
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)
EKONOMİK BAĞIMSIZLIK!
ATO Başkanı Sayın Sinan AYGÜN, Türkiye'nin sanayi üretiminde dışa bağımlılık nedeniyle, her yıl daha kabarık bir fatura ödediğini vurgulayarak, "Büyümek, milli gelirimizi ve halkımızın refah seviyesini artırmak istiyorsak, ekonomik bağımsızlık savaşı başlatmamız lazım" dedi. Gerekçe olarak da 1999 yılında 40.7 milyar dolar olan ithalatın 2009 yılında 141 milyar dolara çıktığını, 2010 Eylül ayı itibariyle de 130.5 milyar dolara ulaştığını belirtti ve geçen 10 yılda Türkiye'nin ithalata kaynak aktarımının, yüzde 247 arttığına dikkati çekti.
Nitekim Büyük Önder ATATÜRK,"Atatürk,"Tam bağımsızlık dendiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde, bağısızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasıyla bütün bağımsızlığımızdan mahrumiyet demektir. Biz bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz" demişti. .
Türkiye gibi düşmanı çok ve dışa bağımlılık probleminin olduğu ülkelerde, Strateji öneme sahip mal ve hizmetlerle, faaliyet alanlarının özelleştirilmesi, ayrı bir önem taşımaktadır. Çünkü " EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞI OLMAYAN ÜLKENİN, SİYASİ BAGIMSIZLIĞINDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. "
Şu bir gerçek ki, 1944'ten itibaren Türkiye, milliyetçi politikaları terk etmiş, uydu ülke konumuna doğru hızlı bir şekilde sürüklenmiştir. Çok partili döneminde ise bu süreç daha hız kazandı. Stratejik kurum/kuruluşların ve bankaları özelleştirme kapsamında yabancılara devri ve yabancılara toprak satışları, ulusal bağımsızlığı tehdit boyutuna ulaşmıştır.
Siyasi otoritenin, yabancı sermaye politikaları, AB, ABD, IMF ve Dünya Bankası, özellikle de uluslararası şirketlere karşı uyguladığı stratejiler sonucu, ülkemiz, büyük zarar gördü. Hatta ülkenin, bugünü ve geleceği, risk altına sokuldu. Aslında Ak Parti' de bazı kurmaylar bunun farkında. Nitekim Başbakan yardımcısı Sayın Şener," Yabancı sermayeye sınır getirilmeli Arjantin' de yaşanan ekonomik kriz bu yolla ortaya çıktı" uyarısı yapmıştı
Diğer yandan çok uluslu, ABD ve İngiliz menşeli, Rio Tinto şirketi' nın, hızlı bir şekilde maden ruhsatı alma gayreti içinde olması ve Rumların, Güney Lefkoşa merkezli Emed Mining Şirketi'nin, 15'i Artvin olmak üzere, 19 maden arama ruhsatı alması, hiçte hayra alamet değildir. Bugüne kadar da, yabancıların, 1.4 milyon hektar, alanda, maden arama ruhsatına sahip olduğu söyleniyor.
Ayrıca ülkemizde, yüzde 33'lerin üstünde olan, yabancı sermaye oranının, satışa çıkartılan, bankaların, yabancıların eline geçmesi ile yüzde 50' nin üstüne ulaşacaktır. Yabancıların, borsa payları ile de yüzde 60' ın üstüne çıkacak olan, yabancı sermaye, Türkiye açısından bir felaket olup, ulusalcılık kavramını da ortadan kaldıracak niteliktedir. Çünkü gelişmiş ülkelerde bu pay, çok düşük. Almanya' da yabancı sermaye payı, Yüzde 5, Yunanistan' da yüzde 20'nin altında, İspanya' da yüzde 10, İtalya da ise yüzde 8' dir.
Yine yabancı sermaye oranının, yüksek olduğu ülkeler, AB, ABD ve IMF' nin kontrol ettiği ve sömürdüğü ülkelerdir. Hülasa 30 milyar dolar civarındaki yabancı sermaye, Türk halkının milyarlarca dolarlık aktifinin, kontrolünü ele geçiriyor ama Ak Parti kurmayları bu yanlışlığı savunuyor ve destek vermekte devam ediyor. Daha da kötüsü, bu tablonun karşısında olan çevreleri, ülkeye zarar vermekle suçluyor.
Oysa özelleştirmenin önderi olan İngiltere' de, ilk özelleştirme uygulamaları sırasında Kuveyt gibi, petrol üreticisi ülkelerin, özelleştirilen KİT' lerden önemli oranda hisse senedi alması, İngiliz kamuoyunda bir tepki ve endişe yaratmış, bunun üzerine hakimiyetin yabancıların eline geçmesini önleyici sınırlamalar getirilmiştir. Ayrıca İngiltere de özelleştirme için, 10 yıllık bir mastır plan yapıldı, Özelleştirme de bu plana göre gerçekleştirildi.
Türkiye' de, yabancı sermaye, toplam tasarruf oranını yükseltir. Sermaye açığını kapatır. Yatırım oranını ve üretim kapasitesini artırır. Ülkeye ileri teknoloji ve işletmecilik bilgisi getirir. İthal ikamesi ve ihracatı artırma etkileriyle, dış açığı azaltır. Yurt içi rekabeti artırır, tekelciliği kırar. İşsizlik sorunun çözümüne katkıda bulunur. Sağladığı kârlar yoluyla, vergi gelirini artırır gibi, stratejilerle taraftar buldu. Oysa yabancı sermayenin faydaları garanti değildir. Çünkü bunlar, Batı ülkelerinin, kendi çıkarları zemininde oluşturduğu bir bilimin, teorik gerçekleridir. Ayrıca bu stratejiler, soyut teorik modeller çerçevesinde geçerlidirler. Bilindiği gibi, her teori zihinsel bir kurgudur. Önemli ölçüde varsayımlara dayanır. Varsayımlar ise, teoriyi realiteden uzaklaştırır. Hala bu gerçeği göremeyen siyasiler varsa, ne denebilir ki?