
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)
AB'NİN, AZINLIK TANIMI BİR TUZAKTIR
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın, "Terörle mücadele ve PKK bağlamında çok büyük bir oyun başlamak üzere. Sahnenin perdeleri kapalı, sahneyi açacak oyuncular perdenin arkasında ipleri ellerinde tutuyorlar. Perde açılmak üzere... Oyun şudur: Bazı yerlerde Kürt konferansları düzenliyorlar. Onların sonuç bildirilerine dikkatli olarak baktığınız zaman, perdeyi açacak aktörlerin kimler olduğunu da çok iyi anlarsınız. Birçok ülkenin terörist olarak kabul ettiği PKK'yı, başka bir kimliğe dönüştürmek mümkün müdür? Bazı çevrelerin gördüğü, 'Evet mümkündür.' Hangi kimliğe dönüştürelim bu mücadeleyi? İnsan hakları ve azınlıklara indirelim, siyasi platforma taşıyalım. Bu siyasi platformun iç siyasetle ilgisi yok, uluslararası bir siyaset bu. O raporlara baktığınız zaman bunları görüyorsunuz." demişti.
Genel Kurmay Başkanımızın uyarısı, dikkate alınacak niteliktedir. Çünkü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1966 tarihinde bir karar aldı. Bu kararın başlığı "Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşme" dir. Bu karar 23 Mart 1976' da yürürlüğe girmiş ve üye ülkelere sunulmuş, inceleyerek imzalanması istenmiştir. Bu kararın birinci bölümü "Kendi kaderini tayin hakkı" başlığını taşır.
Bu maddenin birinci bendi," Bütün halklar, kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtası ile halklar kendi siyasal statülerini serbestce tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini, serbestçe sürdürebilirler" demektedir.
AB dayatması ile imzalatılan, "Kopenhag Kriterleri"nde... 32-33' madde de: "Ulusal azınlıklar, etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerini, her türlü asimilasyon girişiminden, ayrı olarak, koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." der.
Gene madde 32-3-4-5: "Dilsel ayrılığı olan etnik topluluklar azınlık sayılacak, kendi dillerinde serbestçe eğitim öğretim ve yayın hakkına sahip olacaklardır." Gerek BM, gerekse Kopenhag Kriterleri'ndeki maddeler, bakıldığı zaman, içinde bulunduğumuz yüzyılın gereği, uygarlık donanımlarıdır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, içinde bulunduğumuz yüzyıldan, yüz sene önce dayatılan, SEVR sömürgeciliği işte bu "donanımlarla" yeniden dayatılmaktadır. Kopenhag Kriterleri içindeki maddelerle, devletimizin asli millet yapısını oluşturan Kürt kökenli Türk vatandaşları, "azınlık" statüsü içinde kabul ettirilmek istenmektedir.
Bu maddeler iyi değerlendirildiğinde, Avrupa Birliği'nin, Türkiye'deki etnik ve dinsel yapıyı niçin azınlık olarak göstermekte ısrar ettiği de ortaya çıkar.
Türkiye'deki şer odakları da, aynı doğrultu da çalışmalar yapıyor. Nitekim DTP Diyarbakır İl Başkanı Hilmi Aydoğdu ' nun, "Kerkük'e yapılan bir saldırıyı, Diyarbakır'a yapılmış sayarız", sözlerinin yankıları sürerken, Türkiye'ye yönelik saldırı, sözleri içeren bir davetiye, hala konuşuluyor.
Kürt Ulusal Demokratik Çalışma Grubu'nun, ev sahipliğini yapacağı, "Kerkük Konferansı"nın davetiyesinde, Türkiye'nin Kerkük'teki referandum sürecini sabote etmeye çalıştığı ve saldırgan tavır takındığı iddia ediliyor. Diyarbakır'da düzenlenmek istenen konferansın davetiyesi, Irak Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Mesut Barzani, "Kürtler'in kalbime gelip tükürerek, "Niçin Kerkük'ü sattın" sözleriyle başlıyordu. Türkiye'ye yönelik saldırı cümlelerine yer verilen davetiyede, şu ifadelere yer veriliyordu: "Kerkük, bir Kürdistan şehridir. Irak Devleti Federal Anayasası'nda Kerkük'te, 2007 sonunda referandumun yapılması kabul edilmiştir. Türkiye bu referandum sürecini sabote etmeye çalışıyor. Türkiye'nin Kürtler' e hakaret, şantaj, tehditleri pervasız hâl alıyor. Türkiye'nin Kürtlere ve Federe Kürdistan'a karşı olan düşmanca siyasetinden dolayı, vicdanen rahat değiliz" denilen davetiye, saldırılar karşısında, sessiz kalınmayacağına da dikkat çekiliyordu.
Peki, bu ifadeler, Türkiye'de Türk Devleti' ne karşı tehdit değil de nedir?
Hülasa ok yaydan çıktı. Önümüzdeki gün, ay ve yıllarda, tedbir alınmaz bu şer odaklarının üstüne gidilip, yasalar çerçevesinde gerekli cezalar verilmezse, Türkiye pek çok gelişmeye gebedir.
Aslında suçlu ortadadır. Tehlikeli gidişi görmezden gelen, ne yapacağını bilemeyen, her gün de yeni ödünler veren ve strateji belirleyen, Güneydoğu'da ve özellikle Diyarbakır'da, neredeyse bütün kurumlarıyla ortaya çıkan, Türkiye karşıtı oluşuma göz yuman ve dış güçlerin baskısından, bir türlü kurtulamayan, AKP iktidarı değil midir?