
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Kraldan çok Kraliçeciler...
Lise çağlarının yaşandığı dönemde çirkin ve erkeklerin ilgi göstermediği kızlar vardır hani...
Okulun en güzel ya da en başarılı kızının etrafında toplanırlar özellikle.
Onun en yakın arkadaşı olmak için adeta can atarlar.
Amaçları, okulun en güzel ya da başarılı kızına gösterilen ilginin hiç olmazsa birazını üzerinde toplayabilmektir.
Kendi güzellikleri ve özellikleri, bu ilgiyi tek başına toplamaya yetmediği için, o en güzel ya da en başarılı kızın etrafından hiç ayrılmazlar.
Bir süre sonrasında da kendilerini, o güzel ya da başarılı kızın sahibi ve akıl hocası zannederler.
Böylece, okul çevresinde de belli bir statü elde ettiklerini sanırlar.
Hâlbuki...
Tek meziyetleri sadece, okul çevresinde en çok ilgi gören güzel ve başarılı kızın en yakınındaki kişi olmaktan ibarettir.
Güzel kızın yanında olmakla güzel, başarılı kızın yanında dolaşmakla başarılı olduklarını zannederler kendilerini.
Bir süre sonra buna da inandırırlar kendilerini.
Aslında, acınası bir psikolojik durumdur yaşadıkları.
Çirkinlik ve başarısızlığın üzerinin cehaletle örtülmesinden ibarettir yaptıkları.
Herkes bilir aslında çirkin olduklarını.
Herkes farkındadır aslında ne kadar başarısız olduklarının.
Sadece o güzel ya da başarılı kızın hatırına tahammül edilir varlıklarına.
Bir tek kendileri bilmez ne kadar acınası durumda olduklarını.
Bütün kerametin kendilerinde olduğunu zannederler.
Sanırlar ki, o kız onlar sayesinde çok güzel ya da başarılı olmuş.
Sanırlar ki:
Kendileri çevresinde olmasa, o kızın ne güzelliği kalacak ne de başarısı.
Biz bu örneği güzel ve başarılı kızlar üzerinden verdik ama, aynı çağlarda yakışıklı ve başarılı erkek öğrencilerin etrafında da benzeri bir durum yaşanır.
Ne yazıktır ki, bu anlattığımız sadece lise çağlarında yaşanan ve gençliğin getirdiği psikolojiyle yapılmış bir durum olmaktan çıkıp, hayatın her alanında kolaylıkla rastlayabileceğimiz bir durum haline gelmiş vaziyette.
Bunu anlamak için öyle uzun uzadıya araştırma falan yapmakta gerekmiyor.
Başarılı insanların çevresinde oluşan insanlara baktığınızda, bu söylemek istediğimiz zaten kolaylıkla anlaşılacaktır.
Eskişehir'de de bunun en güzel örneğini, galiba Yılmaz Büyükerşen'in çevresinde oluşan bir grup insan oluşturuyor olsa gerek.
Yılmaz Büyükerşen son derece başarılı ve sıra dışı bir insan.
Fakat yıllardır en yakınında olma mücadelesi verenlere bakıyorsunuz, Büyükerşen'e yakınlıkları olmasa ve "Büyükerşen" isminin kendilerine sağladığı avantajlar ve fırsatlar bulunmasa, bakkal dükkânı raflarını düzeltebilecek beceri ve donanımları olduğu dahi şüpheli.
Buna rağmen, her türlü görevi kendilerine layık görebiliyorlar.
Normal siyasi bir süreçte, oturduğu mahallesinden bile delege çıkamayacak pozisyona sahipken, rüyalarında bile göremeyecekleri makamlara kendilerini yakıştırmanın cahil cesareti içinde olabiliyorlar.
Bilgi, beceri, emek, donanım, liyakat hak getire.
Büyükerşen'in varlığı ve Büyükerşen'e yakın olma kriteri yetiyor onlara.
Başka meziyetleri olmadığı için...
Yılmaz Büyükerşen'in sağlığına dikkat etmesi için önünden yiyecekleri almak ve sigara içmemesi için sürekli uyarılarda bulunarak sağladıkları "en yakınında" olma halleriyle, maalesef rüyalarında bile göremeyecekleri makamlara gelebiliyorlar.
İşte bu insanlar ilerde, belki de torunlarına fotoğrafları gösterip "Bak ben Eskişehir'de bu önemli görevleri yaptım" diyecek gururla.
-"Aslında benden bir şey olmazdı ama, şans işte Büyükerşen'in en yakınındaydım" diyemeyecek tabi...
Onlar kendilerine bile itiraf edip, söyleyemeyecek bu gerçeği elbette ama...
Bu günleri yaşayan herkes bilecek tek meziyetlerinin en yakınına girebilmek olduğunu...
Tıpkı...
Güzel ve başarılı kızların etekleri altında dolaşıp kendilerine bir statü sağladığını zanneden çirkin ve silik kızlar misali...
.........
Esnafı Asık Surat, Şoförü Aşırı Sürat, Aileyi,
Yiğidi Süslü Avrat, koca şehri ise kibir batırır...
"Eskişehir'in en büyük sorunu nedir?" diye sorulsa? Hemen herkes aklına gelen ilk sorunu söyler.
Ancak...
Bize göre Eskişehir'in en büyük sorunu "Bir araya gelinememesi" dir...
Hep aynı örneği veririz Eskişehir'in bu en büyük sorunu ile ilgili olarak.
-"Eskişehir'de çok başarılı kurumlar var. Tek tek baktığınızda, başarıları ortadadır. Ancak, bu başarılı kurumlar 'bir araya gelelim ve başarı çıtamızı en tepeye taşıyalım' demez. Gerçekten de manzara yıllardır böyledir Eskişehir'de. Halbuki, o başarılı kurumlar bir araya gelse, Eskişehir bulunduğu konumdan daha da yüksekte olacaktır" diye.
Bunun sorumlusu olarak da, o kurumların başında olan insanları gösteririz hep.
Kibir içinde olduklarını, başarıyı tek başlarına yaşamak istediklerini, bu yüzden de sürekli olarak Eskişehir'e zarar verdiklerini ifade ederiz yıllardır.
Buna rağmen Eskişehir'de sözünü ettiğimiz birlik ve beraberliğin sağlanması yolunda bir tek adım ileriye gidilmediğine de şahit oluruz.
Hâlbuki...
Eskişehir; asgari müşterek olmalıdır herkes için.
Mesele Eskişehir olunca, kibir ve kıskançlık ortadan kalkmalıdır.
Zaman zaman bunu düşünsek de, bir türlü hayata geçiremeyiz.
Çünkü...
Eskişehir adına yapılacak her işte "Ben mi onun ayağına gideceğim" diyerek, kibrimizden asla vazgeçmeyiz.
Nasreddin Hoca'ya köylüleri "Sen Evliya mısın hocam?" diye sormuşlar.
Nasreddin Hoca da "Evliyayım tabii" demiş.
Bunun üzerine köylüler "İspatla o zaman. Şu ağacı yanına çağır" deyince, Nasreddin Hoca başlamış ağacı çağırmaya.
Bir, İki... Üçüncü kez çağırdığında Ağaç gelmeyince köylüler "Ne oldu Hocam?" diye sorunca Hoca da;
-"Eğer Ağaç gelmiyorsa, ben Ağaca giderim. Çünkü Evliyada kibir olmaz" cevabını vermiş.
Netice olarak...
Bu şehrin yönetiminde bulunanlar ve bu şehirde sözü geçen insanlar, kibri bırakıp birbirlerinin ayağına gidebilse, hem kendileri Evliya olur hem de Eskişehir ihya olurdu.
Ama olmadı, olmuyor...
Yıllar önce yazdığımız benzeri bir yazıyı bugün yine yazmak hasıl oldu.
Demek ki...
Eskişehir'de geçen yıllar pek bir şey değiştirmiyor.
Kibir adına, bir adım dahi gelişme olmuyor.
Ne yazık değil mi?
.......
Gaye Usluer'in ikinci kez Parti Meclisi başarısı...
Geçtiğimiz CHP kurultayında, partinin en önemli organı olan Parti Meclisi üyeliğine seçildi.
Siyasete yeni girmiş biri olarak hem sürpriz hem başarıydı yaptığı.
Sonuçta, CHP'nin Genel kuruldan sonra en yüksek organı olan Parti Meclisine seçilmişti.
Büyük bir çoğunluk burun kıvırdı.
-"Ne olacak canım! Sonuçta Bilim Kurulu kontenjanından seçildi" diyerek küçümsedi yaptığını.
Parti meclisi üyesi olarak neredeyse Türkiye'nin her ilini gezdi.
Gittiği her ilde eğitimler verdi.
Her eğitim verdiği şehirde, partinin yöneticileriyle tanışıp, iletişimini güçlendirdi.
Eskişehir'de kendisini ciddiye almayanları kafasına bile takmadı.
Eskişehir'de siyaset yapmayı, hocanın kuyruğunda dolaşmak zannedenlerin "Bu kadın niye dolaşıyor ki şehir şehir?" demelerine aldırmadı.
Zaten şehir şehir dolaşıp o kadar zahmet çekmesinin sonucunu da, önceki gün yapılan CHP kurultayında, Parti Meclisine Bilim kurulundan en yüksek oyu alarak seçildi.
Hadi ilk Parti meclisinde yer alması tesadüftü.
Önceki gün yapılan CHP kurultayındaki seçimlerde, zorlu rakiplerine rağmen en yüksek oyu alıp Parti Meclisinde yine yer alması da mı tesadüftü?
Elbette değil.
Hakkıyla girdi Parti Meclisine...
Hem de Bilim kurulunun en yüksek oyunu alarak.
Ama Eskişehir'dekiler yine burun kıvıracak.
Birilerinin sayesinde bir yerlerde olanlar yine ciddiye almayacak kendisini.
Yine dikkate almamaya çalışacak bazıları.
Fakat bu defa, Parti Meclisine ikinci kez girmesinin arkasında tesadüf olduğunu söyleyemeyecek hiç kimse.
Sonuç olarak...
Gaye Usluer'in, Eskişehir'in kadın siyasetçisi olarak, bizim de onaylamadığımız, "Olmasa daha iyi olur" dediğimiz bazı davranışları mutlaka var...
Ama bu olumsuzlukları, sağlamış olduğu başarının üzerini örtmemeli.
Hele hele...
Eskişehir'de parti binasının, Ankara'da Genel Merkez'in yolunu bile bilmeyenlerin bu başarıya burun kıvırmaları, Gaye Usluer'e reva bile olmamalı.
Buna rağmen olursa, çok da komik olur zaten...