine siyah ve beyazın oluşturduğu tembelliği ve kolaycılığı tercih ederiz.

Hiç kuşkusuz; kolaycılığımız, sadece kutuplaşmış değer yargılarımız ile ilgili değildir. Gerçeği yakalama konusunda da kolaycı tutumlarımız var. Örneğin bir kişi hakkında görüş geliştirirken, onu daha yakından tanımayı denemek yerine ‘zihin okuma’ yolunu tercih ederiz.

Zihin okuma, karşımızdaki insanın ne düşündüğünü veya hissettiğini bilme varsayımıdır. Bunu sıklıkla empati (duygudaşlık) ile karıştırdığımız da olur. Zihin okuma bir yanıyla bencilliktir, diğer yanıyla da çokbilmişlik. Karşımızdaki kişinin ne düşünüp ne hissettiğini bilmekle kalmayız; onun yerine düşünmeye, onun yerine hissetmeye ve onun yerine eylemde bulunmaya da başlarız. Bu yaptığımızın, söz konusu insana bir saygısızlık olduğu aklımıza bile gelmez.

Bir ayna karşısında giyimimizi denetleyebilir, görünümümüze biçim verebiliriz. Bunu büyük ölçüde de kendimiz yapabiliriz ama bir karakter aynamız yoktur ki, bize gerçekleri göstersin ve düzeltmemizi sağlasın. İnsanın kendisiyle ilgili hatalarının temelinde, genellikle kendisini objektif olarak göremeyişi yatar. Gerçekten bir kişinin yukarıda sözünü ettiğim hatalı davranışlarını görmesi hiç de kolay değildir. Bir başka deyişle; bir insanın kendi kendisinin aynası olabilmesi için zihinsel ve ruhsal zenginliğe sahip, yüksek derecede birikimli, deneyimli bir insan olması gerekir. Bu da çok az insana nasip olan bir durumdur.

İnsanın aynası –yansıtma kalitesi de dikkate alındığında– çevresidir. Çevresinde var olup türlü ilişkiler kurduğu diğer insanlardır. Örneğin ailesi ve arkadaşlarıdır. Kişi, diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde ortaya çıkan durumların ve sonuçların daha kolay ayırdına varabilir. Diğer insanlarla olan etkileşiminin gidişine ve vardığı noktalara bakarak kendi tutum ve davranışları hakkında kararlara varabilir. Değiştirmek istedikleri olursa onlarla ilgili önlemler alabilir.

Pek çok karakter özelliğimiz, daha bebeklikte başladığından ve bizim olağan bir parçamız haline geldiğinden bunları fark etmek ve kavramak daha zor olabilir. Ama insanlarla olan ilişki ve iletişimlerimizi mercek altına alarak bazı kişisel gerçeklerimizi yakalayabiliriz.

İnsanın kendisini incelemesinde ve değiştirmesinde bence önemli bir ön koşul var. O da her durumda kendisiyle barışık olması. Olumlu ve olumsuz gelişmeleri, cesaretle karşılayıp bunların gelecekteki yaşamı için deneyim örnekleri olduğunu anlaması. Kendinin farkında olmak ve devamında değiştirebilmek için önce kendine ve çevreye karşı olumlu olmayı başarmak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi