Yaşam: Nereden nereye?

1970’li yıllara kadar büyükçe bir kapalı köy ekonomisini andırıyorduk. Dünyada olup bitenden haberimiz yoktu. Bilişim, İnternet ve iletişim teknolojilerindeki gelişme ile birlikte küresel ölçekte olup bitenden daha fazla haberimiz olmaya başladı. Ama bu bilgilenmenin de çoğu zaman denizin üstündeki köpüklerin altına inemediği bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Dünyadaki hızlı bilimsel, teknolojik ve düşünsel değişimi, toplumun iliklerine işleyecek biçimde yakında izlemiyoruz. Bunda okuma, düşünme ve tartışma alanlarındaki zafiyetimiz rol oynuyor.

Her ne kadar kalite konusundaki çalışmalar, ülkemizde de yaygınlaşmaya başlasa da; bunun işletme veya kuruluş kültürümüzce özümsenmiş olduğunu söyleyemem. İşlerimizde ve çalışmalarımızda dünyada kabul görmüş standartları yakalamada başarılı değiliz. Büyük sınai kuruluşlarımızı, aile şirketlerimizi, devletin değişik birimlerini, siyasal partileri veya sivil toplum kuruluşlarını mercek altına aldığımızda; bu gerçeği kolaylıkla kavrıyoruz.

Toplumu eleştirmekte cesur olanlar, komplo zihniyetine sahip bir topluluk olduğumuzu söylerler. Aslına bakarsanız; bu söylenen, bir felaket senaryoları manzumesinden öteye gitmiyor. Yaşamı, sürekli üretilmesi gereken stratejik açılımlarla birlikte kavramayı henüz öğrenmedik. Bu nedenle kuruluşlarımızda stratejik planlama ve yönetim ile bütçelemenin yaygın kullanımını görmüyoruz.

Kendimize yaşamın aynasında yaşam kalitesi açısından baktığımızda da ilginç görüntüler izliyoruz. Örneğin yaşam kalitesini görsellik ve imaj olarak algılıyor olmamız bunlardan bir tanesi. Dolayısıyla kendimizi düşünsel ve duygusal olarak değiştirmek yerine kılık kıyafetimizle ve kozmetik değişim ile yetiniyoruz. Hâlbuki yaşam kalitesi, insanların gelir hakkından sağlık koşullarının iyileştirmesine; kültür, sanat ve spor yapma hakkından güvenli bir ortamda yaşama kadar çok değişik faktörlerden oluşuyor. Kaliteli bir yaşam için buna benzer unsurların tümünde iyileşme olması gerekiyor.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını saymazsak son 200 küsur yılda önümüze büyük hedefler koymaktan giderek uzaklaştık. Hem toplum hem de birey olarak büyük hayallerimizin ve büyük hedeflerimizin sayısı ve niteliği düşüyor. Tembelliği ve kolaycılığı hak olarak görmeyi ‘akıl ederken’, büyük küresel yarışta toplum ve birey olarak ayakta kalmak için daha verimli ve daha akılcı olmamız gerektiğini, ne yazık ki unutuyoruz.

İnsanın başarısı, öncelikle niyetiyle yakından ilgilidir. Bardağın dolu tarafını görmek, yapılan işte sinerji yaratır. Hâlbuki toplum olarak bardağın boş tarafını görme eğilimimizi bir türlü aşamadık. Çözümler konusunda gayretli, ısrarlı ve azimli olmak yerine olumsuzluk üreterek moral bozukluğu yaratıyoruz. Ayaklarımızı gerçek zemine basıp ihtiyaç duyduğumuz önlemleri almak ve çözümleri üretmek yerine hayali yanılsamalar üzerine gerçeği kurmaya çalışıyoruz. Bu bozuk ruh halinden kurtulmak için yol, yordam ve stratejiler geliştirmemiz gerekiyor.

Yüksek öğrenimde ders verdiğim yıllar, her zaman ilginç gözlemlerime vesile olmuştur. Örneğin araştırmayı, yenilikçiliği, derinleşmeyi ve bunlara bağlı olarak kaliteli öğrenmeyi teşvik etmek yerine ‘işi kolaydan halletmeyi’ huy haline getirdiğimizi görüyorum. “Emek olmadan yemek olmaz” diyen bir anlayıştan kolaycı, ucuzcu ve beleşçi bir zihniyete transfer olduk. Bu gidişin hayır olmadığını, toplumdaki kirlenme ile her defasında acı biçimde yaşıyoruz.

Yukarıda özetlediklerimi, şikâyet ya da hayıflanma olarak anlamamak lazım. Kısaca kalemin söylediği; ailemizden kentimize, yakın çevremizden toplumumuza kadar her alanda önlemler almamız gerektiğini ifade etmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi