Gürcan Banger
Kentleşme ve yönetişim
Bir ülkenin GSMH olarak söz edilen yıllık değerler toplamını düşünelim. Bunun yüksekliği ne ifade eder? Bunun kişi başına dağılımına bakmadan, “iyi veya kötü” olduğuna karar verilebilir mi? Aynı şekilde halkın ne kadarının ulusal gelir ortalamasının altında olduğu, ne kadarının ortalamadan kat be kat daha fazla kazandığı da önemlidir, değil mi? Kısacası; zenginliğin büyüklüğü kadar, onun nasıl dağıldığı da –bir başka deyişle adil bölüşüm de– önemli ve anlamlıdır.
Bir kent de toplumun sosyal tabakalaşmasını andırır. Kentin de geliri az veya çok bölümleri vardır. Bir kentte zenginlikler eşit olarak dağılmıyorsa, bu noktada kent yöneticilerinin bakışı ve yönetim anlayışı önem kazanır. Bazı yöneticiler, kentte sadece zenginlerin yararlanabileceği yatırımlar yaparak, o sosyal ve ekonomik katmana ait rantı artırırken, kimileri kentin ortalama yaşam kalitesi düzeyinin artmasına çaba harcarlar. Yöneticilerin bir bölümü, sadece kentin görünen yüzünü albenili hale getirmeye çalışırken, sosyal adalete önem verenler ise kentsel kullanımın her noktada iyileşmesini sağlamayı hedeflerler. Bu tercih, onların ideolojik ve siyasal bakış açıları ile olduğu kadar kentsel vizyonları ile ilgilidir. Bir başka deyişle, kent yöneticisi için de “ainesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz”.
İngilizce “governance” kavramının karşılığı olarak kullanılan “yönetişim” kavramı, ortak katılımlı yönetim veya karşılıklı etkileşimli yönetim anlayışı olarak özetlenebilir. Bu tür yönetim modellerinde ilgili sorun, proje veya karardan etkilenen tüm sosyal aktörlerin sürece katılması öngörülür. Yönetişim, kent yönetim anlayışında bir demokratik açılım olarak geliştirilmiş çağdaş bir anlayıştır.
Dünyada kültürün akışkanlığının artması ile birlikte yeni kent yönetim modellerine ilişkin sözcük ve kavramları biz de kullanır olduk. Ama ne yazık ki, sözcüğü telaffuz ederken gösterdiğimiz başarıyı, kavramın içini doldurmakta gösteremiyoruz. Hatta çoğu zaman bir kavramı gerçek anlamda yaşama geçirmeden, içi boş halde tüketip yok ediyoruz. Pek çok örnek durumda yönetişim kavramının başına gelen de budur. Bu nedenle bizde kentsel yönetim; kişilerin, kendilerini sistemin önüne koyan ‘okumuş veya okumamış’ bağnazlıklarından kurtularak kent yönetişimi haline dönüşememiştir.
Refah; bolluk, varlık ve rahatlık içinde yaşama demektir. Kentte yaşayan yurttaşların refahı, kentin yönetimi ile çok yakından ilgilidir. Kentli yurttaşın refahı söz konusu olduğunda; öncelikle yeterli barınma, mülkiyet güvenliği, temiz su, yeşil ve temiz çevre, yaygın sağlık hizmeti, yeterli beslenme, iş bulma imkânları, kamu güvenliği ve kolay ve ucuz ulaşım gibi konular açısından yaklaşmak gerekir. Görüldüğü gibi; kent yönetiminin, kentin kitsch görselliği fikrine kapılmadan önce dikkate alması gereken konu, temel kentli ihtiyaçlarının sağlanmasıdır. Yetkin ve yeterli bir kent yönetimi, vatandaşların kentten yararlanmasını eşit kılmaya çalışmalıdır. Kent yönetişimi fikrinin altındaki temel gerekçe budur.
Gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında kent yönetimi açısından önemli bir fark vardır. Gelişmiş ülkelerde kent yönetiminin ana fikri, kentliye hizmet etmektir. Türkiye gibi henüz o aşamaya varmamış olanlara ek bir görev daha düşer; o da kentte yaşayan vatandaşın kentli haline dönüştürülmesidir. Özetle; muhtemelen kırdan kente gelmiş olan sosyal göçmenin, bir kentli olarak eğitilmesi görevi de bir ölçüde kent yönetimine düşmektedir.
Küreselleşmenin ve ulus ötesi şirketlerin kâr beklentilerinin etkisiyle günümüzün temel yönelimlerinden biri, maksimize edilmiş tüketim anlayışıdır. Bu gidişin, uzun vadede hayırlı bir sonucu olacağı kanaatinde değilim. Kent yönetimlerinin de ana sorunları göz ardı ederek bu tür bir tüketim anlayışı içine savrulmalarını üzüntü ile karşılıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.