
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Millet olarak dürüstlük ile ilgili sıkıntımız var...
Ankara'nın eski belediye başkanlarından biri İsviçre'ye davet edilir.
O da davete icabet ederek gider İsviçre'ye...
Kendisini İsviçre'nin meşhur dağlarından birinde bulunan bir köye götürürler.
Köy, süt hayvancılığı yapılan bir köydür ve dağın yamacına kurulmuştur.
Çok yakınında da bir süt fabrikası vardır.
Hayvanlarını sağan köylüler, yine hayvanların taşıdığı araçlarla sağdıkları sütleri her gün fabrikaya götürmektedir.
Fabrika daha aşağıda, köy daha yukarıda olduğu için yokuş aşağı olan gidiş kolaydır ama, köye dönüş yokuş yukarı olduğu için epey zordur.
Süt fabrikası bu durumdan rahatsız olur.
Köydeki her evin önüne bir boru çeker.
Borunun ucunu açık bırakır ve huni benzeri bir cihaz koyar borunun ucuna.
Köylü, ineğini sağdıktan sonra elde ettiği sütleri bu huninin içine döker.
Dökülen sütler, yokuş aşağı döşenen boru ile fabrikanın süt toplama yerine kadar gider.
Sonra köylü ne kadar süt döktüğünü fabrikaya bildirir ve fabrika da köylüye parasını verir.
Sonuçta...
Bulunan bu yöntem ile köylülerin sütlerini fabrikaya getirip geri dönmesi ortadan kalkmıştır.
Fabrika, doğanın avantajını kullanarak, köylüleri büyük bir dertten kurtarmıştır.
Bizim belediye başkanının çok ilgisini çeker bu durum.
Yapılan işi uzun uzun izledikten sonra bir sorusu olduğunu söyleyerek:
-"İyi de, ya köylü 3 kilo süt döküp, 5 kilo döktüğünü söylerse ne olacak? Ya da, köylü bu borulara süt yerine su dökerse ne olacak? Sonuçta denetimi olmayan bir durum bu" sorularını sorar peş peşe...
İsviçreliler şaşırır.
Hepsi birbirinin yüzüne bakmaya başlar.
Nihayet içlerinden birisi:
-"Yahu biz bunu hiç düşünmedik" der hayretler içinde.
Çünkü güvenin ve dürüstlüğün son derece önemli olduğuna inanmış ve yaşamları da bu doğrultuda devam etmektedir.
Ardından da:
-"İyi de bu sizin aklınıza nasıl geldi?" diye sorar bizim belediye başkanına.
Öyle ya!
Böyle bir üçkâğıtçılığın olabileceğini hiç düşünmemiş, bunu da hiç kimsenin düşünebileceğine ihtimal vermemişlerdir.
Belediye başkanı yurda döndükten ve bu izlenimini yazdıktan sonra yazısının altına şu notu düşer:
-"Eğer bizim ülkemizde böyle bir şey uygulanmaya kalkılsa, inanın o boruların içine süt yerine su dökülür ve dökülen suyun bile iki-üç katı beyan edilerek, onun parası alınmaya çalışılır"
Maalesef millet olarak kafamız bu tür şeylere biraz daha fazla çalışıyor.
Bu da haliyle dürüstlük anlamında bizi zaafa uğratıyor.
Geçtiğimiz günlerde Mihalgazi Ortaokulu'nda uygulanan bir proje gerçekten ilgimizi çekti.
Projenin ismi "Dürüstlük kantini"
Amacı ise, çocukların dürüstlük ile ilgili davranışlarını pekiştirmek.
Okulun kantininde hiçbir görevli yok.
Çocuk giriyor, kantinden ne isterse alıyor ve parasını da kasaya bırakıyor.
Çocuğun yanında sürekli bir arkadaşı olduğu için, her çocuk birbirine bir anlamda denetim görevi yapıyor.
Çocuk aldığı şeyin karşılığında az da çok da para bıraksa yanındaki uyarıyor.
Sonuç olarak...
Kantinin kasası her defasında fazla bile veriyor.
Çocuklar ise dürüstlüğün ne olduğunu öğrenip, benimsiyor.
Bu projeyi düşünen ve uygulayanları kutlamak lazım...
Dahası.
Bu projeyi tüm okullara yaymak lazım...
Zira...
Yukarıda da söylediğimiz gibi, dürüstlük ile ilgili zaaflarımız var...
Ve bu zaafımızın da ortadan kalkması için küçük yaşlarda bu gibi eğitimlerin mutlaka verilmesi gerekiyor...
.....
Sanatçıyı küçümseyen siyasetçi ve bürokrata ders olmalı...
Adalet Bakanlığı müfettişi Bursa Cezaevi'ne teftiş için gider.
Yaptığı teftiş sırasında cezaevi müdürüne "Burada Nazım hikmet de kalıyormuş. Buraya getir onu da bir görelim nasıl bir adammış!" talimatı verir.
Nazım Hikmet getirilir müdürün odasına.
Müfettiş: "Demek Nazım hikmet sensin?" diye sorar.
Oturacak yer falan da göstermez ve kaba tavırlarını alenen ortaya koyar.
Görüşme son derece kısa sürer.
Nazım Hikmet müdürün odasından çıkarken aniden durur ve müfettişe dönerek:
-"Ömer Hayyam'ı tanır mısınız müfettiş bey?" diye sorar.
Müfettiş "Hayyam'ı kim tanımaz ki" cevabını verince Nazım Hikmet bu kez:
-"Peki... Ömer Hayam döneminde hükümdar kimdi?" diye ikinci bir soru sorar.
Müfettişin bunu bilmediğini görünce de:
-"Bakın işte! Yarın ne Başbakan'ı, Adalet Bakanını, ne de sizi hatırlayacaklar. Ama beni yıllar sonra herkes bilecek ve hatırlayacak" diyerek çıkar odadan.
Adalet bakanlığı müfettişi yaptığının yanlış olduğunu anlar ve Nazım Hikmet'e "Ne olur" demeye çalışır ama Nazım hikmet çoktan müdürün odasından çıkmış ve hücresinin yolunu tutmuştur bile...
Bu günün siyasi ve bürokratlarının yine bu günün sanatçılarına karşı takındıkları tavrın ne kadar yanlış olduğunu hatırlatmak için verdik bu örneği.
Umarız ders çıkartılacak bir durumdur bu anlattığımız onlar için...
.....
Sorunları erteledikçe...
Temel ile Fadime boşanmaya karar vermiş.
-"çocukları da paylaşırız" diye karar almışlar.
Ama bakmışlar ki 7 çocukları var.
Boşandıklarında eşit olarak paylaşamayacaklar.
Oturup karar vermişler;
-"Biz en iyisi bir çocuk daha yapalım. Sonra boşanır çocukları da eşit olarak 4'erden paylaşırız."
Bu erteleme sonucunda ne olmuş biliyor musunuz?
Aradan Dokuz ay geçmiş ve Fadime İkiz çocuk dünyaya getirmiş...
Eskişehir'in öteden beridir süregelen bazı sorunları var.
Bu sorunlar işin başında bir türlü giderilemedi.
Giderilme yoluna da gidilmedi.
Hep ertelendi yapılacaklar iyi mi?
Hep "Sonra"ya bırakıldı.
Sonra'ya bırakanlar, o tarih geldiğinde yine erteleme yoluna gitti.
Çünkü ertelemek yapmaktan daha kolaydı.
İşte biz bunun sıkıntısını çekiyoruz şimdi.
Eskişehir'de var olan ve herkesin yaşadığı sorunların tamamı, zamanında yapmak yerine erteleme yolunun seçilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Üstelik...
Ertelenen gün geldiğinde yapılan tek şey, yine ertelemek oluyor.
Tıpkı Temel-Fadime fıkrası gibi...
.....
Biraz da gülmek lazım
Genç bir erkeğin dört kız arkadaşı vardı ve bir türlü hangisiyle evleneceğine karar veremiyordu. En sonunda doğru kararı verebilmek için bir test yapmaya karar verdi. Her birine 1.000 TL verdi ve 'Bu parayı istediğiniz gibi harcayın' dedi.
Birinci kız arkadaşı kendisine yeni elbiseler ve ayakkabılar aldı, kuaföre ve güzellik salonlarına gitti. Genç erkeğe geri geldiğinde şöyle dedi: 'Senin için en güzeli ben olmak istiyorum, çünkü seni seviyorum!'
İkinci kız arkadaşı ise genç erkeğin tuttuğu takımın iki kombine biletini, en sevdiği türden bir sürü video CD ve bir ay yetecek bira ile geri geldi ve şöyle dedi: 'Bunlar senin için aldığım hediyeler, eminim seni mutlu edecektir, senin mutlu olmanla bende mutlu olacağım.'
Üçüncü kız arkadaşı ise bu parayla iyi bir yatırım yaptı ve kısa bir süre içerisinde para kendini ikiye katladı ve bu parayı da çeşitli yatırım alanlarında kullandı. Genç adama geri gelerek şöyle dedi; 'Bana verdiğin parayı birlikte yaşayacağımız mutlu bir gelecek için çoğalttım, çünkü seni seviyorum!'
Dördüncü kız arkadaşı ise bu paranın bir kısmıyla bir sürü kitap aldı, kalan kısmıyla ise fakirlere yemek dağıttı. Genç adama geri gelerek şöyle dedi: 'Verdiğin paranın bir kısmıyla sana layık olabilmek için bir sürü kitap aldım diğer kısmıyla ise senin adına fakirlere yemek dağıttım.'
Genç erkek dört kız arkadaşının yaptıklarından çok etkilenmişti. Karar vermek için epey bir süre düşündü... düşündü... düşündü... ve sonunda sarışın ve mavi gözlü olanla evlenmeye karar verdi.