7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Bozkırın bilgelerinden Ömer Faruk Köse ile bir sohbet gerçekleştirdik:"Bir toplumun kültürel değerleri toplumsal hayatın bir yansımasıdır"

öMER FARUK KöSE öZGEçMİŞİ


14.04.1952 Emirdağ- Suvermez doğumludur. Berberlik ve kooperatifçilik yapmıştır. Eskişehir ve Afyonkarahisar Bayındırlık İl Müdürlüğünde asfalt yol bakımcısı ve onarımcısı olarak çalışmıştır. Aynı kurumdan emekliye ayrılmıştır. Sosyal medyanın fenomenlerindir. Yerel tarih ve kültür ile kişisel gelişim alanlarında yetkin bir kalemdir. Bu konularda çok donanımlı bir arşive sahiptir. Yaşadığı yörede  toplumsal barış, sevgi ve kardeşliğin yapıcı insanıdır.
Yerel tarih ve kültür ile kişisel gelişim alanlarında kitap hazırlıkları yapmaktadır.


Sohbet:


 


 İrfan kavramı; anlama, bilme, sezme anlamlarına gelmektedir. İrfanın kültür anlamında da kullanıldığı görülmektedir. İrfan; ilgi, zekâ, deneyle ulaşılan zihin olgunluğu, gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş, varış gibi semantik manaları da içermektedir. Marifet de irfanla aynı kökten gelir. Marifet duyularla bilmedir, irfan ise ruhi bir hissediştir. İrfan gerçeğe ulaştırma isteği, hadiseleri güçlü seziş, emin adımlarla sonuca varıştır. Olayları bilme, anlama, sezme ve kavrama biçimidir. Sırları ve gizemleri bilme isteği olarak algılanabilir.
Cemil Meriç, kültürün karşısına irfanı koyar. ‘’İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır, önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre, katı, fakir ve tek buutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü.’’  ömer Seyfettin de; ‘’ ilim başka irfan başka, alim başka arif başka.’’ Diyerek irfan kavramına daha da açıklığa kavuşturur. Atatürk’ün en büyük emeli; ‘’ maarif vekili olarak yurdumun irfanını yükseltmektir.’’
Türk sosyal hayatında; ‘’İrfani gelenek, Türk irfanı’’ tabirlerine sıkça rastlamak mümkündür. Günümüzde kaybetme durumunda bulunduğumuz bu değerimizi istisna da olsa bazı örneklerini görmek mümkündür. O güzel insanların davranış ve tutumları farklıdır, basiret sahidirler, bilginin hamalı değil, değerlendiricileridir. Mektep-medrese görmemiş olsalar da çok mektep-medreseliler onlara hürmet ederek, bilgi ve görgü danışırlar. Onlara köy odalarında, cami bahçelerinde, yâren sohbetlerinde görürsünüz. Sessiz, sakin ve ağırbaşlı dururlar, her söze karışmazlar. Ancak onlar konuşunca herkes susar, sözleri tarih öncesi dönemlerden gelir sanki. Akıl, tecrübe ve sezgiyle ürettikleri hikmetli sözleri gönüllere nakşedilir. Bazen Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve bazen de Hacı Bektaş Veli’dirler. Söz kökleri derinliklerden gelir. Onlar görünüşte sıradan insanlara benzerler. Ancak alınlarında bin ışığın şulesi parlar.
Onlar ‘’Bozkırın Bilgesi’’, toplumsal hayatın barış ve sevgi elçileridir.
Bu haftaki sohbetimizi bozkırın bilgelerinden bir dost, ömer Faruk Köse’yle gerçekleştirdik.
İrfan kavramı, kültür anlamında kullanılmakla beraber daha geniş ve kapsayıcı karşılıkları bulunmaktadır. Eskiden yaşadığı toplumun; gelenek, yaşama biçimi, tarihsel süreç, moral değerler gibi unsurlarını bilen insanları ‘’irfan sahibi ‘’ denirdi. ömer bey siz; bilgi birikiminiz, referanslarınız, konu ve olaylara yaklaşımız itibarıyla ‘’irfan sahibi ‘’ ünvanına lâyık birisiniz. Deyim yerinde ise ‘’bozkırın bilgesi’’siniz. Nasıl bir ortamda yetiştiniz? Belleğinizdeki yerel kültür zenginliğini nasıl kazandınız?
Ben ilkokul üçüncü sınıfta okulun kitaplığından Robinson Cruse alarak okumaya başladım. Ardından başka kitaplar geldi. Böylece bende okuma isteği doyumsuz boyutlara ulaştı. önüme gelen yazılı her şeyi bulmaca çözer gibi okuyarak kendimce düzenlemeler yaptım. Merhum babam da bendeki bu hevesini kanatlandırmak için arada gazete alarak evimize getirdi. Hatta eski gazeteleri de okumak en büyük zevkti.
çevremizdeki aydın ağabeylerimiz de kitap vererek okuma arzumuza destek oldular. Verilen kitapların ana düşüncesinin yine ağabeylerimiz tarafından sorulması, okurken dikkatli davranmamız gerektiğini sağladı. Sonraları daha disiplinli okumalar yaptım. Tarih, edebiyat, sosyoloji, felsefe.. okudum. Deyim yerindeyse otodidaktik bir öğrenim metodu izledim.
çocukluğum köy ortamında geçti. Yedi cepheden yaralı dönmüş gaziler, eşleri şehit düşmüş kadınlar ve yetimler, seferberliğin yoksulluğunu yaşamış insanlarla beş vakit hemhâl oldum. Onların ağıtlarını dinledim, yüreğimden ağladım.  çevremdeki okumuş, güngörmüş insanlardan feyizler aldım. Onların söylediklerini dinler, anlamak için çaba gösterirdim.
öte yandan toprağı eşeledim, göğe baktım. Sarı çiçekle söyleştim. Kuşlara el salladım. Ağaçlara selam verdim. Velhasıl tabiatla iç içe yaşadım. Tabiat bana  karşılıksız çok şey öğretti.
İlimle irfanı ayırt etmek için epey erkim gitti.
özellikle memleketinizle ilgili yapılan kültürel çalışmalarda araştırmacı, yazar ve akademisyenlerin bilgi ve deneyimlerinize başvurmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Yerel tarih, kültür ve edebiyatıyla ilgili geniş bir arşiv oluşturdum. Yaşadığım köyün kültürel yoğunluğu da bu arşivimi zenginleştirdi. Yöremize ilk yerleşmelerden başlayarak kronolojik tarihi takip edebiliyorum.
Bir toplumun kültürel değerleri toplumsal hayatın bir yansımasıdır. Biz bu yansımaları, atasözleri, deyimler, ağıtlar, türküler, ninniler ve daha pek çok edebi verimde görürüz. Bir ağıt, o toplumun değer yargılarını ifade eder. Bakmasını ve okuması bilenler için her şeyden sonuçlar çıkarabiliriz. Düşünceler evrensel olabilir, fakat duygular daha çok toplumlara özgüdür. Toplumların en içten, en karmaşık duygularının, şuurlu bir şekilde ifadesini bulduğu nesnele halkın ürettiği özgün eserlerdir. Kültürel yapı dinamik bir özelliğe sahiptir. Geçmişte yaşananların, söylenenlerin unutulmasına gönlüm razı değil. O yüzden unutulsun, kaybolsun istemiyorum. Bunlar yazıya geçirilmediği takdirde unutulabilir.
çevremizde sürüp giden maddî, manevî değişmenin baskısı altında yaşayış şeklimiz, dilimiz ve edebiyatımız değişmeye devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz bu değişim sürecinden dolayı kültürel hayatımız farklılaşmaya devam etmektedir. Bizim gibi göç eden toplumların sonucu olarak  kültürel bağ gitgide zayıflamaktadır. Bunu güçlendirerek gelecek kuşaklara emanet etmek başlıca görevimizdir.
Şahsen bütün uğraşım bu çizgi üzerinde sürmektedir.
Araştırmacı yazar ve akademisyenler zaman zaman bilgimize başvurarak bizi onurlandırmaktadır. Biz de bilgimiz dahilinde ilgili insanlara hiçbir karşılık beklemeksizin yardımcı olmaktayız.
 Yerel kültür araştırmaları masa başından yapılmaz. Bunun bilincinde olarak şahsımıza başvurulmasını  bir değerbilirlik sayıyorum.
 
Sizin gözünüzde ‘’Emirdağ’’ nedir? Emirdağ deyince hafızanızdan neler taşıyor?
 Emirdağ, çıkla bir Türkmen toplumudur. Türkmenliğin yüz akıdır. Bir kere tutucu değildir.Yardım elli, konuksever, girişimci ve arayışcıdır. Göçerlikten korkmaz, gittiği yere ayak uydurur. özgürlüğünü yaşar, selebeden yaşar.
Emirdağ insanı kök değerlerine bağlıdır. Her nerede olursa olsun varlığını  hissettirir. Emirdağ insanı fert olarak başarılıdır. Son zamanlarda toplum bilinci, ortak iş görme ve karar verme konularında bazı kayıplar yaşadığını gözlemlemekteyim. Ama yeni bir silkiniş ve uyanışla bunları aşacağımıza inanıyorum.
Türkmenlik bilincini, Türkmen kengeşini yeniden ihya etmemiz gerekmektedir.
Emirdağ toplumuyla ilgili gerek yurt içinde gerekse yurt dışında pek çok akademik araştırmalar yapılmaktadır. Bunları iyi değerlendirmemiz  lazımdır.

Memleketinizle ilgili geniş bir arşive sahip olduğunuzu biliyoruz. Bunları  yakın zamanda kitaplaştıracağınızı söylüyorsunuz. Konuyu anlatır mısınız? Nasıl bir kitap düşünüyorsunuz? Kitabın içeriği hakkında bilgi verir misiniz?
Kitap; bilgi, birikim ve donanımdır. Bu bakımdan kitabımı acele etmeden hazırlamak istiyorum. Kitabımın  şimdiye kadar yazılanlardan ayrı bir özellik taşıyacağına inanıyorum. Tasarladığım kitapta renkli kişilikleri yazmayı düşünüyorum. çok değerli insanlarımız var.  Kitap, geleceğe emanet edilen bie değerdir. Yöremizle ilgili ne kadar çok kitap yazılırsa o kadar zenginleşiriz.
Kitabımda kültürel değerlerimizi ele alacağım. Arşivimi kitaplaştıracağım.
Ayrıca kısa notlar  hâlinde yöremizin tarihsel sürecini anlatmak istiyorum.

Türkçe’yi çok mükemmel olarak yazıyor ve konuşuyorsunuz.  Duru ve özgün Türkçe’den yana olduğunuzu biliyoruz. Bu üslubu nasıl elde ettiniz? Size göre Türkçe nedir?

Türkçe; güzel dilim, vazgeçilmezim, kuşaktan kuşağa geçen ulaşılmazım. O kadar saldırıya karşın yüzyıllardır direnen sevgili dilim…

Suya mı gidiyon haniya eşin
Uykudan mı kalktın bozulmuş başın
Doğuştan mı çekik o kara kaşın
Yürü gel, beri gel
Fistanını sürü gel
Sonra türkünün sallaması gelir:
Ay doğar göresinden
Bulutun arasından
Gül yüzün görünüyor
Tülbentin ortasından

Hangi dil, bu kadar güzel betimlemeler yapabilir? İşte bu Türkçe’dir.
 Ben Türkçe’ye Ali Şir Nevai gibi bakıyorum: “Bu âlemin gül bahçelerine girdim. Gülleri feleğin güneşinden daha parlaktı. Her yanında göz görmedik el değmedik daha neler ve neler vardı. Ama bu mahzenin yılanı kan dökücü ve bu güllerin dikeni sayısızdı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki: demek bizim Türk şairleri bu korkulu ve dikenli yollardan çekindikleri için Türkçeyi bırakıp gitmişler. Ben Türkçe’nin fezasında tabiatımın atını koşturdum; hayalimin kuşunu kanatlandırdım. Vicdanım bu hazineden nihayetsiz kıymetli taşlar laller, inciler aldı; gönlüm bu gül bahçesinin türlü çiçeklerinden uçsuz bucaksız güzel kokular kokladı”
Yunus Emre’nin kurduğu Türkçe’nin peşindeyim:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz.”

Halkbiliminde derlemeler yapmaktasınız. Bizimle özgün bir ağıt derlemenizi konusuyla birlikte paylaşır mısınız?

Size köyümden Tüvel Ana’yı anlatmak isterim:Tüvel Ana  (Düvel- Devlet) anlamındadır. 1868--1968- yılları arasında yaşamıştır. çanakkale Savaşında eşi Süleyman'ı ve tek balası Abdullah'ı yitiren, ocağı kapanan bir mağdur, yitimli bir Türk anasıdır.Eşi ve oğlu kendi gibi ilmiye sınıfındandır. Karacaoğlan tadında ağıtları günümüze kadar gelmiş, kamunun bilgisine sunulmuştur; bu konuda emeğimiz çoktur.Tamamına yakınını topladım. Hem de özgün olmasına özen göstererek kayda aldığım ağıtları yakında kısmetse kitaplaştıracağım. Tüvel Ana bizim ulumuzdur.

Dersaneye gittim Kur'an okurum
Yeni gelin gibi kilim dokurum
Kuzum öleli de garip çakırım
Eller düğün eder boynum bükerim

çanakkale’ye Tüvel Ananın kayını yerine eşi, kayın oğlunun yerine de oğlu Abdullah gider. Tüvel Ananın eşi ve oğlu şehit olur. Aşağıdaki ağıt parçaları bu olay üzerine söylenmiştir:
Abdes alamadım üşüdü elim
ölmüş diyemedim çürüsün dilim
Arıburnu’nda bulmuş ezeli zalim
 Kurbanlar olurum yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Söğüt dalı gibi yere eğildim
Hak’tan ne gelirse ona kayıldım
Senin gibi beş oğlanlı değildim
Kurbanlar olurum yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Benim kuzum çiçeklerin arısı
Habarı duydun mu hoca dayısı
Kuzum şehit olmuş gece yarısı
 Kurbanlar olurum yeşil Abdullam
 Maşlahın altında üşür Abdullam
Babam Halil Ağa, gardaşım hoca
Oğlum olmayınca
neyleyim koca
Gönül kapandı da kalmadı baca
Kurbanlar olurum
yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Mezara vardım da kara taşı var
Her mezar dibinde gözüm
yaşı var
Boynu bükük kalanların acı
kışı var
Kurbanlar olurum
yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Duvarın dibinde garip karıyım
Hem oğlana hemi gıza zarıyım
Ben onmadık bir Allah’ın
kuluyum
Kurbanlar olurum
yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Dolandım da vardım kuyu
başına
Hayran oldum üstündeki taşına
Hoca oğluma da gürbüz eşime
Kurbanlar olurum
yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
Pilav pişirdim de sade yağınan
Dağılgan’a götürdüydüm
buğunan
Hoca’yıdı başındaki tuğunan
Kurbanlar olurum
yeşil Abdullam
Maşlahın altında üşür Abdullam
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi