6-İbrahim ŞAVK (CUMADAN CUMAYA)
ÇANAKKALE'NİN SIRLARI
Sene 1915. Sonbaharın serin yağışlı günlerinden biri. Birinci Dünya Harbi bütün cephelerde devam ediyor. Vatanın her tarafında barut ve kan kokusu. Yiğitlerin biri ölüyor bini yetişiyor. İhtiyarı, genci savaşıyor, didiniyor ve yurdumuza düşman çizmesi basmasın diye, el açıp Allah'a dua ediyor. Cepheye durmadan takviye kuvvetleri gidiyor. İşte o kuvvetleri götüren tren.
Tren Bilecik istasyonunda beklemektedir. Askerlerin hepsi sakin, belki bir daha geri dönmeyecekler. Ama şehit olmak inancı gönüllere huzur veriyor.
Sevkiyat subaylarından biri vagonların yanında sessiz, hareketsiz bir gölge görür. Merakla, şüpheyle yaklaşır. O anda çakan şimşeğin aydınlığında şuna şahit olur:
Baş yaşmaklı, beli bükülmüş, soluk benizli ihtiyar bir Türk anası... Çakılmış gibi orada duruyor. Yağmurdan sırılsıklam olmasına rağmen huşu içinde beklemektedir. Anadolu'nun bu cefakar anasına yaklaşan subayla arasında şu konuşma geçer:
-Valide! Yağmurun altında niye böyle bekliyorsun?
-Trende oğlum var. onu selametlemeye geldim.
- Oğlun kimdir? Nerelidir?
-Söğüt'ün Akgünlü Köyü'nden Mehmet oğlu Hüseyin.
- Onu görmek ister misin, çağırayım mı?
- Sana dua ederim. Ona söyleyecek bir tek sözüm var. Hüseyin kısa zamanda bulunur. Elini öpen oğlunu bağrına basan ana son olarak:
"Hüseyin'im, yiğit oğlum benim!... Dayın Şıpka'da baban Dökme'de ağaların Çanakkale'de şehit düştüler. Bak son yongam sensin. Eğer minarelerden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun! Ölde köye dönme! Yolun Şıpka'ya uğrarsa dayının ruhuna bir Fatiha okumayı unutma haydi oğul! Allah yolunu açık etsin" demiştir.
Hüseyin, son defa anacığının elini öptü. Yaşlı gözlerle oğluna bakan Türk anası son evladını da dualarla cepheye bu şekilde uğurlamış oldu.
Çanakkale Savaşı'nda iki zafer birden kazanılmıştır. Biri düşmana karşı kazanılan "Maddi Zafer" ikincisi ise fazilet ve fedakarlık, din, iman ve vatan sevgisi hususlarında yaşanan ve asla mazi olmayan manevi zafer Çanakkale İslam'ın son kalesinin savaşıydı.
Askerlerimiz büyük bir iman heyecanıyla savaşarak canını verecek ama vatanını, mukaddesatını, namusunu ve Kur'anı'nı vermeyecekti. Savaşın en zor bir anında düşman çemberi içinde kalan Binbaşı Lütfü Bey, o hengamede canhıraş bir şekilde:
"Yetiş ya Muhammed (a.s) kitabın elden gidiyor" feryadıyla istimdad etmesi bunun en aşikar bir ifadesidir.
Kamçılı Köyü'nden Ali, bir kızı sever, evlenmek ister. Kızın babası bir türlü izin vermez. Sonunda nasılsa, birileri araya girer babayı razı ederler. Evlenirler bir oğulları olur. Sevinçleri sonsuzdur. Fakat bir gün seferberlik ilan edilir. Ali askere çağırılır. Çanakkale'ye gitmeden önce Ali, köy muhtarı olan amcasına:
"Karımı sana emanet ediyorum. Ona iyi bak, onu kolla!! der. Bir süre sonra Ali'nin şehit olduğu haberi gelir.
Evin korunması, tarlaların sürülmesi, hayvanların bakılması, geçimin sağlanması, daha çok şehit çocuğuna baba gerekir. Ali'nin karısı köyde köyün çobanlığını yapmakta olan Şevket ile evlendirilir. İki çocukta ondan olur. Şevket bir süre sonra Milli Mücadele'ye çağırılır ve gider. İstiklal Harbi sonunda bir İstiklal Madalyasıyla geri döner. Köyde "Deli Paşa" diye anılmaya başlar.
Bir gün Ali köyüne çıkar gelir. Esaretten dönmüştür. Önce kahveye gelir. Herkes şaşırır, bir tuhaf olurlar. Herkes "Senin ölüm haberin gelmişti..." derler.
O da: Doğrudur, pek çok arkadaşa öyle yanlış haber gitmiş, ama ben esirdim. Ancak dönebildim. Herkesle kucaklaştılar. Sonra amcasına sorar:
"Benim karım ne oldu? Sana emanet etmiştim, sağ mı hala?" Amcası bir süre konuşamaz.... "Oğlum bu işlerde darılma olmaz. Senin şehit olduğun haberi resmen şubeden bildirilince karına ve oğluna sahip çıksın diye köyün çobanı Şevket'le evlendirdik. iki de çocukları oldu." der.
Ali büyük bir yıkılmışlık içinde ayağa kalkar. Adeta fısıldayarak: "Ben bütün seneler sadece onlara kavuşmak için yaşamıştım. Bir oğlum vardı, o ne oldu?
Amcası kahvenin önünde duvarın dibinde oynayan çocuklardan büyüğünü gösterir:
"İşte bak orada kardeşleriyle oynuyor...."
Ali sendeleyerek kahveden çıkar. Çocukların yanına gelir. Oğlunu kucaklar, öper, koklar... okşar... Sonra cebinden itinayla çıkardığı, belki de son kuruşuyla aldığı bir avuç leblebiyi oğlunun cebine doldurur. Kimseye bir şey demeden oradan ayrılır. Bir daha Ali'den hiç haber alınmaz... (Kaynak: Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği) (90. yıl fotoğraf albümünden alınmıştır.) Şehitlerimize binlerce Fatihalar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.