Zaman ve Yepyeni Umutlar

Ayakta kalmanın, geleceğin heyecanıyla yeni adımlar atmanın ve yaşam sevincine katkılar yapmanın ilk şartı umudu yitirmemek… Hepimizin tek tek yaşam deneyleri de göstermiştir ki; yolun bittiğini sandığımız anlarda bile önümüzde yeni ufuklar açılıyor. Yeni bir yılın vazgeçilmez niteliği yeni umutlara vesile olması… Aslına bakarsanız; –eğer varsa zaman– zamanın yeni yıldan haberi yok.


Zamanın ise başı ve sonu yok. O, bildiği gibi akıp gidiyor. Sadece biz insanlar olarak zamanın bazı noktalarına işaret taşları koyuyoruz. Bilip aklımızda tutabilmek için… Yılbaşı, bayramlar, yıldönümleri veya kutlama günleri hep bizim koyduğumuz işaretler. Zamanın sonsuz eksenine çentik atma çabalarımız…


Ama zamanı işaretlemeyi bu denli basit olarak algılamamak da lazım; çünkü zamana koyduğumuz her çentik ile o ana farklı bir değer ve anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bazen acılı da olsa; çoğu zaman koyduğumuz bu işaretlerin, gelecek adına enerji veya değişim yaratmasını sağlamaya çalışıyoruz.


Her işaretle yaptığımız bir diğer şey, geçmişin tozlarından silkinip yeni bir bakış açısı edinmeye çalışmak. Yaratmak istediğimiz sinerji yanında gelecek algımızı değiştirmeye çalışıyoruz. Yaşamımızın o anından sonra ne yapacağımıza veya dünyaya karşı nasıl bir tutum takınacağımızı belirlemeye çalışıyoruz. Yeniyi aramak ve bulmak, en olumsuz zamanlarımızda bile olmasını istediğimiz bir şey. Her yeni yılın başında yeni hayaller ve umutlar kurgulamamızın ardında bu özelliklerimiz var.


Bazen yaşamımız, öyle kilitlenmiş, değişmez ve boz bulanık görünüyor ki… Bu durumdan umutsuzluğa ve yeise kapılabiliyoruz. İçimiz bir değişim umuduyla yanarken, çevremizin dört duvar hapishane olduğu fikriyle boğazımız düğümlenebiliyor. Umudu ve yeisi birlikte yaşıyoruz.


Yaşamımızın öyle anları var ki; bizi yoran damlaların bardağımızı doldurduğunu hissettiğimiz oluyor. Ya da çölde kalmış bir kaya parçası gibi rüzgâr ve güneşle taneler halinde dağıldığımızı ve yok olduğumuzu hissedebiliyoruz. Böyle bir durumun belli başlı iki farklı sonucu oluyor. Ya daha fazla içe dönüp karanlığımızı koyulaştırıyoruz ya da patlamaya aday bir yağmur eşliğinde tufana dönüşüyoruz. İşte; böyle zamanlarda bir kırılma yaratmaya, zaman eksenine yeni bir çentik atmaya ihtiyacımız oluyor. İçimizin karanlığını artıran ve bizi bir tufana sürükleyen ruh halinden kurtulmamızı sağlayacak bir silkinmeye ihtiyaç duyuyoruz.


Bu anlamda zaman eksenine attığımız çentikleri, yani başlangıç fırsatlarını sempatiyle karşılamak lazım. Böyle baktığımızda; yılbaşının, doğum günü kutlamalarının veya sevdiğimizin ölümünü anma günlerinin hangi kesimin veya toplumun kültürüyle ilgili sorunu silikleşiyor. özel günler, bir anlamlandırma haline dönüşüyor. özgün veya yabancı olan ise ancak o özel günü nasıl kutladığımız olarak ayrışıyor.


Yeni yıl, zaman eksenine koyduğumuz işaretlerden bir tanesidir. Bu algıdan sonra; yeni yılın başlangıcı, zamanı bir kez daha anlamlandırmak için, geleceğe yeni değerler atamak için ihtiyacımız olan bir fırsata dönüşüyor. Yılbaşının ne miladi takvimin başlangıcı ne de İsa’nın doğumu gibi bir kültürel unsurla ilgisi yok. önemli olan, geleceğe uzayan yaşamımızı bir vesile ile bir kez daha anlamlandırmak ve ona yeni bir değer atamak…


Giderek sanallaşan dünyada sevgiyi, içtenliği, sıcaklığı ne kadar da hızlı yitiriyoruz. Gerçekten bize ait olan tek bir yaşamımız var ve onu da sevgisizlikle sevimsiz bir hale getiriyoruz. Dünyayı, doğal ve kültürel çevreyi ve canlı yaşamını yok ettiğimiz gibi; kendi yaşama sevincimizi de sevgisizlikle ortadan kaldırıyoruz. Her an daha çok sevgiye ihtiyacımız varken, acımasız bir hovardaca sevgilerimizi ve sevgi potansiyelimizi tüketiyoruz.


Ne kadar çok işimiz var, değil mi? Hiçbir şey için asla zamanımız yeterli olmuyor. Ama yoğun ve karmaşık iş programlarımız ile sevdiklerimiz arasındaki değer farkını ancak onları kaybedişlerimizde anlayabiliyoruz. İçimizde derin bir acı kalıyor ama geçen zaman, kaybedilen fırsatlar asla geri gelmiyor. Mutluluk fırsatları avucumuzdan kum taneleri gibi sonsuz bir çöle akıp gidiyor.


Bazen birkaç dakikalık bir telefon konuşması, bazen sevgi veya saygı anlatan bir mektup, mümkünse “Seni hatırladım” diyen bir e-postanın ne kadar iç ısıtıcı, yaşam sevincini artırıcı etkileri olduğunu unutuveriyoruz. Eğer yeniden başlama şansım olsa; sanırım, yaşamımda en çok sahip olmak istediğim varlıkların başında daha fazla sevgi ve saygı gelecektir. Bugün yapabildiğimden çok daha fazla vermeyi ve paylaşmayı isteyeceğim değerlerin başında da sevgi ve saygı gelecektir.


çok iyi bildiğim, yaşamın bana sıkı sıkıya öğrettiği bir gerçek var. Yaşamda verildikçe artan, paylaştıkça çoğalan iki varlık sevgi ve saygıdır. Sevgi zenginliğini artırmanın tek yolu sevgi vermek, bu mükemmel duyguyu olabildiğince paylaşmaktır.


Daima zaman uygun değil, orkestra uyumsuz, müzik kötü ve sahne dar... Bunlar yaşamın gerçekleri. Ama lütfen daha fazla zaman ve mekândan şikâyet etmeyin! Daima zaman yetersizdir. Daima mekânlar karşılıklı olarak uzaktır. Daima bizi engelleyen nedenler vardır. Ama gördüğü sevgi ve saygı nedeniyle karşınızdaki insanın gözbebeklerinin ışıldadığını görmek kadar değerli ve anlamlı bir başka duygu olabilir mi?


Yeni yıl, yeni bir başlangıç… Yeni anlamlar, yeni değerler, yeni umutlar ve yepyeni bir gelecek için canlı bir fırsat…


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi