Duyguları sevgisizlikle öldürüyoruz

Bir arkadaşımın gönderdiği bir yazıyı okumuş, giderek sanallaşan dünyada sevgiyi, içtenliği, sıcaklığı ne kadar da hızlı yitirdiğimiz duygusuna kapılmıştım. Öyle ya; bize ait olan tek bir yaşamımız var ve onu da sevgisizlikle sevimsiz bir hale getiriyoruz. Dünyayı, doğal ve kültürel çevreyi ve canlı yaşamını yok ettiğimiz gibi; kendi yaşama sevincimizi de sevgisizlikle ortadan kaldırıyoruz. Her an daha çok sevgiye ihtiyacımız varken, acımasız bir hovardaca sevgilerimizi ve sevgi potansiyelimizi tüketiyoruz.

Ailede, akraba ve hısım arasında zaman zaman kırgınlıklar olur. Siz de yaşamınızda buna benzer durumlarla karşılaşmışsınızdır. Bu konuda acılı bir anım var. Eski bir hikâyedir. Hayli uzun zaman oldu. Bir bayram günü aile büyüklerim ile aralarında kırgınlık olan bir yakın akraba evini ziyarete gitmiştim. Ağabey diyebileceğim benden yaşça büyük bir yakınım, o görüşmede garip karşıladığım bir konuşma yapmıştı. Garip diyorum çünkü o ana kadar benimle bu kadar yakın ve sıcak konuştuğu bir örneği hiç hatırlamıyorum. Konuşmasında insanların yakınlarıyla ilişkilerini ve iletişimlerini koparmamalarını, mümkün olduğunca sıcaklığı ve yakınlığı mümkün olan ölçüde sürdürmeleri gereğini ifade etmişti. Doğrusu; bu yakınlıktan mutlu olmuş ve kendimi iyi hissetmiştim.

Bu konuşmada garip olan nedir? Büyükler küçüklere karşı her zaman sevecendirler” diye sorabilirsiniz. Bu olayda benim için iki önemli yan var. İlkini söyledim. Onunla ilk kez böyle bir konuşma ortamı oluşmuştu. Benim için alışılmamış bir durumdu. İkincisi ise biraz daha üzücü… Bir süre sonra onun ölüm haberini aldım. Cenazesinde o konuşma hiç aklımdan çıkmadı. Ölümü düşünmek için genç sayılabilecek bu insanla ancak bir bayram günü konuşabilmiş ve sonra ancak cenazesinde bulunabilmiştim. Aklımda hâlâ bu ölümü, benimle konuştuğunda bilip bilmediği bir soru olarak kalmıştır. Ama onunla daha yakın olamamanın üzüntüsünü, belki ona yaşam sevinci katabilecek birkaç sözcük fazla söyleyememenin eksikliğini daima içimde taşıyorum. Ona borçlu kaldım.

Ne kadar çok işimiz var, değil mi? Hiçbir şey için asla zamanımız yeterli olmuyor. Ama yoğun ve karmaşık iş programlarımız ile sevdiklerimiz arasındaki değer farkını ancak onları kaybedişlerimizde anlayabiliyoruz. İçimizde derin bir acı kalıyor ama geçen zaman, kaybedilen fırsatlar asla geri gelmiyor. Mutluluk fırsatları avucumuzdan kum taneleri gibi sonsuz bir çöle akıp gidiyor.

Bazen birkaç dakikalık bir telefon konuşması, bazen sevgi veya saygı anlatan bir mektup, mümkünse “Seni hatırladım” diyen bir e-postanın ne kadar iç ısıtıcı, yaşam sevincini artırıcı etkileri olduğunu unutuveriyoruz. Eğer yeniden başlama şansım olsa; sanırım, yaşamımda en çok sahip olmak istediğim varlıkların başında daha fazla sevgi ve saygı gelecektir. Bugün yapabildiğimden çok daha fazla vermeyi ve paylaşmayı isteyeceğim değerlerin başında da sevgi ve saygı gelecektir.

Çok iyi bildiğim, yaşamın bana sıkı sıkı öğrettiği bir gerçek var. Yaşamda verildikçe artan, paylaştıkça çoğalan iki varlık sevgi ve saygıdır. Sevgi zenginliğini artırmanın tek yolu sevgi vermek, bu mükemmel duyguyu olabildiğince paylaşmaktır.

Daima zaman uygun değil, orkestra uyumsuz, müzik kötü ve sahne dar. Bunlar yaşamın gerçekleri. Ama lütfen daha fazla zaman ve mekândan şikâyet etmeyin! Daima zaman yetersizdir. Daima mekânlar karşılıklı olarak uzaktır. Daima bizi engelleyen nedenler vardır. Ama gördüğü sevgi ve saygı nedeniyle karşınızdaki insanın gözbebeklerinin ışıldadığını görmek kadar değerli ve anlamlı bir başka duygu olabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi