7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Eskişehirli edebiyatçı-yazar Feride Turan ile bir sohbet gerçekleştirdik."Çocuklarımız ithal kahramanlarla yetişmemelidir"

“çocuklarımız ithal
kahramanlarla yetişmemelidir”


FERİDE TURAN öZGEçMİŞİ


Eskişehirli edebiyatçı-yazar. İstanbul üniversitesi Türkoloji 1995 mezunu. öğretmenlikte 23. yılını çalışıyor. Su Kasidesi-övülmüş’e övgü, Girdim Gönül Şehrine (Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Battal Gazi), Ruhumuzun Emeli-İstiklal Marşı adlı kitapların yazarı. Ulusal-uluslararası sempozyum ve kongrelerde sunduğu çoğu disiplinlerarası olmak üzere edebiyat, dil, kültür, değerler eğitimi vs. alanlarında çok sayıda bildirisi mevcuttur.çeşitli bilimsel yayınlarda makaleleri; Türk Edebiyatı, İdarecinin Sesi, Nüktedan gibi dergilerde araştırma-inceleme ve yazıları yayınlanmıştır. öğrencilerinin çalışmalarına akademik disiplin kazandırmak amacıyla sempozyum ve kongrelere öğrencileriyle birlikte de çok sayıda bildiri sunmuştur.2010-2013 yılları arasında 1 yıl tam zamanlı, 2 yıl okul dersleri ile eş zamanlı olarak Odunpazarı İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü ARGE’sinde çalıştı. Bu süreçte projeler üretirken Müdürlük süreli yayınlarının genel yayın yönetmenliğini de üstlendi.Ayrıca Eskişehir Emniyet Müdürlüğü ile iş birliği protokolü kapsamında Polis Radyosunda haftalık, canlı ve tematik program olan “Şiirli Sohbetler” in yapımcılık ve sunuculuğu ile bir hoş seda bıraktı.
2013 Türk Dünyası Kültür Başkentliği sürecinde özel Kalem Müdürlüğünde 6 ay tam zamanlı, diğer yıllarda okul ders ve görevleriyle birlikte eş zamanlı olarak çalıştı. Bu süreçte Valilik özel Kalem ve Kültür Başkentliği ile ilgili görevlerin yanı sıra Eskişehir Valiliği Eski-Yeni dergisinin editörlüğü, Valiliğin Şehir Rehberi editörlüğü ve Rehber’deki bazı bölümlerin yazarlığı, 2 ciltten oluşan Türk Dünyası Kültür Başkentliği Almanağı’nın editörlüğünü yaptı. 2013-2015 yılları arasında ayrıca 15 ülke Bakanlığının ortak olduğu MEB-iTEC Projesi’nin il eğitici eğitmenliğini yürüttü.
Hâlen Eskişehir Fatih Fen Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktadır.


.....


 


Sohbet


 


Dede Korkut, Türkiye-Kazakistan ortak önerisiyle UNESCO Dünya Somut Olmayan Kültür Mirası Temsili Listesi’ne oy birliğiyle kabul edildi. Bu konuyu Türk Dünyası ve Dünya Kültürel Mirası açısından değerlendirir misiniz?
UNESCO’nun bu teklifi kabul etmesinden daha önemli olan, bunun ortak bir öneriyle sunulmuş olmasıdır aslında. Malumunuz üzere Türkiye’de ilk kez bir il, 2013 yılında Türk Dünyası Kültür Başkentliği payesine yükselmişti. Bu il Eskişehir’den başkası değildi. 2014 yılına taşan ve 400’ü aşan çoğu uluslararası etkinliklerde biz Eskişehirliler tarihî bir sürece hep birlikte tanıklık ettik. Kültür Başkentliği uygulamasının temel amacı da zaten Türk dünyasında kültürel etkileşimi sağlamak ve geleceğe yönelik dilde, fikirde, işte birliğin; birlikte hareket etmenin temellerini atmaktı. Bu süreçte verimli bir iletişimin sağlandığını, bugünkü çoğu konudaki iş birlikleri gösteriyor. Dede Korkut’un işte tam da bu noktada, çok önemli bir anlamı ve rolü vardır. Yani Gaspıralı İsmail Bey’in dört kelimeye sığdırdığı, “Dilde, fikirde, işte birlik!” idealinin gerçekleştirilmesinde Dede Korkut, Türk dünyası ile bizi birbirimize bağlayan edebi ve ebedi bir bağdır. Hâliyle geçmişimiz ve geleceğimiz arasında da bir köprüdür. Türk dünyası cephesinde durumu bu şekilde özetleyebiliriz sanırım. İşin “dünya” kısmına gelince, UNESCO Dünya Kültürel Mirası bakımından değerlendirdiğimizde ise Dede Korkut’un dünyaya, özellikle “ehl-i dünya”ya çok mesajı vardır. “Dünya benim” diyerek oluk oluk insan kanı akıtanlar, hiç ölmeyecekmiş gibi zulmedenler, haksızlık etmeyi kendinde hak görenler, onun sadece şu sözünün sırrına erse, dünya daha yaşanılır bir yer olurdu şüphesiz:
“Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya”

Mehmet Fuat Köprülü;  “Terazinin bir kefesine Türk edebiyatının tümünü, diğer kefesine de Dede Korkut'u koysanız yine de Dede Korkut ağır basar.”  sözünün özünü nasıl anlamalıyız? Köprülü bu sözüyle ne demek istemiştir?

Köprülü Hocamız bu sözüyle Dede Korkut’un asıl değerini veciz bir şekilde ortaya koymuştur.Dede Korkut Hikâyeleri “hikâye” olarak adlandırılsalar da aslında “millî destan”dır. Millîdir, yani milletin malıdır, sahibi ve yazarı millettir. Destandır, çünkü incelendiğinde görülecektir ki birbirinden bağımsız gibi duran hikâyeler, aslında büyük ve tek bir Oğuz destanından kopmuş parçalardır. Nesilden nesile sözlü aktarılırken 15. yy.da bilinmeyen bir şahıs tarafından yazıya geçirilmiştir. Yani destandan hikâyeye geçiş metinleridir, diyebiliriz. Dede Korkut üzerinde ciddi ve değerli araştırmalar yapmış saygıdeğer Hocamız Prof. Dr. Muharrem Ergin bu hikâyeler için “destanî hikâye” tabirinin kullanılması gerektiğini söyler. Nitekim Türk halk hikâyelerinin genel yapısı ve üslubu itibariyle Dede Korkut’un bir benzeri yoktur. Bu da hikâyelerin daha önce oluşan büyük bir destana dayandığının delillerindendir. Dede Korkut’un terazide ağır basmasının en önemli nedenlerinden biri de Oğuz töresini anlatmış olmasıdır. Oğuz töresinin kitabıdır Dede Korkut. Hikâyelerde olaylar farklı, kahramanlar farklı, fakat bütün bu farklılıklar içinde hikâyeler içine yerleştirilen değerler, hayat ve dünya görüşü Oğuzların ortak malıdır. Geleceğe örnek insan olarak sunulan kahramanlar, aynı değerler etrafında Oğuz ülkesinde yaşarlar. Zaten hikâyelerde “Oğuz” kelimesi sıklıkla geçer.  “Oğuz zamanında”, “Oğuz beyleri”, “İç Oğuz”, “Dış Oğuz” vs. ifadelerinden hikâyelerin büyükbir Oğuz ülkesinde geçtiği anlaşılıyor.Hükümdarları da “Hanlar Hanı Bayındır Han”dır.Konusu ve sunduğu değerler dışında bu“destanî hikâyeler”; Türk dilinin şaheseridir. İçindeki manzum parçalar ise destanî Türk şiirinin en özgün, en coşkulu örnekleridir.

Dede Korkut kimdir? Menkıbevi ve gerçek hayat hikâyesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Büyük Türk şairi Ali Şîr Nevai’nin de dediği gibi Dede Korkut “Türkler arasında şöhrete ihtiyacı olmayacak kadar şöhret sahibi” biridir. Hakkında çok rivayet var. Tarihî kaynakların hemen hepsindeki rivayetler ile Dede Korkut kitabındaki bilgiler aşağı yukarı birbiriyle örtüşmektedir. O “Oğuz’un tamam bilicisi” dir. Bayat boyundandır. Hanların akıl hocasıdır. öyle ki ona danışmadan iş işlenmediği hikâyelerin ön sözünde geçer. Dede Korkut’un keramet sahibi bir evliya olduğuna inanılır ayrıca. Boy boylayan, yani destan anlatan; soy soylayan, bu destanda yer alan manzum parçaları söyleyen kişidir. Türk dünyasında Dede Korkut’a dair çok hatıra mevcuttur. Kazak Türkleri arasında kopuz ve tanbura çalgılarının mucidi olarak tanınır mesela. Kırgız destanı Manas’ta onun adı geçer. Yine Türkmenlerde de Korkut Ata’nın hatırası canlıdır.

Dede Korkut Hikâyelerine bu adın verilişinin temel nedeni olarak hikâyelerin sonuna doğru Dede Korkut’un ortaya çıkıp boy boylayıp soy soylaması gösterilir ve her hikâyenin sonunda nasihatle birlikte dua eder Dede Korkut. Peki, bu duaların içeriğine bakıldığında neler söylenilebilir?
Dede Korkut’un duaları, duadan öte aslında bizlere “iyi insan” olmada bir vizyon sunmaktadır. “Uzun yaşın ucu ölüm” diyerek hayatın anlamlı kılınması gerektiğini hatırlara getirir mesela. “Dünya benim diyen “beğ”leri bile ecelin alacağını ”vurgulamasının manası; hesap gününü hesaba katarak yaşamamız gerektiğinden başka ne olabilir! Hikâyelerdeki dualara genel olarak baktığımızda dünya ile âhiret arasında bir denge kurulduğu da göze çarpar. “Hayattayken namerde muhtaç etmesin, ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın.” duası gibi. Yaşarken namerde muhtaç olmamak, ölürken de “arı imandan” ayrılmamak… Daha ne isteriz ki Allah’tan! Ama en çok sevdiğim duası şudur: “Allah’ın verdiği ümit kırılmasın.” Onun duaları; vicdan gibi, insaf gibi, iyilik gibi insani melekelerimizi harekete geçiren ve çağları aşan bir coşkuya sahiptir.Kimsenin kimseye günahını bile vermediği şu yalan dünyada Dedem Korkut’un duaları,değerlerimizin şemasını elimize verir.

O hâlde değerler demişken, Dede Korkut Hikâyelerinde belli başlı değerler nelerdir? Az önce bu hikâyelerin Oğuz’un töresini anlattığından bahsetmiştiniz. Birkaç örnekle açıklamanız mümkün mü Hoca Hanım?

Elbette. Hikâyelere genel olarak baktığımızda sosyal hayatın içinde güçlü bir ahlâk anlayışının varlığını görüyoruz. Yani lafta kalmayan bir “ahlâk” söz konusu… Mesela; Oğuz töresinde yalan söze tahammül gösterilmez. Aslında yalan nedir bilmezler. Aralarında sadece bir tane yalancı vardır. Onu da ifşa etmişlerdir ve “Yalancıoğlu” adını vermişlerdir: “Yalancıoğlu Yaltacuk.” Hatta dikkatimi çekmişti, bir yerde ondan bahsedilirken adından önce ileniyorlar :“Yarımasın, yarçımasın” şeklinde.“Yarımak” ve “yarçımak” “Bahtiyar olmak, yüzü gülmek, mutlu olmak” gibi anlamlara geliyor. Demek ki yalancı birinden bahsedilirken “yüzü gülmesin, muradına ermesin ,hiç mutlu-mesut olmasın” şeklinde ilenecek kadar yalandan nefret ediyorlar.  Diğer taraftan insanların isimlerini bile hak ederek aldıkları bir dönemden bahsettiğimizi de aklımızdan çıkarmayalım.  Dede Korkut hikâyelerinde anne, her şeyden kıymetlidir. Ana hakkı Tanrı hakkıdır. Her şeyden vazgeçilir, herkesten vazgeçilir, evlattan ve eşten geçilir ama anneden geçilmez. Buna karşın eşlerine de hürmetkârdırlar. Hikâyelerin ana teması “aşk” olmasa bile biz bu hikâyelerde eşlerin birbirlerine hitabında aşkı en arı ve duru hâliyle görüyoruz. Birbirlerine “başımın bahtı, evimin tahtı”, “göz açıp gördüğüm, gönül verip sevdiğim” diyen çiftler vardır burada. Kuru çayın üzerine köprü yaptırıp geçenden otuz üç akçe, geçmeyen de ise döve döve kırk akçe alan Deli Dumrul’un dahi aldanmamak gerek celaline. Yamanlığı erlere, yahşiliği helaline… Onun çizdiği bu sert imajının altında aslında ince ruhlu, müşfik ve sevdalı bir gönül vardır. Sevdiğinin, helalinin ölümünü görmek, ölümden beter gelir Deli Dumrul’a.“Alırsan ikimizin canını beraber al” der Kadir Tanrı’ya. Yine Oğuz töresinde“namus” için can verilir. Sadakatin üzerine kurulmuş aile yapısı vardır. Aslında bu ve buna benzer değerlerin ete kemiğe bürünmüş hâli “alp” tipidir. Oğuz töresinde “alp” ideal insan tipidir. Kahramanlık, cesaret, doğruluk, sadakat, yiğitlik; olmazsa olmazıdır Oğuz töresinin.

Peki, Fuat Köprülü’nün bütün Türk edebiyatına ağır basar, dediği Dede Korkut’un edebiyat müfredatındaki ağırlığı nedir? Değerler eğitimi kapsamında Dede Korkut’tan nasıl istifade edilmeli?
Hâlihazırdaki Lise edebiyat müfredatında10. sınıflarda “Hikâye” ünitesi altında Dede Korkut hikâyelerinden bir örnek işleniyor. ünite kapsamında farklı dönemlerden olmak üzere toplamda 6 hikâye inceliyoruz. Hepsine ayrılan süre 6 haftadır. Yani 30 ders saati... Her bir metne 5 saat düşüyor, gibi görünüyor fakat bu 5 saatin içinde dilbilgisi, yazma, sözlü iletişim başlıklarında yapılması gereken etkinlikler de vardır. Bu durumda zamanın verimli kullanılması çok önemli tabi... Yalnız durumu sadece nicel değil, nitel açıdan da ele almamız gerekir. çünkü öğretmen her şeyden önce öğrenciye derslerde bir ufuk çizer.  Diğer taraftan bunun ortaokul ve ilkokulu da var. Ders dışı etkinlikler, proje çalışmaları da var. Ama her öğretmen aynı oranda Dede Korkut’la ilgili proje, etkinlik yapar mı? İşte değerler eğitimi bu yüzden sistematik ve belli bir standartta gerçekleştirilmeli. Bunun için mesela hikâyelerin içerik analizleri yapılmalı, değerler tasnif edilerek öğrencinin yaş ve düzeyine göre eğitim materyalleri, eğitim etkinlikleri hazırlanmalı. Az önce bahsetmiştik Dede Korkut’un dualarından. Sadece duaların içeriği bile tek başına etkinlik konusudur.

Dede Korkut’un tarihî ve menkıbevi kişiliğinden bahsederken 15. yy. şairi Ali Şir Nevaî’nin bir sözünü naklederek “Türkler arasında şöhrete ihtiyacı olmayacak kadar şöhret sahibi”dir dediniz. Tarih boyunca böyle, peki ya günümüz gençliği onu ne kadar tanıyor, bir fikriniz var mı?

İşte asıl sorumuz ve asıl sorunumuz budur bence. Biz bu soruya öğrencilerimle birlikte 2016 yılında cevap aramıştık. Dede Korkut Hikâyelerinde,     “yiğit” olarak nitelendirilen kahramanların fiziki ve karakter özelliklerini sınıflandırarak analiz etmiştik. Hatta bu araştırmamızı uluslararası bir kongrede sunmuştuk. Araştırma kapsamında ayrıca Lise 11. sınıf öğrencilerine yönelik anket çalışmamız da oldu. Odunpazarı ilçesinde, belli başlı okulların da yer aldığı liselere anket uyguladık. Sorularımız aslında çok sade ve kolaydı. Mesela “Dede Korkut kimdir?”, “Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki karakterlerden iki kişiyi yazınız.” gibi açık uçlu sorular vardı. Ama anket sonuçları bizim için tam bir hayal kırıklığı idi. Hiç unutmuyorum, öğrencilerin % 43’ü Dede Korkut’un kim olduğunu bilmediklerini yazmıştı, diğerleri de “şaman, masal kahramanı” gibi cevaplar vermiş. Hikâyelerdeki karakterlere dair bilgilerinin ise ders kitaplarında yer alan Dede Korkut hikâyeleri ile sınırlı olduğunu tespit ettik.

Yaptığınız araştırmada yiğitlerin özelliklerini de analiz ettiğinizden bahsettiniz az önce. Dede Korkut hikâyelerinde yiğitlerin en belirgin özellikleriyle ilgili hangi bulgulara ulaştınız, bu konu hakkında da biraz bilgi verebilir misiniz?
Hikâyelerde yer alan yiğitler, fizikî olarak gücü ile betimlenmiştir. Karakter özellikleri arasında tekrarlanması kılıklarına göre değerlendirildiğinde en sık tekrarlanan özellik, onun “dinî inanışı” dır. Bilhassa “Bir işe kalkışmadan önce Allah’tan yardım dilemek, Allah’ı övmek, salâvat getirmek ”yiğitlerin özelliklerinden biridir.Yine“Yiğit kişi, korkusuzdur. Asla yoldaşını yarı yolda bırakmaz. Namusu için, kadını için, ailesi için,himayesi altındaki insanlar için herkesi karşısına alabilmelidir.” gibi özellikler tekrarlanmıştır.

Dede Korkut bütün Türk Dünyasında anılmakta ve saygıyla hürmet edilmektedir. Adına etkinlikler ve bilimsel toplantılar düzenlenmektedir. Bu etkinlikleri yeterli buluyor musunuz? Sizce başka ne tür çalışmalar yapılabilir?

Etkinlikler, bilimsel toplantılar düzenlenmeli elbette. Hele 2019 yılında ‘Türk Dünyası Eğitim Başkenti Eskişehir’ ev sahipliğinde geniş kitlelere hitap eden çalışmalar çıkacağını ümit ediyorum. Yalnız şunu da özellikle belirtmek isterim ki, Dede Korkut hakkında şehrimizin tarihi boyunca gelmiş geçmiş en ciddi ve değerli çalışmalar hiç şüphesiz Türk Dünyası Kültür Başkentliği sürecinde yapılmıştır. Gerek etkinlikler, gerek akademik çalışmalar, gerekse kalıcı eserlerle Dede Korkut’a dair millî hafızamız tazelenmiştir. “Başka ne tür çalışmalar yapılabilir?” sorunuza gelince “şehir destinasyonunda Dede Korkut muhakkak yer almalıdır.” diyebilirim. Şehircilik vizyonu olarak Türk dünyası marka değerinin korunup geleceğe taşınmasının Eskişehir’den beklenmesi de gayet tabidir. Dede Korkut’un şehirde görünür kılınması önemlidir kanaatimce. Mesela Dede Korkut parkıbir taraftan şehrimize açık ve yeşil bir alanla nefes aldırırken diğer taraftan Dede Korkut’uEskişehir’in gündemine getirmiştir. Şehrimizin silüetine Kültür Başkentliği’nin kazandırdığı bu büyük parkta Dede Korkut hikâyelerinin nakşedildiği Anıt Duvar ise, ayrıca görülmeye değerdir. Parkta bir de Kültür Başkentliği açılış hatırası olan ve Dedem Korkut’un heybetine atıfta bulunan devasa heykel vardı. Ancak maalesef artık yok. Bir vakitler yerel basında “estetik olmadığı, çocukları korkuttuğu” iddiasıyla kaldırılsın dendi. Lakin heykel kaldırıldıktan sonra aynı estetik kaygıyla bir Dede Korkut heykeli de yapılmadı. Kaldı ki günümüzde çocuklarımız medya ve bilişim teknolojileriyle şiddet içerikli film ve oyunların tehdidi altında iken asıl korkulması gerekenler bellidir. Bu bakımdan Dede Korkut’un adına etkinlikler ve bilimsel toplantılar düzenlenirken değerler eğitimi bağlamında uygulamaya dönük ürünler çıkarılmalıdır. çocuklarımızın gündemine ithal kahramanlar yerine Türk töresinin “adıyla sanıyla” en büyük timsali Dede Korkut getirilmelidir.

O hâlde son söz olarak
ne diyelim?

“Dedem Korkut gelsin, boy boylasın, soy soylasın!” diyelim.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi