9...Hüseyin BÜDÜŞ (DİYALEKTİK BAKIŞ) Huseyinbudu

9...Hüseyin BÜDÜŞ (DİYALEKTİK BAKIŞ) Huseyinbudu

DEVLET NEDEN VAR?

Ülkemizin tarım sektöründe köylü sınıfının yaşadığı zorluklar yıldan yıla artıyor. Tek mağdur köylüler değil, kentlerde yaşayan emekçi ve yoksul kitleler için de sonuç değişmiyor. Yaşanan mağduriyetin sebebi ülkeyi yönetenler ve uyguladıkları politikalar. Yönetenlerin, gıda, eğitim ve sağlık ihtiyaçlarına erişimde eşitliği ve adaleti sağlamadığı gibi, bizzat bu eşitsizliğin ve adaletsizliğin sebebi haline gelmiş olması günümüzün ve geleceğimizin en önemli sorunu.

***
Bilindiği üzere, ülkemizde ‘Tarım ve Hayvancılık’ sektöründe üretici tarafının yaşadığı kriz, yanlış politikalar nedeniyle kronik hale gelmiştir. Çözümsüzlüğün ve doğru politika üretilememesinin sebebi ise sorunları doğuran nedenlerin doğru tahlil ve tespit edilememiş olmasıdır.
Türkiye’de özellikle 1982 Anayasası’yla birlikte “Liberalizm” demagojisi altında dayatılan, küresel şirketlerinde Türkiye pazarına girişinin önünü açan ve Kapitalist üretim ilişkilerini yerleştirmek maksadıyla uygulanmaya konulan politikalar, yerli üretimi ve üreticiyi tehdit eder boyutları çoktan aşmıştır. Örneğin, 1980 sonrası özelleştirme yöntemiyle sermaye gruplarına peşkeş çekilen; et ve süt işleyen, gübre ve yem üreten kamu kuruluşları, emekçi halkın ve üreticinin ucuz ve güvenilir gıdaya ulaşabilmesinin en büyük dayanağıydı, ancak yok edildi.

***
Ülkemizde, yerli ve milli sanayileşme gelişmediği için ithalata dayanan tarımsal girdiler (traktör, biçerdöver, tarım makinaları, gübre, tarım kimyasalları vb.) enerji, diğer girdiler ve pazarlama kısmında ise özel sektörün (tüccar ve sanayici) baskısı, üreticinin yaşadığı sıkıntının en temel sebebidir. Nitekim özellikle son yirmi yıl içinde ivme kazanan politikalar, üretici örgütlerini işlevsizleştirirken, gıda üretiminin temelini oluşturan küçük ve orta büyüklükte aile işletmelerini ise bütünüyle yok edecek boyutlara gelmiştir. Artan girdi maliyetleri ve düşen kâr oranı sebebiyle sahip olduğu araziden elde ettiği gelirle artık geçinemez duruma gelen üretici toprağını, bölgesinde tarım yapan kendisinden büyük bir başka üreticiye veya şirkete icara vermek suretiyle, köyünü terk ederek kentlerde işsizler ordusuna katılmaktadır. Her yıl yeni alanlar tarımsal üretime kazandırılırken ve üretim hacmi büyürken, sisteme kayıtlı çiftçi sayısı ise azalmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus; uygulanan politikalar üretimi artırırken, üretici sayısında düşüşe sebep olmaktadır. Resmi rakamlar bunu doğrulamaktadır.
Ülkemizin tarımsal üretimini ve geleceğini tehdit eden bir diğer unsur ise, ülkemizde sözleşmeli tarım yöntemiyle üretim yaptıran küresel tohumculuk şirketlerinin faaliyetleridir. Bu şekilde bizim toprağımız, bizim emeğimiz, bizim suyumuz üzerinden her yıl milyarlarca gelir yabancı şirketlerin kasasına girmektedir.

Kooperatifçilik tek başına çözüm olabilir mi?
 Tarımsal hasıla içerisinde çok küçük yer tutan, ülkemizin muhtelif bölgelerinde yapılan kooperatifçilik faaliyetleri, yerel düzeyde bir kısım insana gelir kaynağı ve bir kesime gıda tedarik aracı olabilir. Bu minvalde desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Ancak, devletin doğrudan içinde olmadığı, salt sivil/üretici örgütlenmeleriyle ulusal düzeyde bir kalkınma yaratmak mümkün olmayacaktır. Ulusal düzeyde kırsal kalkınma başlatarak, milyonlarca insanın temiz, sağlıklı, ucuz ve güvenilir gıda ihtiyacını karşılamak ve üretimde sürdürülebilirliği yakalamak için yapılması gereken, öncelikle gerekli yasal düzenlemeleri yaparak, halkın ekmeğinin üzerindeki özel sektör tekelini kırmak olacaktır. Özet olarak, tarladan, sofraya kadar gıda zincirinin tüm halkalarını kamulaştırmak gerekecektir.
Tarım ekipmanlarının yerli üretiminden, ürünlerin değerlendirilmesi ve pazarlamasına kadar yaşanacak sürecin, alt başlıklar halinde somutlanarak değerlendirilmesi ve bütünlüklü bir yol haritası çıkarılması ülke yönetimine aday her siyasi parti için zorunluluktur. Mevcut sıkıntıların yukarıda yazımda bahsettiğim üzere giderilebilmesi ancak kısa, orta ve uzun vadeli uygulamalarla mümkün olacaktır.

Geleceğimiz kimlere emanet?
Ülkemizde eğitim alanında, öğrencilerin barınma ve gıda ihtiyaçları ile ilgili eksikler yıllardır çözülemeyen bir sorun olarak önümüzde duruyor. Sosyal devlet anlayışına bağlı vatandaşlık hukukunun bir gereği olarak bilimsel ve parasız eğitim yerine, bilimsel düşünceyi inkar eden, bunun yerine devlet eliyle uygulanan metafizik dogmalara dayalı eğitim sisteminin sonuçlarını gençlerimizin heba edilmesiyle yaşıyoruz. Üniversitelerimizin bilim ve aydınlanma yuvası olması gerekirken, düşünen ve sorgulayan beyinler için adeta açık ceza evlerine dönüştürüldüğünü görüyoruz. Üniversiteler bulundukları şehrin ve bölgenin gelişmesine katkı sağlamaktan uzak, bilimsel öğretiler konusunda çaba harcayan öğretim üyeleri ve öğrencileri dışlayan, faşist ve feodal yapılanmaların odaklandığı, adeta toplumsal gelişmeyi engelleyen el freni haline getirilmiştir.
***
İlerici, aydın öğrencilerin eğitim hakkını çeşitli baskılarla kısıtlayan, engelleyen sistem, üniversiteleri tarikatların cemaatlerin yuvalandığı birer merkez haline getirmiştir. Bu karanlık düşüncelerin baskı ve zorlamalarının bir sonucu olarak, geçen hafta tıp fakültesi öğrencisi bir çocuğumuz hayatına son vermiştir. Üniversite sayısını 205 lere çıkarmakla övünenler, yurt konusunda gerekli çabayı harcamayınca öğrencilerin önemli bir kısmı barınma sorunuyla yüz yüze kalmıştır. Gerici odaklar barınma sorunu yaşayan emekçi, yoksul aileleri ve çocuklarını kendi karanlık emellerine alet etmektedirler. Bir yanda burjuva ailelerin çocukları özel üniversitelerde yüksek rakamlarla okurken ve barınma sorunu yaşamazken, ülkedeki bu adaletsizliğin sonucu olarak emekçi ve yoksul ailelerin çocukları, gencecik canlarımız yitip gitmektedir. Aydınlanmanın ve ilerlemenin önünde toplumun bilincine ket vuran, metafizik düşünce karanlığının kutsandığı tarikat ve cemaat benzeri gerici yapılanmaları engellemek ve yok etmek devletin vatandaşına karşı temel sorumluluklarından biridir.

****
Öyleyse her vatandaşın eğitim, sağlık, barınma ve gıda gibi temel ihtiyaçlarının devlet tarafından kamucu bir anlayışla tedariki zorunlu ve gereklidir. Gıda üretimi ve dağıtımında kamucu anlayışı egemen kılacak yasal düzenlemeler ivedilikle çıkarılmalıdır. Eğitim, inanç gruplarının veya kişilerin inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemli bir alan. Eğitim de ise bilimsel düşünceyi temel alan öğretilerin, aydın ve ilerici eğitmen kadrolarıyla birlikte yeni nesillere aktarılması için özerk akademik yapıların kurulmasının önü açılmalıdır. Aksi halde bu alanlarda mağduriyetlerin ve istismarın önüne geçmek mümkün olmayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
9...Hüseyin BÜDÜŞ (DİYALEKTİK BAKIŞ) Huseyinbudu Arşivi