Bir Barbar Yaz Daha mı?

Çocukluğumdan bu yana –onları yaban yaşamından ayırıp bizimle yaşamaya mecbur etmenin ezikliğini her zaman içimde yaşayarak– evcil hayvan besledim. Son yıllarda dikkatimi çeken birkaç nokta var ki; sözünü ettiğim hayvan sevgisi ve hayvan besleme konusunda kuşkularım oluşmaya başladı. Birincisi; hayvan besleme, canlılara yönelik bir sevgi olmaktan çıkarak bir tüketim merakına dönüşmeye başladı. Evde beslenmek üzere alınmış ama sonra –bu sorumluluktan ‘kurtulmak’ için– Organize Sanayi Bölgesi’ne terk edilmiş köpekler bunu doğruluyor. Bir heves ve özentiyle alınan ev hayvanları bir süre sonra bu sorumluluğu taşıyamayan kişiler tarafından dışarıya atılıyor.

Ev hayvanı beslemek, doğadan koparıp aldığımız o canlının sorumluluğunu yüklenmek anlamına geliyor. Eğer o canlı, bizim yaşam yoldaşımız olacaksa onun sağlığını ve yaşamının sürdürülebilirliğini düşünmek ve gerekli önlemleri almak zorundayız.

İkinci sorunu görmek için kentin cadde ve sokaklarında dolaşmak yeterlidir. Tasma takıp gezdirdiği hayvanının dışkısını kamuya ait alanlara, parklara, caddelere, sokaklara veya kapı önlerine yaptırmayı hayvan gezdirme –hayvan bakımı– sanan sorumsuzlara kolayca ve sıkça tanık olacaksınız. Hayvanın dışkısını bir başka aileye veya kamuya ait alanlara yaptırma kayıtsızlığına ve sorumsuzluğuna ne diyebiliriz ki?

Hayvan bakımı bir farkındalık ve bilinçlenme konusudur. Hayvan sever yurttaşların eğitime ihtiyaçları olduğu kuşkusuz… Eğitim ve önlem alma konularında çevre sağlığı ile ilgili kamu birimlerine, yerel yönetimlere, sivil toplum örgütlerine ve yurttaşlara düşen görevler ve sorumluluklar var. Kamu alanları olan sokakları ve caddeleri hayvan tuvaletine döndürmeye kimsenin hakkı yok.

Hayvanları sevelim. Sevgimiz onlarla birlikte yaşamayı kabul etme düzeyinde ise evimizde bakmayı tercih edelim. Ama bunları yaparken kamu sağlığına ve çevremizin temizliğine özen gösterelim. Sokaklarda hayvan dolaştırma sırasında hayvan dışkısını yapma ihtiyacı duyuyorsa, pisliğini temizlemenin de bizim sorumluluğumuzda olduğunu iyi bilelim.

Kentte çevre ve sağlık konusu bu anlattıklarımdan ibaret değil. Eskiden bazı duvarlarda “Buraya işeyen eşektir” yazılarını sıkça görürdük. Bu tür yazılar, çoğunlukla boş arsaya bakan bina duvarlarında yer alırdı. Şimdilerde boş arsalar perdeyle kapatıldığı için bu ‘kültür’, görüş alanımızdan çekildi gibi… Ama muhtemelen bazı ‘eşekler’, duvar veya ağaç diplerine ya da kapı girişlerine işemeye devam ediyorlar.

Bir de çöp konusu vardı. Sahipsiz bulunan her duvar dibine çöpleri döküvermek alışkanlığında olanlarımızı hatırlasınız. Sonra çöp poşeti icat oldu, belli oranda sorunumuzu çözdük. Hâlâ çöpü getirip sokağın ortasına dökenler ya da çöp poşetini sürüklerken kamu alanını, sokakları, caddeleri veya kaldırımları kirletenler yok değil.

Boş olunca sokak, cadde ve kaldırımların bir tükürük hokkasına döndüğünü daha iyi fark ediyorsunuz. Malum pisliklerden bir tanesinin üzerine yanlışlıkla basmamak için de sekerek yürümek zorunda kalıyorsunuz. Abarttığımı düşünüyorsanız yürürken bu konuya dikkat etmenizi öneririm. Ülkenin sıkça hastalık salgınları ile boğuştuğu günlerde hangi tür mikropları ve hastalıkları evlerimize taşıma riskini yaşadığımızı daha iyi fark edeceksiniz. Eğitim kurumlarımızla kent yöneticilerimizin kendini bilmezleri sokağa tükürmemeleri konusunda ciddi düzeyde eğitip uyarmaları gerekiyor.

Bu konular aklıma yer edince “Daha başka nice marifetlerimiz var acaba?” dercesinebiraz araştırıp biraz da kafamı yordum. İşte size tanıdık örnekler… Yediği çikolatanın kâğıdını, içtiği suyun pet şişesini rasgele ortalığa atmak, sigaranın izmaritini rasgele sokağa savurmak en yaygın davranışlar arasında. Hele ki, okul önlerinin birer ‘çöplük mekânı’ halinde olduğunu hatırlarsanız, okulda verilen eğitimin yurttaş olma yönünde fazla işe yaramadığını görürsünüz.

Parmakla burun karıştırmak, kül tablasını sokağa dökmek, kürdanla göstere göstere dişini karıştırmak, sokakta yüksek sesle ve küfrederek konuşmak, köpeğine dışkısını kamuya ait park ve bahçelere yaptırmak neredeyse genlerimize kodlanmış bazı kötü alışkanlıklar. Bu sevimsizliklerin yaygınlaşmaya devam ettiğini dikkate alırsak, birlikte sosyal yaşamı öğreten mekanizmalarımızda bir sorun olduğu ortada. Geçmişte ailede öğrendiğimiz görgü kurallarını, artık okullarımızda da genç insanlara aktaramıyoruz.

Toplu taşıma araçlarına binme ıstırabını yaşamak için yaz aylarını beklemek gerekmiyor. Muhtemelen otobüste, tramvayda veya asansörde soğan, sarımsak ve ter arası bir korkunç kokuya sahip olan o kişi de en son ne zaman bedenini temizleme ihtiyacı hissettiğini bilmiyordur.

Bu özdeyiş de benden olsun: “Pisliğini kendinle birlikte götür!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi