
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Bu kez sonuç değişecek mi?
Birkaç gün önce bu köşede yazdık AK Parti’nin yaşadığı “aday bulma” sıkıntısını.
Şöyle ifade ettik:
“AK Parti’nin aday belirleme konusunda hemen her seçim yaşadığı büyük bir handikap var…
Partili adayla seçimlere katılsa, sadece partinin oyunu alıp, kaybediyor…
çünkü partinin mevcut oyu belediyeleri almaya yetmiyor.
Partili olmayan adayla çıksa seçimlere, bu kez kendi partilisinin oyunu alamıyor…
çünkü adayın partili olmaması yüzünden, dışarıdan gelen oy kadar, içerden oy kaçıyor.
Bu durum sahiden de AK Parti’nin aday belirleme konusunda yaşadığı çok can sıkıcı bir iş olsa gerek”
Son anda bir değişiklik olmaz, başka isimlerin adaylığı ilan edilmezse, AK Parti’nin Büyükşehir’e Burhan Sakallı, Odunpazarı’na Volkan Doğan, Tepebaşı’na da Hasan Tuç ya da Ahmet Sivri’yi aday göstereceği ifade ediliyor.
Yukarıda saydığımız isimler AK Partililiği tescilli isimler…
Eğer bu isimler söylenildiği gibi aday ilan edilirse, AK Parti dışarıdan gelen isimlerle değil, bizzat partili isimlerle seçime girmiş olacak…
önümüzdeki seçimlerde şansını bir kez de partili adaylarıyla denemiş olacak…
Yöntem değişikliği sonucu değiştirecek mi?
Hep birlikte göreceğiz…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Ataç’ın meslektaşlarına mektuplu kutlaması
Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç mesleği olan Diş Hekimliğine aşık bir isim.
Mesleğini severek yaptığını, her fırsatta mesleğini özlediğini ve belediye başkanlığı görevi sona erdikten sonra muayenehanesine dönecek olmasının kendisini mutlu edeceğini söylüyor.
Geride bıraktığımız 22 Kasım tarihi “Ağız ve Diş sağlığı haftası” nın başlangıç günüydü.
Diş hekimi belediye başkanı Ahmet Ataç bu hafta dolayısıyla meslektaşı olan tüm Diş Hekimlerine kendi el yazısıyla bir kutlama mektubu göndermiş…
Mektubunda önce Diş hekimliği mesleği ve bu haftanın önemini belirtmiş Ahmet Ataç, ardından da Tepebaşı Belediyesi olarak Ağız ve Diş sağlığı konusunda neler yapıldığını sıralamış…
Son satırında ise meslektaşlarının bu özel gün ve haftasını kutlamış.
Sosyal medya üzerinde yapılan paylaşımlara şöyle bir baktık, Ahmet Ataç’ın Diş hekimi meslektaşlarına gönderdiği mektup, yine meslektaşları tarafından bir hayli beğenilmiş ve etkili bulunmuş…
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Tüm öğretmenler bu yazıyı okumalı…
2000 yılının aralık ayıydı. üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.
Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”
Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...
Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim .
"öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestır ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır.. Kısacası İnsan olmaktır.
"İnsan gibi insan öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum. "
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Biraz müsaade…
Yaz yaz bir türlü bitiremedik…
Bir de baktık koskoca Yaz gelmiş geçmiş, üstüne bir de Sonbahar yerini Kış’a bırakmaya hazırlanmış…
İnsan bedenen olmasa bile zihnen yoruluyor gerçekten…
Birkaç gün de olsa bir mola vermek istiyor…
Adayların tamamı henüz belirlenmemişken, seçim heyecanı tam anlamıyla henüz başlamamışken ve hemen her seçim öncesi olduğu gibi gelip gidenimiz henüz çoğalmaya başlamamışken kendimize bir 5 günlük fırsat yarattık.
O nedenle birkaç gün birlikte olamayacağız…
Umarım anlayışla karşılayacaksınız.
Dönüşte görüşmek dileğiyle…