1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

CHP İl başkanının paylaşımı üzerine...

CHP İl başkanı Sinan Özkar sosyal medya hesabında bir paylaşım yapmış.
Yaptığı paylaşım bu güne kadar birkaç kez yakındığı delege ağalarına yönelik...
"Dayıbaşları var onbeş üyenin telefonu dayıbaşının. Temizlenmesi gerekmez mi?" Demiş sosyal medya hesabından.
Sonrasında da...
"Sevgili dostlarım beğeni ve yorumlarınız bize adım atma gücü verecek" diye eklemiş.
Bunun üzerine çeşitli yorumlar yapılmış paylaşımının altına.
Genelde kendisini destekleyen yorumlar.
Sinan Özkar'ın "dayıbaşı" bizim ise "delege ağası" tanımlaması yaptığımız kişilerin partilerdeki varlığı bir gerçek.
Hatta bununla ilgili geçmişte birebir şahit olduğumuz bir olay da var.
Parti ve kişi ismi vermeyeceğiz ama olay yaklaşık 10 yıl kadar önceydi.
Önemli bir sanayici üye olduğu partiye il başkanı olmak ister.
Maddi sıkıntısı da olmadığı için işe parti binasının eksikliklerini tamamlamakla başlar.
Parti binasının televizyonundan tutun da mobilyalarına kadar her ihtiyacını giderir.
Kongreye bir hafta kala bir delege gelir yanına.
Gelen delegenin özelliği, 2-3 mahallede önce üye, ardından delege yaptığı ve kendisinin sözünden çıkmayan, kendisiyle birlikte hareket eden 30-40 delegeye sahip olmasıdır.
İl başkan adayı olan sanayiciye lafı dolandırmadan, direkt olarak "bana kaç lira vereceksin?" Diye sorar.
İl başkan adayı şaşırır...
-"Ne parası?" Diye sorunca bizim delege ağası:
-"Bayağı bildiğin para işte... Seni desteklememizin bir bedeli var. Oy verecek 30-40 delegenin bazı ihtiyaçları var. Sen parayı bana vereceksin ki, ben de onlara dağıtayım. Bunun karşılığında da seçimde sana oy verip il başkanı yapalım" cevabını verir.
Şaşkınlığı devam eden il başkan adayı hiç tahmin etmediği bu durum karşısında önce ne diyeceğini bilemez.
Ardından kendini toplayıp "Ben partiye televizyon aldım, mobilyalar aldım, partinin her türlü ihtiyacını karşıladım. Maddi anlamda üzerime düşenin fazlasını yaptım.Sana niçin para vereyim ki?" Deyince bizim delege ağası:
-"O zaman yapılacak seçimde, parti binasının karşısına geçip 'Eyy televizyon, eyy mobilyalar. Bana oy verin de ben il başkanı seçileyim' dersin" diyerek ayrılır başkan adayının yanından.
Birkaç gün sonra kongre gerçekleştirilir.
Bizim sanayici il başkan adayı 25 oyla seçimi kaybeder ve il başkanı olamaz.
Çünkü...
İstenilen parayı vermediği kişi, birlikte hareket ettiği 30-40 delegeyi diğer adaylardan birine yönlendirmiş ve seçimi de bu yüzden başka bir isim kazanmıştır.
Bizim delege ağasının diğer adaydan bu destek karşılığında para alıp almadığı hiç bilinmedi ama, kaybeden adayın delege ağasına para vermediği için seçimi kaybettiğini herkes öğrenmiş oldu.
Sonuç olarak:
Partilerde "delege ağası", ya da Sinan Özkar'ın söylemiyle "daybaşı" olanlar var.
Bunlar bazen, seçimleri etkileyebilecek güce de sahip olabiliyorlar.
Resmen, delegenin oyunu gerçekten ipotek altına alabiliyorlar.
O yüzden...
Partilerden bu tip insanların temizlenmesi, bu tip insanların partiler içinde etkisizleştirilmesi gerekiyor.
Ama, fakat, lakin...
Partilerde etkisizleştirilmesi gerekenler sadece bu tip delege ağaları ya da dayıbaşları ile sınırlı kalmamalı.
Başta Belediye başkanları ve partide sözü geçen özellikli yöneticilerin de bu konuda etkisiz kılınması gerekiyor.
Çünkü...
Belediye başkanlarının da bu gün için delege ağalarından, dayıbaşlarından hiçbir farkı yok.
Belki karşılığında para falan istemiyorlar ama belediyenin imkanları ve statüsünü kullanıp, delegeleri istedikleri gibi yönlendiriyorlar.
Hatta...
İstedikleri insanları gerek icazet vermek, gerek rica etmek ve gerekse de tehdit etmek suretiyle, il başkanı, belediye başkanı hatta milletvekili bile yaptırabiliyorlar.
Sonuç olarak:
CHP il başkanı Sinan Özkar'ın delege ağalarına yönelik tespiti de eleştirisi de bir ölçüde doğru.
Ama eksik.
Çünkü...
Partilerde, özellikle de CHP'de "Dayıbaşları" kadar, "Belediyebaşları" ve "Partibaşları" da onlardan farklı hiç değil.
Hatta.
En az "Dayıbaşları" kadar da cüretkârlar...
.....
Keşke biz de biraz sorgulasak olup bitenleri...
ABD seçim sürecini mutlaka takip etmişsinizdir.
İki partinin başkan adayı yani Hillary Clinton ile Donald Trump ismi ortaya çıktığında her ikisine de eşit şans tanınıyordu.
Seçim çalışmaları devam ederken bir anda Donald Trump'un geçmişte yaptığı bir konuşma sırasında kadınlar ile ilgili söylemiş olduğu sözler basına yansıyor.
Söylemiş olduğu sözler pek hoş sözler olmadığı için Trump bir anda seçim yarışında 5-6 puan birden kaybediyor.
Aradan birkaç gün geçiyor.
Bu kez Hillary Clinton'nun devlet işlerinde kişisel maillerini kullandığı için hakkında FBI soruşturması açılacağı duyuluyor.
Bir anda oy oranı 4-5 puan düşüyor.
Önde götürdüğü seçim kampanyasında bir anda geriye düşüyor.
Burada enteresan olan iki husus var:
1-Seçmenin adaylar ile ilgili çıkan haberleri sorguluyor olması.
2-Seçmenin adaylar ile ilgili çıkan haberlere anında tepki vermesi.
Kısacası.
Seçmenlerin büyük bölümü seçimde kararını vermiş olsa bile adaylar ile ilgili çıkan olumsuz bir haber kararlarını değiştirebiliyor.
O nedenle, çoğu zaman seçimi de kimin kazanacağı son güne kadar belli olmuyor.
Bize gelecek olursak...
Bizde, seçime kadar geçen süre ve seçim öncesi ne olursa olsun seçmenin fikri pek değişmiyor.
Seçimin öncesinde gelişen olumlu ve olumsuz olaylar parti oylarına tesir bile etmiyor.

Çünkü. Bizim seçmenimizin büyük bölümü, seçim öncesinde gelişen ve seçimi etkileyebilecek öneme sahip olaylara bile "Doğru" ya da "Yanlış" gözü ile bakmıyor.
Bu olayları değerlendirirken bile oy vereceği partinin konumuna göre doğrunun içinde yanlış, yanlışın içinde doğru aramaya başlıyor.
.....
Yalan da olsa
duymak hoşlarına gidiyor galiba...
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel yaptığı bir ziyaretten sonra CHP Genel Merkez binasından çıkıyordu.
Cumhurbaşkanını görmek için parti binasının karşısındaki duvarda bekleyen köylü vatandaşlar, Gürsel'i görünce birden alkışlamaya başladılar.

Bu arada köylülerden biri, heyecanına yenilerek başladı yüksek sesle bağırmaya:
"Yaşşşaaa aslanların aslanı, paşaların paşası, babaların babası, Büyük Reisicumhurumuz, sayın Gürsel Paşamız, Generalimiz, Kumandanımız, babamız bin yaşşaaaa... Bravoooooooo!"

Gürsel, gözlerini hafifçe kısarak sesin geldiği tarafa baktı. Sonra da yanındaki gazeteciye dönerek fısıldadı:
"Amma da palavra sıkıyor, değil mi?"
Şu günlerde buna benzer olaylar yaşanıyor ülkede.
Cumhurbaşkanından tutun da Başbakan'a hatta bakanlara kadar, iktidar partisi mensuplarından yağ çekilmeyen kişi kalmadı.

Bazen kantarın topuzu da kaçıyor.
Çekilen yağın dozu, halife yapmalara kadar varıyor.
İşin ilginç yanı, hiçbiri de çıkıp:
-"Yahu kardeşim. O benzettiğiniz kişi olmadığımı, olamayacağımı siz de biliyorsunuz ben de biliyorum. O yüzden bu kadar yağa gerek de yok. Bunu yapmakla beni yüceltmiyor, aksine seviyesiz bir ortam yaratıyorsunuz" demiyor.

Ne diyelim?
Belki de kendileriyle ilgili bu söylenenleri duymak, gerçek olmasa bile hoşlarına gidiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi