
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Her defasında "bundan daha kötüsü olmaz artık" diyoruz ama...
Her defasında "bundan daha kötüsü olmaz artık" diyoruz ama...
Bilinen bir fıkradır...
Seyahatten dönen ev sahibi havaalanından bahçıvanına telefon açmış, konuşuyorlar:
- Nasıl, her şey yolunda mı?
- Yolunda... Küreğin sapı kırıldı, şu anda onu tamir ediyordum.
- Neden kırıldı?
- Köpeğinize mezar kazarken zorlamışım, ondan kırıldı.
- Nee! Köpeğim mi öldü?
- Maalesef havuza düştü?
- Benim köpeğim çok iyi yüzerdi; havuzda nasıl ölür?
- Havuzun suyu boşalmıştı, atlayınca betona çakıldı.
- Havuzu yeni doldurtmuştuk, neden boşalttınız?
- İtfaiyeciler evdeki yangını söndürürken ilave suya ihtiyaç duydular.
- Neee evde yangın mı çıktı?
- Evet efendim. Annenizin vefatı dolayısıyla taziyeye gelenlerden biri yanık sigara bırakmış.
- Annem mi öldü? Yahu kadın daha iki hafta önce sapasağlamdı?
- Haklısınız da... Yatak odanızda karınızla en yakın arkadaşınızı aynı yatakta görünce kalbine inmiş.
- Yahu hiç pozitif bir haber yok mu adam sende?
-Var efendim... Geçen gün siz AIDS testi yaptırmıştınız ya... Sonucu geldi: Pozitif!"
Fıkra, aslında gülünecek bir fıkra.
Ancak...
Söz konusu fıkra biraz ülkemizde yaşananları hatırlattığı için, bu açıdan bakıldığında pek de insanın içinden gülmek gelmiyor.
Ülkede patlayan bombalar.
Ekonominin içine düştüğü kötü durum...
Suriye'den gelen şehit haberleri...
Dövizin her geçen gün yükselmesi...
Zamların peş peşe gelmesi...
Rus büyükelçisine yapılan suikast.
Yeni Anayasa ve sistem değişikliğinin toplumda yarattı gerginlik.
İnsanların TV başına geçip haberleri izlemekten korkar hale geldiği bir süreç yaşanıyor resmen.
Her günü "bundan daha kötüsü olmaz" diye kapatıp, ertesi gün daha da kötüsüyle uyandığımız bir ülkede, insan ister istemez umut arıyor.
Bu umudu ararken de yine ister istemez "Ulan bu ülkede hiç mi iyi bir şey yok? Hiç mi pozitif bir şey yok?" diye bağırmak istiyor...
.....
Büyükerşen ve Ataç...
"İnsanı doğduğu şehirde Peygamber yapmazlar"
Tarihe mal olmuş bir sözdür bu.
Yaşanılan olaylar doğruluğunu da ispat etmiştir.
Zira...
Başarılarla dolu bir geçmişi de olsa, Ülkeye, hatta Dünya'ya mal olup, kanıtlayabileceği her şeyi kanıtlamış da olsa, birçok isim kendi doğduğu ve yaşadığı şehirde genellikle "Bizim oğlan" muamelesi görür.
Kıskançlığın ve çekememezliğin etkisiyle de, hem kendisi hem de yaptıkları sürekli küçümsenir.
Ülkede ve Dünya'da ne kadar süksesi olsa da, kendi doğup büyüdüğü kentte bir türlü aynı ilgiyi ve sevgiyi göremez.
Hemen her yerde yüzüne açılan kapılar, kendi şehrinde yüzüne kapanır.
Bir işe kalkışacak olsa, paçasından çekilir, bir yere aday olsa hemşeri desteğinden mahrum kalır.
İşte bu yüzden yıllardır söylenegelir "İnsanı doğduğu şehirde Peygamber yapmazlar" sözü.
Elbette bu sözde işret edilen "Peygamber" sözü gerçek anlamında kullanılmamıştır.
"Peygamber" sözü ile anlatılmak istenen, Saygı-Sevgi ve itibardır.
Eskişehir'in tarihine bakıldığında da, bu sözün ne kadar doğru olduğunu gösteren olayları görebiliriz.
Bu şehirde doğup, bu şehirde yaşamış, çeşitli alanlarda başarının tavanına vurmuş insanların, kendi hemşerileri tarafından nasıl yarı yolda bırakıldığı, terk edildiği ve ihanete uğradığına ilişkin olayların bol olduğu bir şehirdir Eskişehir.
Ancak...
Zaman zaman bu söz üzerinden yakınmalarda bulunsa da Yılmaz Büyükerşen ile Ahmet Ataç için bu sözün çok da geçerli olduğunu söylemek zor.
Zira...
Büyükerşen 4 dönem, Ataç ise, her ne kadar bir dönem ara vermiş olsa da 3 dönem üst üste bu şehirde Belediye Başkanı seçilerek kendilerine ait rekor kırmış isimler.
Yukarıda da söyledik...
-"İnsanı doğduğu yerde peygamber yapmazlar" sözü doğruluğu kanıtlanmış bir sözdür.
Fakat...
Bu söz Eskişehir'de, görünen o ki Büyükerşen ve Ataç için hiç mi hiç geçerli değil.
Eğer geçerli olsaydı, doğdukları ve yaşadıkları bu kentte üç defa, dört defa üst üste ve her defasında da oylarını arttırarak, hemşerilerinin güvenini kazanıp, Belediye Başkanı seçilebilirler miydi?
.....
Koltuk geçmişi de geçmişte söylenenleri de unutturuverir
Adam siyasi partinin bir üyesi.
Her ağzını açtığında Parti içi demokrasiden söz etmeden geçemiyor.
Hemen her fırsatta, Demokrasinin uygulanmıyor olmasından yakınıyor.
Genel Başkan cuntası olduğunu söyleyip, Genel merkez baskısından yakınıyor...
-"Herkes seçimle gelmeli. Seçimle gitmeli" diye neredeyse avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Gün geliyor, hasbelkader sıra bir şekilde ona geliyor.
O güne kadar eleştirdiği Genel Başkan ve Genel başkanın talimatıyla bu kez kendisi koltuğa bir güzel oturuyor...
Hem de...
Önceden söylediği o sözleri sanki kendisi söylememişçesine ve hiçbir utanma emaresi taşımadan;
-"Partimin verdiği görevden kaçmam mümkün değil" diyebiliyor.
Tepeden indiği hatırlatıldığında ise;
-"Ne yani? Verilen görevi kabul etmese miydim?" diye de üste çıkmaya çalışabiliyor.
Anlayacağınız...
Her şey, sıra kendine gelinceye kadar kötü...
Başkası olduğunda atamayı gayrı meşru sayıp, kendisi olduğunda aynı atamayı meşru hale getirebiliyor.
Kısacası...
Bir koltuk bulduğunda, hemen herkes geçmişi unutuveriyor bu ülkede...
Tıpkı bir hastalık gibi...
Bu hastalık uzun yıllardır devam ettiğine göre...
Bizim ülkemizde ki siyasetin Hasta olmadığını söylemek mümkün mü?
Koltuk yokken söylenenlerle, koltuğa oturulduğunda söylenenler ne zaman aynı olursa, siyaset hastalıktan kurtulacaktır.
Aksi takdirde...
Hastalıklı siyasetin bu ülkeye gelecekte verebileceği maalesef pek bir şey olmayacak...