7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Eskişehir Sultan Atlı Okçuluk Derneği Başkanı Cüneyt Buzlu ile bir sohbet gerçekleştirdik:"Eskişehir'in atlı okçuluğunu tüm Türkiye yakından biliyor"

CüNEYT BUZLU öZGEçMİŞİ


Afyon Emirdağ doğumludur. Oğuz soylu bir Türkmen’indir. Şehirlerarası otobüs taşımacılığı ve işletmecilik yapan bir aileden gelir. Spor eğitmeni ve savaş sanatları uzmanıdır. 30 yıla yakın Karate ve Kick Boks sporunda Türkiye şampiyonlukları kazanmıştır. Bu sporlarda uzun yıllar eğitmenlik yaptı.
Eskişehir Sultan Atlı Okçuluk Derneği’nin başkanıdır. çiftliğinde atlı okçuluk ve Türk okçuluğu eğitimleri vermektedir. Aynı zamanda lisanslı sporcu olarak yurtiçi ve yurtdışında Eskişehir’i temsil etmektedir. Alanında pek çok madalya ve ödül almıştır.
2019 yılında Macaristan, Polonya ve Fransa’da yapılacak olan yarışmalarda atlı okçuluk dalında Türkiye’yi temsil edecektir.
Cüneyt Buzlu evli olup Aybüke ve Ayten’in babasıdır.


.....


 


Sayın Buzlu,  Eskişehir Sultan Atlı Okçuluk Derneği Başkanı olarak görev yapmaktasınız. Böyle bir derneği kurma düşüncesi sizde nasıl doğdu? Derneğinizin amaçları nelerdir?
Eski Türklerde ok ve yaya çeşitli anlamlar yüklenmiş, ok ve yay hükümdarın hâkimiyet simgesi olmuştur. Bu sebeple de Türkler, ok ve yaylarını asla yanlarından ayırmamışlardır. Bir hükümdar bir başka hükümdara haber gönderecek olursa, gidecek haber kâğıdı okun üzerine sarılarak gönderilirdi. Okun üzerinde kime ait olduğunu gösteren damgalar da bulunurdu.  Oğuz Kağan destanında Türklerin atası olan Oğuz Kağan’ın altından bir yayı ve altından okları olduğundan bahseder. Oğuz Kağan üç oğluna yay vererek “Yay, atan insanın elinde durur o yüzden siz merkezde yani Orta Asya’da duracaksınız devleti devam ettireceksiniz.” der. öteki üç oğluna da ok verir ve “Ok gibi olacaksınız, menzil alacaksınız, dünyaya dağılacaksınız.” der.  Bu sebeple kendisine yay verilen Boz Oklar doğuyu, merkezi; ok verilen üç Oklar ise batıyı, akıncıları temsil etmektedir. Oğuz boylarında ok ile devlet düzeni arasında da bir hiyerarşik yapı kurgulanmıştır. Yay, merkezi temsil eder. O sebeple daha önemlidir. Atan konumundadır. Ok ise uç beyliklerin ve akıncıları temsil eder. Atılan konumundadır. Askerî düzende de yaya sahip olan Boz Oklar sağda, oka sahip olan üç Oklar ise solda saflarının alırlardı ve sağ soldan daha önemliydi. Ok ve yayla beraber Türklerin hâkimiyet anlayışı da şekillenmiştir denebilir. Hakan kendisine bağlı beylere ok göndererek onlara hâkimiyetini hatırlatması buna örnek verilebilir. Oka yüklenen anlamlar içerisinde dostluk ve emin olma anlamı da vardır. Türklerde okun bu yönü ile hediye olarak kullanıldığı bilinir. Ok gönderilen kişinin gönderenden emin olması anlamı vardır ve dostluğun bir simgesidir. Ok ve yayın dostluk simgesi olarak kullanılması çin ve Bizans kaynaklarına da yansımıştır.Ok ile yay, Selçuklu ve Osmanlı tuğralarında da karşımıza çıkmaktadır. Tuğranın hükümdarın özel nişanesi olması sebebi ile içerisinde ok ve yayı barındırması önem arz eder. Buradan hareketle tarihî çok eski dönemlere kadar giden ok ve yayın etrafında şekillenen sembolik değerlerin devam ettirildiği de görülmüş olur.Türkler ok ve yay yapımcılığında ustadırlar. Türk yayları çekildiği zaman lale şeklinde görünür. Okun çekildiği elin başparmağına “zihgir” denen bir okçu yüzüğü de takılır. Bu Türk okçuluğunu diğerlerinden ayıran temel bir özelliktir. Türklerin ok ve yayları da kendine özgü bir forma sahiptir. Geleneksel bir yapısı olan Türk okçuluğunun binlerce yıldan günümüze kadar gelmiş kültürel bir değer olduğu unutulmamalıdır. Hem yapım teknikleri hem de atış teknikleri bakımından Türk ok ve yayları emsallerine göre çok farklı ve dayanıklıdır. Ok ve yayın bir hâkimiyet sembolü olarak telakki edilmesi Selçuklularda da devam etmiş, çoğunlukla sikkelerde ve fetihnamelerde kullanılmıştır.
 İşte bizim Eskişehir Sultan Atlı Okçuluk Derneği olarak amacımız; 5000 yıllık zengin Türk tarihi ve töresi  içindeki at, ok ve kılıç ve savaş sanatlarını insanlarımıza tanıtmak bu kadim kültürü yaşatmaktır. Böylece gençlerimize kültürümüzü tanıtıp benimseterek milli duygularını kanatlandırmaktır. Dernek ve spor kulübümüzü arkadaşlarımla beraber bu hedefleri düşünerek kurduk.

Türk tarih ve kültüründe atlı okçuluğun yeri nedir? Tarihte ok, ok yapımı, ok eğitimi hangi anlamları taşımaktaydı?

Türklerin bilinen dünyaya hükmetmesinin sebebi atlı okçularımızdır. Hızlı ve uzaktan savaşma yeteneği,  ani manevralarla düşmanı yıpratma ve bertaraf etmeyi sağlayan bir ordu düzenidir. Okun ‘’Ya Hak’’diyerek atılması, adaleti sağlama ve idame ettirme amaçlıdır.
Geleneksel Türk okçuluğu; Türkiye’de gerçekleştirilen geleneksel okçuluk sporu etrafında şekillenen, yüzyıllar içinde belirlenmiş ilkeleri, kuralları, ritüelleri ve toplumsal uygulamaları, geleneksel zenaatkârlıkla üretilen ekipmanları, okçuluk disiplinleri ve atış tekniklerini barındıran bir somut olmayan kültürel miras unsurudur. Geleneksel Türk Okçuluğu, Türklerin Türkistan’dan Anadolu’ya getirdiği geleneklerden biridir. Her ne kadar bir savaş sanatı olarak ortaya çıkmışsa da geleneksel okçuluk, erken dönemlerden itibaren ahlaki ilkelere ve idmana dayalı bir spor dalı hâline getirilmeye başlanmış, 15. yüzyılından itibaren ise ok meydanları ve okçuluk tekkeleri gibi özel icra alanlarına sahip düzenli bir spor faaliyeti hâline gelmiştir.
Geleneksel Türk okçuluğunun yaya ve atlı olarak gerçekleştirilen farklı disiplinleri vardır. Yaya okçuluğunun “Menzil Atışları”, “Darp Atışları” ve “Puta Atışları” gibi türleri bulunmaktadır. Atlı ok atışlarının da “Kıgaç”, “Kabak”, “Tabla” atışları gibi türleri bulunmaktadır. Yaya ve atlı olarak gerçekleştirilen atışların yapılabilmesi için ustalardan öğrenilen geleneksel atış ve antrenman teknikleri kullanılır.
İyi ok atma becerisi gerektiren okçuluk “üstat” denilen ustalardan, her gün belirli bir disiplin ve düzen içinde yapılan “meşk” usulü ile öğrenilir. çırağın belirli bir mesafeden ok atarak üstadından okçuluk icazeti almasına “kabza almak” denir.
Yayların yapımında ağaç, balık tutkalı, hayvan boynuzu ve tendon; okların yapımında ise yine ağaç, kamış ve kuş tüyü kullanılmaktadır.
Günümüzde bu geleneği yaşatmaya çalışan ve çok sayıda yerel sivil toplum kuruluşu ve topluluk bulunmaktadır. Bu topluluklar gençlere yönelik yay yapımı ve atış eğitimi kursları düzenlemekte; başta müzeler ve okullar olmak üzere çeşitli kamusal mekânlarda tanıtım faaliyetleri ile ulusal ve uluslararası müsabakalar, gösteriler, paneller ve festivaller gerçekleştirmektedir.

Yusuf Has Hacip ; ‘’ At, Türk’ün kanadıdır.’’ derken neyi anlatmak istemiştir? Atla insan, atla Türk ilişkisi nedir?
Atalarımız ‘’At Türkün kanadıdır.’’ derken aynı zamanda, ‘’Yaya erin umudu olmaz.’’ Biniciliğe daha küçük yaşlarda alışmış olan Türk gençleri yaya yürümeyi adeta onur kırıklığı olarak karşılarlardı. Sözüne de vurgu yapmışlardır. Bozkırda at her şeydir. Diğer kavimlere karşı müthiş bir üstünlüktür.Türklerin dünyaya hükmetmesinin temel unsurları; atın ehlileştirilmesi,ok ve yayın icadı, demiri çeliğe çevirme ve kılıçtır. At, Türk için yoldaştır.
Atasözlerimiz atın Türk milleti üzerindeki sevgisi gösterir:
At binenin, kılıç kuşananın.
At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
İyi atta kötü renk bulunmaz.
Ata binince Allah’ını, inince atını unutma.
Atın dorusu, yiğidin delisi.
Attan düşen yine atlanır.
Atına bakan ardına bakmaz.
Sudan geçerken at değiştirilmez.
Alma alını, satma kırı, sev yağızı, bin doruya
“Türk sese vurgundur: Davul sesi, kılıç sesi, nal sesi.” (Oğuz Han)
Kuş kanadın, er atın, at da Türkün kanadıdır. (Kaşgarlı Mahmut)
“Yiğit yiğidin yoldaşı / At yiğidin öz kardeşi…” (Karacaoğlan)
Tarihçi E. Marcell, Hunlarla ilgili yazdığı bir eserinde şöyle demektedir: “Türkler süvari savaşında, şimşek gibi hızlı olan atlarının üzerinde, mıhlı gibi dururlar, yaşantılarını at üzerinde geçirirler .Toplantılarını at üzerinde yaparlar, at üzerinde yerler, içerler, hatta uyku ihtiyaçlarını bile atlarının boyunlarına doğru uzanarak giderirlerdi.’’
Dede Korkut’ta, Bamsı Beyrek, düşmanlar tarafından esir edilince atı “Boz Aygır” O’nu bekler. Beyrek mahpûsluktan kurtulunca otlamakta olan atına doğru ilerler, Boz Aygır, Beyrek’i tanır ve iki ayağı üzerine kalkarak kişner.
Beyrek, Boz Aygır’ı şöyle öğer:
Açık naçık meydana benzer senin alıncığın!
İki şepçerağa benzer senin gözceğizin!
İpeğe, ibrişime benzer senin yeleciğin!
İki ikiz kardaşa benzer senin kulacığın!
Eri muradına erdirir senin arkacığın!
At demem sana, kardaş derim,
Kardaşımdan yeg!
Başım beraberi,
Başıma iş geldi yoldaş derim,
Yoldaşımdan yeg! dedi.
Atla Türk’ün kardeşliği konusunda  çok örnek verilebilir.
Bir gezgin Türkistan’da halka niçin at eti yemedikleri sorunca şu cevabı alır: ‘’İnsan kardeşinin etini yer mi?’’
Burada sözü Köroğlu’nun Kırat şiiriyle bağlamak uygun olacaktır:
Bir at gördüm Silistre'nin ilinde
Alma gözlü kız yeleli Kırat gel
Ne bend oldun lekelerin elinde
Alma gözlü kız yeleli Kırat gel
Kır'a binmek iyi gelir uğura
Hay edende dağı taşı yoğura
Başı küçük boynu benzer puhura
Alma gözlü kız yeleli Rırat gel
Büyüktür gövdesi küçüktür başı
Altıdan yediye giriyor yaşı
çamlıbel'de kaldı küçük kardaşı
Alma gözlü kız yeleli Kırat gel
Ahırda kalır mı arpa sehere
üzengiler ne yakışır eğere
Koçaklarım saldı beni kahıra
Alma gözlü kız yeleli Kırat gel
Kırat'a akşamdan verdim yemini
öfkesinden küt küt gever gemini
Köroğlu üstünde sürer demini
Alma gözlü kız yeleli Kırat gel

Derneğiniz Eskişehir ve Türkiye genelinde ne tür etkinlikler yapmaktadır?
Derneğimiz Türkiye genelinde 28 gösteri 15 konferans 2 belgesel 1 dizi ve bir sinema filminde görev almıştır. Valilikler, üniversiteler ve belediyelerden yoğun olarak çağrı almaktayız. Eskişehir’de atlı okçuluğun yapıldığını hem de başarıyla temsil edildiğini bütün kamuoyu bilmektedir. Gösteri ve konferanslarımız devam etmektedir. Türkiye çapında tanınmışlığımız bulunmaktadır. Ben buradan sizin aracılığınızla derneğimizde görev alan ekip arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.

ülke genelinde hangi yarışmalara katıldınız? Başarı dereceleriniz nelerdir? Siz ve ekibiniz tarihi belgesel ve filmlerde roller almaktasınız. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?

Son yıllarda dizilerin etkisiyle artan tarihi belgesel ve filmlere ekibimizle destek vermekteyiz. İki belgesel, bir dizi ve bir sinema filminin çekimlerinde yer aldık. Son olarak Süleymanşah belgeselinde ekip olarak katkımızdan dolayı Türk Tarih Kurumu tarafından taltif edildik.
Tarihi dizi ve sinema filmlerinin popüler olması insanların tarihimize karşı bir merak ve ilgi uyandırmasına sebep oldu.
Tarih meraklılarının artması ve bunların öne çıkartılmaya başlanması insanlarımızı tarih okumaya ve araştırmaya yönlendirdi. Okuyup araştırarak bilgimizi yeniliyoruz.öğrendiklerimizi yeteneklerimizle birleştirerek halkımızın beğenisine sunuyoruz.
Ayrıca ülke genelinde atlı okçuluk ve geleneksel Türk okçuluğu yarışmalarına katılıyoruz.Türkiye yarışmalarında atlı ve yaya okçulukta hem dernek ve hem de şahıs olarak Türkiye şampiyonluğu ve  derecelerimiz mevcuttur. Bu sene nasip olursa  Macaristan, Polonya ve Fransa’da atlı okçulukta ülkemizi temsil edeceğim.

Son zamanlarda Türk tarih ve kültürüne yoğun bir yönelmenin olduğunu görmekteyiz. Bunu neye bağlıyor ve nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tarih¸ insanoğlunun faaliyetlerini en kapsamlı şekilde inceleyen bilimler arasında yer almaktadır. Tarih bize geçmişin bilgisini verir. Tarihin ve kültürel değerlerin her millet için büyük bir önemi vardır. İnsanlar siyasi geçmişlerini¸ kültürlerini¸ medeniyetlerinin ortaya çıkmasını ve bunların derecesini tarihin derin sayfalarından öğrenebilmektedir.
Tarih¸ milletlerin hafızası devletlerin ise siyasi tecrübeleridir. Tarihini bilmeyen bir millet yok olmaya ve tarihten ders almayan bir devlette yıkılmaya mahkûmdur. Bu yönüyle tarih¸ milletleri bilinçlendiren¸ onlara yön veren ve ayakta kalmalarını sağlayan Bir kavram olmuştur. Bu kavram da millet sinesindeki şuurla ifade edilir.  Millet haline gelmemiş olan insan topluluğu fertlerin bebeklik haline benzer. Yaşamak kabiliyeti varsa, bir takım buhranlar geçirmekle beraber büyüyüp gelişecek, “millet” olacaktır. Bebekte bir hafıza ve şuur olmadığı gibi henüz millet haline gelmemiş toplulukta da bir tarih şuuru bulunmaz. Bir bebek, annesinden çalınabilir. Kendisine süt ve yiyecek verildikçe bebek için bunun ehemmiyeti yoktur. Henüz millet haline gelmemiş bir topluluğun başına da yabancı ve düşman bir kuvvet geçebilir.    
Geleceğimiz geçmişimizde gizlidir. Tarih ve kültürümüzü ne kadar iyi bilip tanırsak geleceğimizi daha sağlam kurabiliriz. Tarihte yaşanan hadiseler, bir takvim yaprağının okunması gibi, bakılıp sonra bir kenara fırlatılacak kronolojik olaylar zinciri değildir. Geçmişte yaşananlar, bugüne ışık tutan, anlam kazandıran, gelecekle ilgili tasavvurların ortaya çıkmasını hazırlayan ve sonuçta çağdaş, gelişmiş millet anlayışını vücuda getiren en önemli mesnetlerdir.
Tarihte yaşananlardan gerekli dersler çıkarılabilirse, olaylar arasında bağlantılar, sebep-sonuç ilişkileri ortaya konulursa, bunların oluşmasını sağlayan iktisadi, sosyal ve kültürel tesirler hesaba katılırsa, güne anlam kazandırılır. Bunun da ilerisinde geleceği yönlendiren psikolojik ve sosyolojik ortamın vücut bulması sağlanır.
Tarih şuuru olmayan, tarihi kimliğini bilmeyen, tarihine ilgisiz kalan topluluklar milletleşme seviyesine ulaşamamış yığınlardır. çünkü tarih geçmişte müşterek şekilde hangi maceraları yaşadıklarını, hangi sevinçleri ve hüzünleri paylaştıklarını anlatır. En önemli sosyolojik olay diye tanımlanan milletin toplumsal ve tarihi koordinatları bu idrak çerçevesinde belirlenir.
Tarihi bilmek, doğru anlamak ve anlamlandırmak, milli şuur sahibi her Türk aydınının en önemli özelliği olmalıdır. Yani, tarihin bilinmesi, öğrenilmesi milli bir vecibedir. ülkemizde tarih şuurunu bastırmaya çalışanlar, sadece kozmopolit, nihilist ve ideolojik saplantılar içerisinde, tarihimize yabancılaşan ve milletimizden kopan kimselerden ibaret değildir. Bu hususta eskiden beri sürüp gelen, gelenekselleşen ihmallerin, duyarsızlıkların önemli etkisinin olduğunu da kabul etmek zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi