Yaşam ve Öğrenme

 


 


Erişmek istediğimiz bilgilerin bir bölümü kitaplarda bulunur. Ama bu kitaplardan edinemeyeceğimiz yaşamsal bilgiler de var. Bunları aile büyüklerimizden, kanaat önderlerinden, bilgelerden veya iyi öğretmenlerden ediniriz. Kendi adıma; bir sorunun cevabının bilinemeyebileceğini iyi bir öğretmenimden öğrenmiştim. Derste sorduğum bir sorunun cevabını bilmediğini, ama öğrenip bana iletebileceğini söylemişti. Gerçekten ertesi gün beni onca öğrencinin arasında bulup yaptığı araştırma sonucunda sorduğum sorunun cevabını aktardığını hatırlıyorum.


 


Gerçekten bilmediklerimiz olabilir. Bunları önce kendimize itiraf edebilmeli ve bilinmesi önemli ise, araştırıp öğrenebilme güç ve cesaretinde olabilmeliyiz. Bir soru karşısında biliyormuş gibi yapmak veya eksik bilgilerimizle bir açıklama geliştirmeye çalışmak kadar yanlış veya eksik bir davranış olamaz.


 


Bazen yazı yazarken veya bir konu üzerinde düşünürken bazı kavram veya sözcüklere takılırım. Onu gerçekten bilip bilmediğim konusunda emin olmak ister, en az bir sözlük veya ansiklopediden araştırırım. İnternet’ten yararlandığım da olur. Kimi zaman o sözcüğün gerçek anlamının, benim onu bildiğim biçimden farklı olduğunu hayretle görürüm. Eğer doğru bildiğim ortaya çıkarsa, –en silik mürekkebin bile en sağlam bellekten daha kalıcı olduğunu unutmadan– bilgimi pekiştirmiş olduğumu düşünür keyiflenirim. Ayrıca kısa süreli bir okuma da olsa, bu küçük araştırma sırasında o sözcük veya kavramla ilgili ek bilgiler öğrenmenin zenginleştiriciliğini de unutmamak gerekir.


 


Bir dersin anlatımının ardından öğrencilere sormak istedikleri bir şey olup olmadığı sorusu ilginç bir sessizlik ortamı yaratır. Pek çok panel veya konferanstan sonra da benzer durumlar yaşanır. Acaba sessizliğin nedeni, herkesin konuyu yeterince kavraması ve bilgi açısından tatmin olmuş olması mıdır? Bu tür uzunca dinleme süreçlerinin sonrasında dinleyiciler, uzun süre kullanılmamış bir vana gibi davranırlar. Açılmaları için fazladan gayret sarf etmek gerekir. Bu konuda anlatımı gerçekleştiren konuşmacının motive edici özellikleri devreye girebilir. Anlatıcı, insanları soru sormaya ve konunun bazı yönlerinin açılmasına heveslendirmeye çalışabilir.


 


Bazı durumlarda bir anlatım, gerek sürdürüldüğü sırada veya konuşmanın sonunda yoğun bir soru saldırısına uğrayabilir. Bir soru, başka sorulara vesile olabilir. Hatta bazı kişilerin ortalığı karıştırma amaçlı soruları bile gündeme gelebilir. Tüm bu tür durumlar, bir topluluk önünde konuşmanın, bir konuyu iyi bilmekten daha farklı bir durum olduğunu doğrular. Bu açıdan bakıldığında topluluk önünde konuşmak, bir tür insan yönetme sistemidir diyebiliriz.


 


İnsanların en büyük korkularından birisi, bir topluluk önünde konuşma konusundadır. Bu korkuyu taşıyanlar arasında son derece sosyal görünen insanların bulunduğunu bilmek hayret vericidir. Yine deneyim ve bilgi birikimi açısından özellikleri olan kişilerin de, kimi zaman topluluk önünde başarılı konuşmacılar olamadıklarını görürüz.


 


Topluluk karşısında konuşma korkusu, pek çok korku türü gibi üzerine gidilerek çözülebilecek sorunlardan birisidir. öncelikle bu iletişim sorununu çözmeyi istemek gerekir. Bu sorunun çözümüne ilişkin yardımcı kitaplar, danışmanlar veya eğitim veren kurumlar vardır.


 


Bir konuşma, bizden dışarıya giden bir iletiler demetidir. Ama bu konuşma sırasında bizim de dışarıdan almamız gereken iletiler vardır. Bunlar, konuşmamızın nasıl ilerleyeceği konusunda bize ciddi ipuçları verir. İlgi gören ve sevilerek dinlenen bir konuşmacı olmanın koşullarından birisi, konuşma sırasında dinleyicileri okuyabilmek ve onlardan gelen işaretleri alabilmektir.


 


Son söz Farabi’den: “Uzun konuşanı, kısa dinlemeli.” çok konuşup dinlemeyi bilmeyeni ise –ki, siz onu tanırsınız– hiç dinlememeli.


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi