
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
En azından sinir olmayacağız...
-Üniversitelerde Rektör olmak isteyenler önce bu göreve aday olduklarını açıklıyorlardı.
-Ardından, projelerini oluşturup, Üniversite'de kapı kapı dolaşarak öğretim üyelerine bu projelerini anlatıp, bildiğiniz seçim çalışması yapıyorlardı.
-Seçim günü geldiğinde de öğretim üyeleri sandık başına gidip, Rektör adaylarına oy veriyordu.
-En çok oyu alan 6 aday sıralı bir şekilde YÖK'e gönderiliyordu.
-YÖK, bu 6 adayı mülakata alıyor ve sonrasında aday sayısını 3'e düşürüp, onay için Cumhurbaşkanına sunuyordu.
-Cumhurbaşkanı da aldığı oya bakmaksızın 3 adaydan birini Üniversite Rektörü olarak atıyordu.
Genelde, seçimlerden en çok oyu alan aday yerine, daha az oyu alan aday Rektör olarak atanıyordu ve bu durum da büyük bir tartışmaya neden oluyordu.
Üniversite içinde resmen cepheler ve taraflar oluşuyordu.
Sonuç olarak...
Çok oy alanın atanamadığı, az oy alanın Rektör olduğu bu sistem Üniversitelerde büyük bir rahatsızlığa neden oluyordu.
OHAL kapsamındaki kararname ile Üniversitelerde Rektörlük seçimi kaldırıldı.
YÖK'ün önerleri doğrultusunda Rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması kanunlaştı.
Bu bize göre kötünün iyisi bir durum.
Zira...
Biz, her şeye rağmen "Üniversitelerde kimin Rektör olacağına o Üniversitede görev yapanlar karar vermeli "diye düşünüyoruz.
Hatta...
Rektör seçiminde öğretim üyelerinin yanı sıra, tüm akademik personel ve diğer çalışanların da oy hakkı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu dediğimiz olmadığına ve olmayacağına göre, sonuçlarına uyulmayan bir seçimin kaldırılmış olması geçekten en kötünün çok az iyisi olarak nitelendirilebilinir.
Çünkü...
Hiç olmazsa en çok oyu alan rektör atanmadığında ya da en az oyu alan Rektör olarak atandığında sinir olmayacağız...
O nedenle...
Önceki sistem bize göre zaten demokratik değildi, bundan sonra uygulanacak olan sistem de aynı şekilde demokrasi düşüncesinden olabildiğince uzakta.
O halde...
Yeni sistemin eskisinden tek farkı, bundan sonra görev yaptığı Üniversitede öğretim üyelerinden 2 oy bile alamayacak kapasitede insanlara sırf siyasi düşünceleri nedeniyle Rektörlük yolunun açılmış olmasıdır.
Bu da zaten bizi çok şaşırtan bir durum olmuyor.
.....
CHP Üye kaydı
yapmayı düşünmez mi?
Partilerde üye kayıtlarına çok önem verilmez.
Daha düne kadar sırf kongreleri yapmamak için yasanın ilgili maddelerinin açıklarını kullanarak üye sayısını 149 da sınırlı tutan partiler vardı.
Üye sayısı 150 olması halinde kongre zorunluluğu olduğu için illere 149 üye formu gönderirler ve üye sayısının 150 olmasını bu yolla engellerlerdi.
Aslına bakacak olursanız partilerde üye kaydı son derece önemli.
Üye yaptığınız insanların o partiye aidiyet duymalarını sağlayacak en önemli işlem bize göre.
Ancak...
İktidar partisi dışında diğer partilerin üye kayıtlarını arttırma yönünde herhangi bir çabası yok.
Bu durum en çok da CHP'de görülüyor.
Mesela şöyle bir rakam var önümüzde:
AK partinin 10 milyon'un üzerinde kayıtlı üyesi var.
Almış olduğu oyun yüzde 40'dan fazlasını kendi üyeleri oluşturuyor.
CHP'de ise mevcut üye sayısı milyonun biraz üzerinde.
Yani...
Aldığı oyun yüzde 10'u ancak kendi üyesi.
Sırf bu kıyaslama bile CHP'nin üye kaydında ne kadar geride olduğunu gösteriyor.
Bir partiye oy veren kişi, o partinin üyesi olmaya namzettir.
O halde CHP'nin biran önce üye seferberliği başlatmasında yarar var.
Bunu biz değil, yukarıda yapmış olduğumuz kıyaslamadaki rakamlar söylüyor...
.....
Şu yama işi var ya hani!
Hep söylerler...
-"Türkler asfalt yapmayı Almanlardan öğrenmiştir" diye...
Bunun karşılığında...
Almanlar da asfalt yaması yapmayı Türklerden öğrenmiştir.
Zira...
Asfalt yapmayı Türklere öğreten almanlar, bozulan asfaltı yama ile kapatmayı bilmezlermiş.
Türkler, o yoklukta eskiyen giysilerini yamalayarak giymekten gelen alışkanlıklarını, bir anda Asfaltta da kullanmışlar.
Böylece...
Almanlara da Asfalt yamasını öğretmişler.
Bu söz de böylece ortaya çıkmış.
Türkler Asfalt yapmayı Almanlardan öğrenmiş öğrenmesine de, hali hazırda sağlam ve düzgün bir Asfalt dökmeyi öğrenemedikleri aradan geçen yıllar sonrasında bile açıkça ortaya çıkıyor.
Öncelikle...
HALA BALIKSIRTI ASFALT YAPMAYI BECEREMİYORUZ
Yapılan Asfaltlar, aradan geçen bir yıl gibi kısa bir süre içinde bozuluyor.
Örnek, yeni yapılan çevre yolu.
Hemen her gün bir tamirat var çevreyolunda.
Hemen her gün, Asfalt üzerine yeni bir asfalt atılıyor.
Sadece bu mu?
Aradan yıllar geçmesine rağmen, suyun kenarlarda birikip, lagarlara akmasını sağlayacak olan balık sırtı bir asfalt hala dökülemiyor.
Modern iş makineleri, dijital kod alacak cihazlar olmasına rağmen, hala dökülen Asfaltın ortasında su birikintileri oluşuyor.
Gelelim, Almanların bizden öğrendiği Yama meselesine.
Gerçekten Almanlar Asfalt yamasını Türklerden öğrenmiş.
Türkler, bozulan Asfaltı yama ile tamir etmişler, bunu da Almanlara öğretmişler.
Yama yapmayı öğretmişiz öğretmesine ama...
Sonradan unutmuş olmalıyız ki, yapılan yamalar asfaltın ya altında kalıyor ya da üzerine taşıyor.
Aracınızla ya çukura düşmüş gibi oluyorsunuz yamalı yerden geçerken ya da merdivene çarpmış gibi bir hisse kapılıyorsunuz.
Ne diyelim?
Keşke...
Almanlara öğrettiğimiz yama işini kendimiz unutmasaydık
.....
BİRAZ DA GÜLMEK LAZIM
Amerika' da yaşayan zencinin biri tam Türkiye' ye uçmak için hazırlık yaparken pasaportunu kaybetmiş. Tam kara kara düşünürken yerde bir pasaport bulmuş. Bakmış Leonardo Di Caprio' nun pasaportu. Fotoğrafı çıkartıp, kendi fotoğrafını yapıştırmış. Binmiş uçağa ve Türkiye' ye gelmiş. Gümrük memuru Temel pasaportu eline alıp bakınca şaşırmış. Pasaportta Leonardo Di Caprio yazıyor ama adam zenci. Bakmış bakmış ama işin içinden çıkamayınca yan taraftaki Dursun' a sormuş :
- Ula Dursun, bu Titanic batmiş miydi yoksa yanmiş miydi daaa...