Sosyal kaynaşma ya da sosyal uyum

Sosyal kaynaşma veya sosyal uyum, dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeni sayılabilecek bir kavram... Genelde sosyoloji, siyaset bilimi veya sosyal politika alanlarının bir kavramı olarak kullanılıyor. Henüz üzerinde tam olarak anlaşılmış bir tanımının olduğunu söylemek zor. Ama yaşadığımız çağın gerekleri, pek çok alanda olduğu gibi sosyal bilimlerin de yeni kavramlar geliştirmesini adeta zorunlu kılıyor.

Sosyal kaynaşma, kültürel veya etnik çeşitlilik vb. gibi değişik biçimlerde çeşitliliğe sahip toplumları bir arada tutan bağ yapısını ifade etmek amacıyla kullanılıyor. Bir başka tanımda; ekonomik ve sosyal alanlarla sağlık ve eğitim gibi alanlardaki politikaların, yurttaşları sosyal yaşama daha fazla katacak biçimde bir bütünlük içinde düzenlenmeleri şeklinde ifade ediliyor. Özetle; bir toplumu bir arada tutan bağlara ve bu bağları oluşturacak politikalar bütününe sosyal kaynaşma veya sosyal uyum adı veriliyor.

Sosyal kaynaşma kavramının arkasında iki temel yönelim var. Birincisi; insana ve bireye verilen değer ve önemdir. Böylece yurttaşların insanca şartlarda yaşamlarını sürdürmeleri fikri öne sürülüyor. İkinci eksende ise bireylerin bir toplum oluşturdukları ve bunu oluşturan bağların önemi ve değeri vurgulanıyor. Böylece bir yandan ağaçlara dikkat çekilirken, diğer yandan ağaçların oluşturduğu ormana vurgu yapılıyor.

Sosyal kaynaşma kavramının kullanıldığı alanların başında kentler geliyor. Dolayısıyla toplumun sosyal kaynaşmasından söz edilirken, özellikle bir kent toplumuna işaret ediliyor. Bu çerçevede ele alınan topluma ilişkin maddi koşullardan, pasif ve aktif ilişkilerden, ayrımcılık karşıtı olarak kapsayıcılıktan ve sosyal adalet anlamına gelmek üzere eşitlikten söz ediliyor.

Hiç kuşkusuz; sosyal kaynaşmanın şartları içinde maddi olanların özel bir önemi ve ağırlığı var. Bu bağlamda kentin yurttaşlar için istihdam, gelir, sağlık, eğitim ve konut gibi alanlarda olanaklar sağlayıcı özelliklere sahip olması yaklaşımı getiriliyor. İçinde bulunduğumuz ağır şartlar da doğruluyor ki; işsizlik, borç yükü, sağlık sorunları, onur ve saygınlık kırıklığı yaşayan bireyler arasında bir toplumu oluşturacak sağlam bağların gerçekleşmesi mümkün olmuyor. Bu nedenle bir kent, saydığım bu özellikler üzerinden bireylere ve ailelere adil fırsatlar sunabilmelidir.

Kent yöneticilerinin de haksız tehditleri azaltmak ve adil fırsatları çoğaltmak gibi kaçınılmaz görevleri var. Bir kentte yöneticilik; sadece park-bahçe yapmaktan, kent mobilyaları yerleştirmekten veya davul dümbelekle karnı aç insanları eğlendirmeye çalışmaktan ibaret değil. Sosyal politikalar, vazgeçilmez biçimde yerel yöneticiliğin ön koşullarını oluşturuyor.

Sosyal kaynaşmanın bir diğer boyutu sosyal düzen, güvenlik, korkusuz yaşam ve kendi halinde yaşayabilme unsurları ile ilgilidir. Bir kentte yaşayan tüm yurttaşların saygı görmeye, adil şartlar altında hizmet almaya hakkı var. Hoşgörü ortamında barış içinde yaşama ve güvenlik sorunlarının tehdit edici ortamında yaşama, uyumlu bir kent yaşamının gereklerindendir.

Yaşadığımız zaman diliminin isimlerinden biri Ağ Toplumu Çağı… Bilişim, iletişim, yapay zekâ ve lojistik teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte bir yandan dünya küçülürken, diğer yandan insanlar farklı ağ (platform, kamusal alan) yapıları içinde daha fazla ve sık bir araya gelmeye başladılar. Çağdaş bir kent, sosyal kaynaşma niteliğinin bir gereği olarak o yerleşimdeki insanlara bu ağlarda, işbirliklerinde ve ortaklıklarda daha fazla yer alam imkânı sunabilmelidir. Diğer yandan o kent, yurttaşların bilgi edinme, soru sorabilme ve her türden sosyal-sivil sözleşmeler yapabilme özgürlüğü sunabilmelidir.

Dünyanın içinde bulunduğu zaman diliminin öne çıkan sorunlarından bir diğerinin ayrımcılık olduğunu gözlüyoruz. Etnik ayrımcılıktan cinsiyet üzerine kurgulanmış sınıflandırılmaya kadar her türlü haksızlık ve adaletsizliği lanetlenmeye başladığı bir çağa doğru ilerliyoruz. Bu nedenle kentlerin de –ayrımcılığın karşıtı olarak– kapsayıcılığının geliştirilmesi gerekiyor. Bir kentin yerel yöneticileri ile sivil toplum kuruluşlarına bu yönde düşen görevler var. Gene bu bağlamda kent, toplumu oluşturan bireyler, kurum ve kuruluşlar arasında özgür deneyim paylaşımına geçit vermeli; hatta bu yeteneğin geliştirilmesine imkân sağlamalıdır.

Örneğin; kentin kaynakları kullanılarak yapılmış bir proje var olsun. Eğer bu projenin ürünleri veya o vesile ile üretilen hizmetler, kent toplumunun tamamı için erişilebilir ve ulaşılabilir değilse, o yerleşimde açık biçimde ayrımcılık yapılıyor demektir. Bu çerçevede sosyal adalet anlayışının yaşam kalitesi, sağlık – eğitim – gelir – istihdam gibi olanakların elde edilmesi ve müstakbel yaşam fırsatlarının geliştirilmesi şeklinde uygulanabilmesi gerekir.

Bir kent; asla binalar, yollar, köprüler veya kent mobilyaları değildir; bir kent, öncelikle orada yaşayan insanların sağlıklı kalıcılığı, sürdürülebilir mutluluğu, güvence veren istihdam şartları, erişilebilir eğitim olanakları ve yaşam sevincini artıran şartlar biçiminde algılanmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi