
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)
EDEBİYATÇI, YAZAR, MEHMET SADIK BOZKURT İLE SOHBET "Söz uçar yazı kalır geriye"
Mehmet Sadık Bozkurt kimdir
Mehmet Sadık Bozkurt Eskişehir’de doğdu. Ankara, İzmir ve Eskişehir’de, çeşitli lise ve dersanelerde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni ve yönetici olarak çalıştı. Anadolu üniversitesi’nde “Türk Dili” ile “Sözlü ve Yazılı Anlatım” dersleri verdi.
İlk olarak “Türkçe Dilbilgisi Terimleri” ve “Noktalama Yazım” kitaplarını yayımladı. “çağıran Kent” adlı senaryosu; “Kentin Işıkları”,
“ Birleşen Arılar Göral çatak” ve “Tarihe Tanık Hayat Aysel” ve “ Bir ömür ki Yılmaz Büyükerşen” biyografi kitapları; “İlginç Atasözleri ve Deyimler” araştırması ve şiirleri var.
Daha çok mizahi öyküler yazdı. “Memleket çok Laftan Battı”, “Jestinize Rest” ve “Güldüşün” öykü kitaplarıyla mizah ödülleri aldı. “İki Karanlık” ve “ Küçük Bir Şey” öyküleri ödüle layık görüldü.
“ Sınırsız” öyküsüyle Uluslararası Nasreddin Hoca Mizahi Kısa öykü Yarışması’nda ikinci oldu. 2016’da “Yılın öykücüsü” seçildi.
Hürriyet dahil çeşitli gazetelerde köşe yazdı. “Diksiyon ve Etkili İletişim” dersleri verdi. Ulusal kanallarda maç spikerliği yaptı. TV’de programlar sundu. Yerel ve ulusal sanatçıları, hazırlayıp sunduğu “Kent Sanatçısını Tanıyor” ve “ Sanatçıya Vefa” programlarıyla tanıttı.
Sohbet:
Yazarlığa öyküler kaleme alarak başladınız. özellikle mizahi öyküde başarılı olduğunuzu bilmekteyiz. Bu alanda ödüller de aldınız. öykücüğünüzün ‘’öykü’’sü nedir? öykü eserleriniz ve içerikleri hakkında neler söylersiniz?
Dediğiniz gibi daha çok mizahi öykülere yatkınım. Nerede yanlış, haksız bir şey görsem, bunu sözle eleştirmek yerine kalemimle “Hop durun bakalım!” demeyi tercih ediyorum, çünkü sözün uçup gideceğine, kalıcı olmayacağına inanıyorum. öykülerim, bu düşünceden doğdu biraz da. Kalıcı ve etkili olmak… Ayrıca öyküde benim de bir izim olsun, istedim.
İçeriğine gelince… Hayatın her anı, yaşanan her şeyin öyküsü kurulabiliyor. Hele ülkemizde bu konuda malzeme sıkıntısı çekilmiyor. Yeter ki sözcükleri doğru seçip başarılı bir kurgu oluşturun. öykülerim, önce yaşadıklarımdan başladı, gitgide yerini kurguya bıraktı. Gazetede köşe yazılarımın öykü tadı vermesi de bu türe yönelmemi sağladı, diyebilirim.
‘’Kentin Işıkları’’ yazdığınız biyografik öykülerden oluşan bir kitap olarak her zaman dikkatleri üzerine çekmiştir. Bu eserinizde Eskişehir’den yetişen kültür, spor, edebiyat ve siyaset insanlarının hayat ve öne çıkan yönlerinden kesitler vermektesiniz. Son zamanlarda biyografik eserler yazmaya yöneldiğinizi görüyoruz. Sizi biyografik konulara yönelten sebep nedir? Yeni biyografik kitabınız ‘’Bir ömür Ki Yılmaz Büyükerşen ‘’ hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Aslında mizahi öyküler ve biyografi türündeki eserlerim at başı gidiyor. İkisini de elden bırakmıyorum. Yaptığım“ Sanatçıya Vefa” programları ile sanatçıların biyografilerini yazma düşüncesi, beraber büyüdü, diyebilirim. Bunlar, birbirini tanımlıyor adeta. İkisinde de aynı amaç ve mantık var. Biri salonlarda gerçekleşen sözel vefa, öteki de vefanın kitapla gösterilmesi. “ Sanatçıya Vefa” programları, Türkiye’de ilk kez şehrimizde yapılmaya başlandı. Daha önce sanatçıların eserlerinin sunumu belki vardı, ama biyografileriyle tanıtımı yapılmıyordu. Bu; yayılmaya, örnek alınmaya başlayınca ben azaltıp daha seçici davranmaya başladım. Sanatçılar, eser ortaya koysalar da bunu gösterecek ortam bulamıyorlardı. Ben bir anlamda sanatçıların başarılarını göstermeleri adına aracılık ettim.
Son çıkardığım kitap “ Bir ömür ki Yılmaz Büyükerşen” de Eskişehir’in sanatçısına bir vefaydı. Bu kitap, kısa süre içinde ikinci baskıya geriyor. Şimdi “çok okunanlar” arasında, ilgi görüyor. Bu, benden değil de Yılmaz Büyükerşen’in karizmasından kaynaklanıyor. Kolay değil, bundan yirmi yıl önce Eskişehir’e ancak yolunu şaşıran turist geliyordu, şimdi özellikle hafta sonu yerli turistlere çarpa çarpa yürüyorsunuz. Sadece Açık öğretim Projesi ya da sadece Porsuk Projesi bile Yılmaz Hocanın kırk kere heykelinin dikilmesini gerektirir bence. Bu kitap, hemşehri bilinciyle yazılmış kişisel bir teşekkür kitabı. Kitapta onun hızla eyleme geçen zekâsını, akıl almaz çalışkanlığını, sınırsız yeteneğini, başarısını, “yapılamaz” a ilgisini küçük öykülere sığdırmaya çalıştım.
Eskişehir kültür ve sanat camiasında ses getirerek ilgi uyandıran “Kent Sanatçısını Tanıyor ve Sanatçıya Vefa’’ başlıklarında bir dizi salon toplantıları düzenlediniz. Birçok kültür ve sanat insanının kamuoyu tarafından tanınmasına vesile oldunuz. ‘’Sanatçıya Vefa’’ etkinliklerine niçin ara verdiniz? Amacınıza ulaşabildiniz mi?
Tam ara verdim sayılmaz, ama azalttık. Bu programları yapan arkadaşlar çoğaldı, onlara örnek olduk. Böylece sanatçı tanıtımları devam etti, yeni yeni sanatçılar tanıdık, önemli olan da buydu bence, amacımıza ulaştık. Böylece sanatçıların eserlerini daha geniş bir kitleye göstermiş olduk. Sanatçıların kıyıda, köşede kalmasını, unutulmasını engelledik.
Bazı eleştirmenler sizi; ‘’gülmece ustası, mizah öyküleri yazarı’’ olarak tanıtıyor siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Doğrudur, mizah kanıma karışmış durumda. Bu tanımın içinde olmak mutluluk ve gurur verici. Doğrusu, ben de kendime en çok bunu yakıştırıyorum. Esas yürümek istediğim alan bu. Bildiğiniz gibi bu konuda Türkiye’de çok önemli boşluk var. Nasreddin Hoca gibi tebessüm etmek ya da ettirmek; işin önemini, ciddiyetini ortaya koyuyor. Sonra mizah öyle güçlü ki; hem savunma mekanizması, hem de saldırı nesnesi. Mizah ilaç. Stresi azaltıp fiziksel iyileşmeyi hızlandırıyor. Biz Türklerin mizah penceresi geniş ya da mizaha kapı açan, aksak çok şey var bizde. Mizah bir de kabul görüyor, ciddi sözde aynı güçlü etki yok. O nedenle mizah… Sonra mizah hiç de komik değil. Ayrıca mizahın etkileme gücü var, sorunları göstermede ince bir yanı var. Mizah, yaşadığımız olaylar ve toplum üzerine kafa yormamızı sağlıyor. Eğitimde güldürerek daha kolay, kalıcı oluyorsunuz. Biz, güldüğümüz andaki olayları, nesneleri ve anlatılanları kolay kolay unutmuyoruz.
Televizyonlarda ‘’Şiirler Bizi Yazar’’ adlı şair katılımlı programlar yaptınız. Eskişehir şiir çevresini çok yakından tanıyan ve takip eden birisi olarak bugünkü şiir düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kentimizde şiirde ve öyküde çok önemli kalemler ortaya çıktı. çok basit ve kolay şiirden daha nitelikli şiire gidiş var. Kolay şiir derken, serbest ya da hece şiirini kasdetmiyorum, çünkü her ikisinde de kaliteyi yakalamak mümkün. Kitap bastırmada aceleci olursak Kitap, aleyhimizde delil de olur, kitap çıkarmada sabır faydalı oluyor; şiirlerin, öykülerin ve her ne yazıyorsak demini almasını beklemeliyiz.
Ankara, İzmir ve Eskişehir’de lise ve dershanelerde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği görevlerinde bulundunuz. ülkemizde Türk Dili ve Edebiyatı öğretimini nasıl buluyorsunuz?
Branştaş olarak siz de bu konuyu çok iyi biliyorsunuz. Sadece Türkçede değil, tüm derslerde öğretim, ezberden ve kolaycılıktan uzak tutulmalı. Bilimsel bilginin sunulduğu, kavramlara dayalı bir sistem geliştirilmeli. İlgi odaklı bir anlayışla “ okuma” nın sevdirildiği yöntemler geliştirilmeli. öteki derslerin kavratılmasında rol oynayan Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı derslerinin önemini söylemeye gerek yok. öğretme sistemi üretme konusunda dersimize daha çok çalışmalıyız.
Eskişehir’de çok yoğun bir sanatsal etkinliğin var olduğu yerel ve ulusal düzeyde bilinmektedir. Ancak, bu etkinliklerde bir işbirliğinin de bulunmadığı açıktır. En azından ortak bir duyuru ortamının olmamasının eksikliği her zaman hissedilmiştir. Resmi kurumlar, belediyeler, dernekler, kent konseyleri, kişisel çalışmalar ve diğerleri… iç içe girmekte, sanatseverler ve kamuoyu etkinlikler konusunda yeterli bilgiye ulaşamamaktadır. Bu konu sizce nasıl düzene sokulabilir?
Size katılıyorum. Genel bir duyuru sistemi olmalı. Bunu zaman zaman sosyal medyada yapanlar oldu. Eskişehir’de çok etkinlik var, bu durum da takibi zorlaştırıyor. Yine de insanlar istedikleri etkinliklere ulaşma konusunda biraz ek çabayla başarılı oluyorlar.