
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)
HAYALİ CİHAN DEĞER
ülkemizde, Köy Enstitüleri, kapatılmış, altı yıllık ilk öğretmen okulları açılmıştı.
Sayıları, 1950’li yılların sonlarında, 52’ ye ulaştı. öğretmen okullarına girecek olan öğrenciler, önce İlkokuldan, pekiyi derece ile mezun ve iyi ahlak sahibi olması gerekirdi. Adaylığı, kabul edilen öğrenciler, önce yazılı sınava katılır, kazananlar ise mülakata çağrılır, mülakatta başarılı olanların da kayıtları yapılırdı.
O yıllarda öğretmen okulları, bozkırın, umudun, senfonisi, türküsü, halk oyunları ve müziğidir. Anadolu kültürünün, tüm zenginliklerini, eğitim dizgesine katan, öğrencinin insana dair tüm güzelliklerle donatılması ve toplumsal sorumluluğa, sahip olmasını amaçlayan ve her yönüyle çevresinin ve bölgesinin, eğitim, kültür merkezi olan kurumlardı.
öğretmen okullarında, okumak kolay değildi. İki yıl sınıfta kalan öğrencilerin, kaydı okuldan silinirdi. Ayrıca tüm öğrenciler, kendi sınıflarının, temizliğini kendileri yapar, yemekhane ve çamaşırhane gibi birimlerde, nöbet tutarak, bu hizmetlere katkıda bulunurlardı.
öğrencilerin, en ufak hataları karşısından, öğretmenler, “öĞRETMEN OLACAKSIN “diyerek, ya eleştirir, ya da rehberlik yapardı. Alt sınıflarda okuyanlar, üst sınıflardaki öğrencilere, saygı gösterir, hürmette kusur etmez, üst sınıftaki öğrenciler de, alt sınıflardaki öğrencileri korur ve derslerinde yardımcı olurdu.
Yunus emre öğretmen Okulu’ndan, mezun olan her öğretmen alınlarında bilgileri çelenk yapıp, nura doğru can atan, Türk gençleri idi. Cehalete karşı, savaşmaya and içmişleri.
Milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan, Türkiye Cumhuriyeti’ ne karşı, görev ve sorumluklarını davranış halinde göstereceklerine, namus ve şeref sözü vermişlerdi.
ülkemizin, en ücra köşelerin dağıldılar. Anadolu’ya, damarlarında dolaşan kan gibi. Arkalarına bakmadan binmişlerdi otobüslere… Trenlere… Şehir, şehir, köy, köy, ulaşmışlarda taa… Mezralara…
ürkek, çekingen, korkak, ama sevecen bakışlarla karşılanmışlardı, köy halkı, onları. görev yaptığı köylerin yolu, elektriği yoktu. Gaz lambası ve mum ışığında, yapıyorlardı planlarını.
Onlar, Cumhuriyetin, eli öpülecek öğretmenleri idi. Kar tipi, çamur demeden okulunu köylü vatandaşla birlikte yapan, tamir eden, köylüyü bilgisi ile ışıklandıran öğretmenlerimiz, Bugün belki aramızda yaşamıyor. Ama tek övüncümüz, bugünkü nesle bıraktığı izlerdir.
O dönemdeki öğretmenlerimiz, vatanın en ücra köşelerinde, meslek onuru ve bilinci ile hizmet yaptılar. Millet Mektepleri’nden, çığ gibi akıp gelen, Cumhuriyet döneminin ‘eli öpülecek’ idealist ve Cumhuriyetin, o buram, buram kokan, ideal duygularını, içinde sımsıcak terennüm eden, kar, tipi, çamur demeden okulunu, köylü vatandaşı ile birlikte yapan, okulunu tamir eden, yol yapan, köylümüzü, bilgisi ile ışıklandıran, onlardı.
Onlar, Rahmetli Rauf İNAN’ nın, söylediği gibi, öğretmen, kendi varlığında, yalnız kendi kendisine karşı sorumluluk taşıyan, bir adam değildir. O gelecek nesillerin, şöyle veya böyle, şu veya bu vasıflarda olmasının, şu veya bu meziyetler veya kusurlar almasının sorumluluğunu da yani, bir kısım vatandaşların, hatta milletin alın yazısının sorumluluğunu, millet ve tarihi önünde, taşıyan bir adamdır.
Beş numara lamba ışığında, plan yapan, kitap okuyan, mahmurlaşmış gözlerle daha çok okumaya kendisini adayan, öğrencilerini geleceğe hazırlamak için, çaba gösteren hata hiçbir ücret talep etmeden öğrencilerini sınava hazırlayan,öğretmenlerimiz. Belki de bugün, aramızda yaşamıyor. Ama tek övüncümüz, sizlerin bizlere bıraktığı kalıcı izlerdir.
Peki, nedir onlar?
Sorumluluk, çalışkanlık, fedakârlık, vatanseverlik…
Emekli öğretmenlerimiz, Cumhuriyetimizin o coşkulu, o heyecanlı, "fikir taşıyıcıları olarak, bütün vatan sathında, "Atatürkçü düşüncenin" ışığı ve meşalesi ile bizlere, bir ışık, bir yön oldular. Köyden şehre gelmek için, balçık çamurlara, bata çıka, ya da hasta çocuğunuzu, muayene ettirmek için "öküz arabasının " ağır, ağır yol kat etmesine sabrettiler.
Köy odalarındaki sohbetleri, hiç unutmadılar. Arkadaşın, dostların, saf ve temiz köylülerdi. Onlar sensiz, sen onlarsız yapamıyordu. Ahmet, Hatice ve Fatma kızı nasıl yetiştirebilirim, diye akşamları, beş numaralı lambanın ışığımda biteviye düşündüler.
Bir serencam-ı ömürlerinde, daha neler vardı kim bilir. İçlerinde taşıyorlardı anılarını. Sadece gönül dostlarını anlatıyorlardı.
Eskişehir’ e, unutulmayacak hizmetlerde bulunan, 1960-1961 eğitim-öğretin yılında Yunus Emre İlk öğretmen Okulu’ndan, mezun olan, Sayın Akif KUTLU’ nun, rahatsızlığı dolayısıyla, Yunus Emre İlk öğretmen Okulu’ndaki, Sınıf arkadaşlarının, ziyaretinde, öğretmen okulunda yaşanan anılar tekrar hatırlandı ve duygulu anlar yaşandı,dost olmanın da hazzına varıldı. Ne mutlu! dost olanlara ve kalabilenlere…