Entropi, Örgüt ve İnsan

Maddenin iki temel eğilimi var. Bu anlamda evren, iki farklı yüzü olan –kimi zaman uslu, bazen ise haylaz ama özünde yaramaz bir çocuk gibi. Bir yandan durağan bir hal olan katı hale yönelmek istiyor, diğer yandan da en düzensiz hal olan gaza dönüşmeye çalışıyor. Maddenin katı hali durağanlığı ve kararlılığı ifade ederken, gaz hali ise düzensizliğin simgesi olarak görünüyor.

Bir sistemdeki düzensizliğin ölçüsüne “entropi” adı veriliyor. Bir sistemdeki düzensizlik arttıkça, sistemin entropisinin de arttığını söylüyoruz. Entropinin artışı ile iş yapma özelliğine sahip yararlı enerji miktarının azaldığı kabul ediliyor. Tam düzenli bir sistemin entropisinin ise sıfır olduğu varsayılıyor.

Entropi konusu, yukarıda sözünü ettiğim biçimiyle büyük ölçüde bir fizik yasasını andırıyor. Ama pek çok bilim insanı ve düşünür, entropi için farklı alanlarda değişik yorumlamalar getirmişler. Bu anlamda kavramın, çeşitli felsefi açılımları da var. Örneğin Buda felsefesinin kendine özgü bir entropi açılımı olduğundan söz ediliyor. Kaos (kargaşa) teorilerine de yol veren kavramların başında gelen entropi, Budacı düşünce ve inanç akımında kendini ‘düzensizliğin sürekli arttığı, her şeyin sonunda çözüleceği ve dağılımın geri dönüşü olmayacağı’ şeklinde buluyor.

Bu düşünsel konuya neden ‘takıldığımı’ merak edebilirsiniz. İnsanın kendisi de ‘entropik’ bir görünüm çiziyor. Kimi zaman dağınık, kayıtsız, başıboş ve tembel bir hali oluyor. Kişisel bilincin artmasıyla, insanın kendisini bilgi ve deneyim ile donatmasıyla birey; daha kararlı, kalıcı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşuyor. Ekonomik, siyasal veya sosyal örgütler için de aynı tezi öne sürebiliriz.

Entropisi aşırı yükselen örgütler, hızlı bir dağılma sürecine giriyor. Yine entropisi fazlaca yüksek bireyler, çabucak marjinalleşip sürdürülebilir bir sosyal yaşamın dışına düşüyorlar. Diğer yandan; aşırı kuralcı, kalıpçı ve mevzuatçı yaklaşımlar ise hem örgütleri hem de bireyleri nefes alamaz bir noktaya getiriyor. Demek ki; biteviye entropisi artmasına rağmen; evrenin, kendisinin yarattığı dengenin bir benzerini kendi ekonomik, sosyal ve sivil yaşamlarımıza taşıyabilmek gerekli.

Hiç kuşkusuz; insanın kendine ayırdığı boş saatler, tembellik zamanları ve özgür davranma ortamları olmalıdır. Diğer yandan; insanın kendi zamanını yönetmesi, yaşamsal planlamasını yapması ve kaynaklarını bir bütçeye bağlaması da bir diğer zorunluluktur. Bu anlamda insan ve entropi, birlikte bir madalyonun iki yüzünü oluşturuyorlar. Ne insanı farklı kılan özgürlük fikrinden, ne de yaşamın sürdürülebilirliği için yönetim ve plancılık anlayışından vazgeçmek mümkün.

Ekonomik işletmelere entropi açısından baktığımızda, kanımca entropi kavramı; girişimciliği, yenilikçiliği, yaratıcılığı, özgür fikir üretimini ve gelecek arayışlarını temsil ediyor. Benzer yorumları, amacı kâr elde etmek ve kâr payı dağıtmak olmayan sivil toplum kuruluşları (STK’lar) açısından da yapabiliriz. Entropik yaklaşımlar, emir-komuta sistemli yapıları reddederken; yatay yönetim hiyerarşilerini öne çıkarıyor.

Ama –türü ne olursa olsun bir kuruluşta entropi, düzenliliği sağlayacak önlemler ile –örneğin planlama, bütçeleme, ölçme, izleme ve değerlendirme ile dengelenmediğinde; bu kez aşırı artan entropi düzeyi örgütün geleceğini tehlikeye atıyor. Mutlaka her iki yaklaşımı birlikte değerlendirmeyi öğrenmek zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi