Yok Olan Dünyanın Farkında Olmak


Bir Çevre Günü daha aktı, gitti. Bu konuda duyarlı olanlar seslerini, mesajlarını iletmeye çalıştılar. Çevreciler bir olup güçleri çerçevesinde arazi temizliği yaptılar. Çevre sorunları konusunda kulakları tıkalı, gözleri görmez, beyinleri kalkerleşmiş bir kültürsüzlüğü yaşayanlar ise her zamanki ‘normallerinde’ devam edecekler. Bunun görmek için İstikbal Gazetesi’nin dünkü manşetine göz atmak bile yeterli olur. Marmara Denizi’nde yaşanan ve giderek yükselen deniz salyası (müsilaj) tehdidi ise doğayı hoyratça kirletmenin, ona karşı kayıtsızlığın ve duyarsızlığın hızla ve yaygın biçimde nelere mal olacağını büyük ölçekte sergiliyor.


Artık iyi biliyoruz ki; dünyayı her geçen gün biraz daha yitiriyoruz. Çevre kirliliği, doğal kaynakların akıl dışı ve ahlaksız kullanımı konusunda uyarı haykırışlarının hala ciddiye alınmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu haykırışları kavramayanlar yanında bunların bir takım entelektüel insanların eğlencesi sananlar hala çoğunluğu oluşturuyor. Ama bir gerçek var ki, gün be gün dünyada yaşam elden gidiyor. Aynen zamanı yitirmek gibi, doğal dünyayı yitirdiğimiz noktada da geriye dönüş olmayacak. Dönüşü olmayan yol bu…


Hem yaşamsal dengelerin korunması, hem de insanların yaşam sürekliliğinin sağlanması için ciddiyetle dikkate alınması gerekenler var. Öncelikle su ve toprak zenginliğinin korunması, yakın ve uzak ihtiyaçları karşılamak üzere akılcı kullanılması gerekmektedir. Bugünkü çılgın, sorumsuz, başıboş ve akıldışı kullanım düzeyinde ısrar edilirse dünya nüfusu çok yakında içecek su, yiyecek gıda bulamamak tehdidi ile gelebilir.


Dünya diye söz edince, bunu sanki bize uzak bir gerçekmiş gibi algılıyoruz çoğu zaman. Dünya kavramının içinde Türkiye’nin, toplumumuzun ve kendimizin olduğunu kavramakta zorluk çekiyoruz. Giderek yitirilen tarım topraklarının, yok olan tatlı su kaynaklarının bir tehditler manzumesi olarak ne denli yakınımızda olduğunu fark edemiyoruz. Eriyen buzullar dediğimizde kutup bölgelerinin bize çok uzak olduğunu düşünüp bize olan olumsuz etkilerini doğru kavrayamıyoruz. Muhtemelen eğitim sistemimiz, yazılı ve görsel basınımız bu yakın gerçekleri bize yeterince aktaramıyor.


Örneğin çevre kirlenmesi nedeniyle eriyen buzulların denizlerin yükselmesine neden olacağını günlük haberlerde dinleyip okuyoruz. Ama yükselen denizlerin her an daha çok, karadaki tatlı su kaynaklarına sızarak bunları kirleteceğini aklımıza getirmiyoruz. Bilim insanların gelecekte beklediği gelişme bu. Önümüzdeki dönemde denizlerin yükselmesiyle yerüstü suları ve yeraltı suları, (alttan ve üstten) karalara ilerleyen tuzlu sularla kirlenecek; toprak zenginliğimiz ve tatlı su kaynaklarımız tuzlanmaya uğrayacak. Özetle; içme suyunun, aynen petrolün olduğu gibi varilinin yüksek bedellerle satıldığı günlere doğru adım adım ilerliyoruz.


Eskişehir ili olarak denize kıyımız olmaması durumu değiştirmiyor. Eskişehir’de Porsuk ve Sakarya başta olmak üzere akarsulardan, bunları besleyen kollardan, yeraltı zemin suyundan ve yeraltı termal sulardan oluşan çok karmaşık bir su sistemimiz var. Bu su kaynaklarından herhangi birinde oluşan kirlenme, bileşik kaplar sistemi gibi diğerlerini de etkiliyor. Bu tespit, bilimsel çalışmalarla da doğrulanmış halde. İlimizin tüm yüzeyinde yerüstü ve yeraltı sularının düzenli olarak incelenmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.


Eskişehir’de veya çevre başka illerde yaratılan akarsu kirlenmelerinin, doğrudan içme ve kullanma sularımıza olumsuz etkiler yaptığını unutmamamız gerekir. Ülkemizin olduğu gibi ilimizin de kendi koşullarına uygun bir bütünleşik “Su Master Planı” hazırlaması ve bu planın uygulanmasına ilişkin finans ve insan kaynağı ayırması gerekir. Eğer gerekli önlemleri almak için bir su felaketi yaşamayı beklersek, geldiğimiz o noktada çok gecikmiş olabiliriz.  (Eğer bir su master planı varsa ve biz vatandaşlar olarak bunu bilmiyor ve gereğini yerine getirmiyorsak o plan yok sayılır. Çünkü su gibi önemli bir kaynak sadece kamusal birimlerin değil, tüm yurttaşların konusudur.)


Dünyada kuraklaşma sürecinin giderek hızlandığını, ülkemizin de bundan ‘nasibini’ aldığını biliyoruz. Bu sürecin karşısında erozyon denetimi, suyun toprakta tutulması, su ve toprak master planlarına özgü tarım politikaları geliştirilip uygulanması zorunludur.


Adım adım dünyayı yitirmekte olduğumuz süreçte bu ciddi konuyu hatırlamayı bir insanlık görevi kabul edelim ve gereğini yapalım. İnsanlığı, tüketim toplumu çılgınlığı ile götürebileceğimiz fazla yol ve zaman kalmadı.


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi