Ben, sen, o

Siyah ve beyaz –iyi ve kötü, kolay ve zor gibi– bir arada var. Bardağın boş tarafına bakarsak; her gün yaşamın zorlukları ve ağır yükü ile boğuşuyoruz. Kimi zaman bu yük bizi eziyor, bazen ise zorluklarımızı kuş tüyü hafifliğinde hal yoluna koyuyoruz. Tüm bunlar bizi değişik biçimlerde etkiliyor. O ana kadar geliştirdiğimiz karakter yapımıza bağlı olarak bazı durumlarda içe dönerek, kimilerinde ise dışa tepki vererek davranıyoruz. Ama genelde davranış modelimizin odağında yer alan bir unsur var ki; ne olduğumuzu, nasıl göründüğümüzü ve nasıl algılandığımızı o belirliyor. Bu unsur, ben, sen ya da biz olabiliyor.

Toplum içinde yaşayan insan, davranış modelinin farkında ve bilincinde olmalı. Eğer böyle bir kişisel bilinç gelişmemişse, ya sen bakış açısıyla başkalarının yörüngesinde olacak ya da ben anlayışıyla bencillik uçurumuna sürüklenecektir. Biz olmayı ancak ben ve sen olmayı aşabilen insanlar başarıyor.

Sen bakış açısı, kendini tahrip eden bir fedakârlık anlayışı demektir. Dünyaya sen bakış açısı ile yaklaşan kişi, daima diğer insanların ne dediğini öncelik olarak alır. Sonunda bir sömürgeleşme ve köleleşme sürecine girer. Mutsuzluk bataklığına eriştiğinde ise yaşamında eksik olan mutluluğun farkına bile varamayacak bir dip noktaya batar. Sen diye bakan kişi, sonuçta kendisini mutsuz eder; ama birbirleri onun fedakârlık sandığı davranışlardan yarar sağladığı için mutlu olurlar.

Beterin beteri ise ben anlayışıdır. Bu bakış açısına günlük dilde bencillik adını versek büyük ölçüde bir doğruyu ifade etmiş oluruz. Ben anlayışının –yani bencilliğin- en net sonucu, bireyin kendisi dâhil herkesi mutsuz etmesidir. Belki de bu yönüyle sen anlayışından daha düşük bir yaklaşımdır.

Karakter yapınız açısından objektif olarak –ben, sen ya da biz– hangi davranış türüne sahip olursanız olun, nasıl bir davranış modeline sahip olduğunuzu düşünürseniz düşünün; şunu sormayı alışkanlık haline getirebilirsiniz: “Önceliğe sahip olması gereken nedir?” Eğer bu soruya sıklıkla ben cevabını veriyorsanız, yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir. Yaşamın kendine yönelttiği sorulara, fırsatlara veya tehditlere büyük oranda ben diye cevap veren kişi de ben arızası var demektir. Bu da çok özel durumlar dışında sağlıklı bir hal değildir –ki, net olarak bunun adı bencilliktir.

19’uncu yüzyılın ünlü Alman düşünürü Schopenhauer şöyle diyor: “Bencillik öyle bir dehşet yaratır ki, onu saklamak için nezaketi icat etmişizdir. Fakat bencillik, bütün perdeleri deler geçer ve her fırsatta kendini gösterir.

Bencillik genelde çıkar kaygısı ile eşdeğer tutulur. Pek çok durumda doğru olan bu kabul, aslında kendini akıllı, zeki, becerikli veya başarılı sanma gibi bir rızayı saklar. Dolayısıyla kendinizi, ne yaptığınızı, ne düşündüğünüzü ya da kendinizle ilgili her ne varsa onu en önemli, en öncelikli ya da en değerli buluyorsanız, sizde ben arızası olması ihtimalini dikkate almalısınız. Muhtemelen kendinizi biteviye öne çıkarmaya çalışırken, nezaketin bile sizin kabalığınızı saklayamadığını kavrayamıyorsunuz demektir.

Bencil kişi, bencilliği ile aslında en sevdiği kişiye zarar verir. Şaşırtıcı değil mi? Gerçekten öyle… Ben arızası olan birey, gerçekten en sevdiği kişiye zarar verir; çünkü bu kişi, kendisidir. Unutmamalı ki; bencil, her yerde yalnızdır. Yalnız yaşayan, –eğer bir gün gelecekse– o büyük felaket gününde de yalnız ve mutsuz kalacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi