1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Dünden bu güne neler mi değişti? Buyurun işte...

Futboldan zerre kadar anlamayız.
Futboldan anlamadığımız gibi, futbol dünyası içinde gelişen olayları da anlamakta zorlanıyoruz.
O yüzden, gelişen olayları "en son yazmak bize düşer" diye düşünsek de, sonrasında yazmaya karar verdik...
Bildiğimiz kadarıyla...
-Eskiden işi düzgün olan insanlar kulüp başkan ve yöneticisi olurdu.
Bu gün, işini düzgün hale getirmek isteyenler oluyor.
-Eskiden, yönetime talip olan Başkan ve yöneticiler "Şu kadar para vereceğim" diye işe başlardı...
Bu gün, "Şu kadar para alacağım var" diye işe başlanıyor.
-Eskiden kulüp yöneticileri kulübe otomobil bağışlardı.
Bu gün yöneticiler, kulübe bağışlanan otomobilleri gönül rahatlığıyla kullanıyor. Daha yetmedi eşine dostuna kullandırıyor.
-Eskiden, kulüp yöneticileri şehrin tanınmış kişileri olurdu...
Bu gün Takımın tek maçını dahi izlemeyen yöneticiler var.
-Eskiden, kulübe giren ilk para futbolculara verilirdi.
Bu gün otobüsün içinde (O da mecburen) para dağıtılmaya başlandı.
-Eskiden, imkânsızlıklarla boğuşulurdu.
Bu gün var olan imkan paylaşılamaz hale geldi.
-Eskiden her yöneticinin kendine göre bir ağırlığı vardı.
Bu gün her yönetici Başkana en yakın adam olma mücadelesine girdi.
-Eskiden, takım yenilse bile taraftar alkışlayıp, motive ederdi.
Bu gün, takım kazansa bile taraftarın içinden alkışlamak gelmiyor.
-Eskiden, laf ağızdan çıkardı...
Bu gün, yöneticilerin söylediği ertesi gün değişiyor.
-Eskiden, yönetici maç öncesi dışarıda gördüğü futbolcuyu haşlar "Yarın maçın var" diye azarlardı...
Bu gün, yönetici futbolcu ile oturmaya can atar hale geldi.
-Eskiden, kulüp başkanı her olayı yönetimiyle paylaşırdı...
Bu gün, kulüp başkanı ne derse o oluyor.
-Eskiden, her yöneticinin her olaydan haberi olurdu...
Bu gün, çoğu yönetici olup biteni gazetelerden okuyor.
-Eskiden, kulüp başkan ve yöneticileri yaşamlarına dikkat ederdi.
Bu gün, herkes kulüp başkanı ve yöneticilerin nasıl yaşadıklarına dikkat eder hale geldi.
-Eskiden, kulüp denetim kurulları nefes bile aldırmazdı...
Bu gün, hiç sesleri bile çıkmaz oldu.
-Eskiden, kulübe para ve çek verip, kefil olanlar yargılanırdı.
Bu gün, kulübün imkânlarını kullananlar bile yargılanmaz oldu.
Eskiden, yöneticiler başkana kan kustururdu.
Bu gün, sözünden çıkmaz oldu.
-Eskiden, kulüp başkan ve yöneticilere mahkûm olurdu.
Bu gün, tam tersi oldu.
-Eskiden, görev süresi biten başkan ve yöneticiler cepten harcadıkları için bir anlamda "kurtulduk" der sevinirdi.
Bu gün, "Gitseler de kurtulsak" diyenler çoğaldı.
Kısacası...
Görebildiğimiz kadarıyla dün'den bu güne hemen her şey değişti.
Olaylar tam anlamıyla tersine döndü.
İş çığırından çıktı, kabak tadı vermeye başladı.
Haa bu arada.
Dünden bu güne ne mi değişmedi.
Sadece bir tek şey...
Bu gün hala, tıpkı dün olduğu gibi taraftar taraftarlığını yapıyor...
Bu gün hala, son parasıyla bilet alıp Tribünde ki yerini bırakmıyor.
Bu gün hala, Eskişehirspor neredeyse, oranın yolunu tutuyor.
Hala...
Galibiyet ve başarı ile sevinip, malubiyet ve başarısızlıkla kahroluyor.
Dünden bu güne ne değişirse değişsin, taraftar yaşam tarzı haline getirdiği Eskişehirspor sevgisini asla terk etmiyor...
Dünden bu güne her şeyi değiştirenlere inat bunu hala yapıyor ya...
Ne diyelim?
Hepsine helal olsun...

........
Ya "Hoş görüyoruz" ya da "Boş veriyoruz"
Eskişehir gerçekten Türkiye'nin en hoşgörülü şehri...
Neden mi?
Sıralayalım...
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde Havaalanı yapıp, uçak seferlerini kaldıramazsınız.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, kentin ortasında ki Demiryolunun yer altına alınması meselesine 6 yıl tahammül edilmez.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, kent halkı yıllardır "Termal" diye avutulmaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, Demiryolu ile liman bağlantısının yapılması 30 yıldır konuşularak oyalanmaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, koca çevre yolu yapılıp da, ufak bağlantılarının yapılamayışına ses çıkartılmaz.
Dahası mı...
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, seçim zamanı liste başlarına tepeden inme adam gelemez.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, tepeden tanzim ile gelen adama "belki iyi çıkar" yaklaşımında bulunulmaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, kent merkezinde ki tıkanan trafiğe bu kadar müsamaha gösterilmez.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, TOKİ nin kent ortasında ki Stadyuma el koyması mümkün olmaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, her seferinde "İstifa" diye bağırılan bir yönetim kalmakta ısrar edemez.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, "Taklitçi" diye suçlayanların taklit ettikleri görülemez.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, dışarıdan gelen bir densiz, geldiği şehri fuhuş kenti yapamaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, inşaat yapanlar koca yolu kafasına göre kapatamaz.
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, koca kenti kokuya boğan fabrika olamaz.
Ve yine...
-Eskişehir'den başka hiçbir şehirde, "Ben yaptım oldu" davranışına bu kadar kayıtsız kalınmaz.
Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün elbette.
Ama şu bir gerçek ki, tüm bunları yaşadığımız ve sesimiz çıkmadığı için bu kent gerçekten hoşgörü kenti olmuş.
Her şeyi hoş görüyoruz..
Ya da...
Boş veriyoruz...
O nedenle...
Yunus Emre'nin nerede yaşadığını gerçekten merak eden varsa, gelip 6 ay yaşasın Eskişehir'de.
Hemen anlar bu şehirde yaşadığını...
Çünkü...
O'nun hoşgörüsü sarmıştır şehrin her bir yanını!
......
Biraz da gülmek lazım
Dört kaplumbağa pikniğe çıkmaya karar veriyorlar. Erzakları hazırlayıp yola koyuluyorlar. Bir yıl, iki yıl, beş, on yıl derken otuz yıl sonra piknik yerine varıyorlar. Hemen erzakları çıkarıyorlar, gazozlar yiyecekler herşey ortaya çıkıyor.
Gazozlarda şişe gazoz. Ve açacak YOK! Tek çözüm birinin eve gidip açacağı alıp gelmesi. Doğal olarak en genç kaplumbağayı seçiyorlar. Genç eleman:
- "Giderim, ama bir şartım var" der ve ekler.
- "Buradaki yiyeceklerin hiçbirine ben gelinceye kadar dokunulmayacak.
Diğerleri de bunu kabul eder. Kaplumbağa yola çıkar. Aradan bir, iki, on, yirmi yıl geçer.
Bu arada yaşlı kaplumbağalardan birisi fenalaşır, ölmek üzeredir. Arkadaşlar ne yapsa faydasız. Kaplumbağanın son dileği olup olmadığını sorarlar. O da:
- Gerçi genç kaplumbağaya söz verdik ama, şuradaki sarmalardan bir tanesini yesem olur mu? der. Diğerleri de kıramaz ve:
- "Elbette" diyerek, sarmalardan birini verirler.
Tam ağzına atacağı sırada genç kaplumbağa çalıların arasından fırlar ve bağırır:
- Gitmiyorum işte, gitmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi