7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

7-Ahmet URFALI (DOLUNAY)

Mustafa Özçelik ile sohbet "Her coğrafyada olan bir milletiz"

MUSTAFA
öZçELİK
KİMDİR?

Eskişehir’de doğdu.
Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek öğrenim gördü.
Yurdun değişik yerlerinde öğretmenlik yaptı. Dumlupınar üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
çeşitli edebiyat dergilerinde yazı ve şiirleri yayımlandı.
Şiir, hikâye, roman, çocuk edebiyatı, deneme, biyografi, inceleme ve antoloji alanlarında çok sayıda eser verdi.


 


.....


Mustafa özçelik ile sohbet


Sayın hocam, 1975 yılından beri yazı ve şiirleriniz çeşitli dergilerde yayımlanıyor. Edebiyat çevresinde de geniş bir okuyucu kitleniz var. Şahsınıza karşı git gide artan bu sevgi ortamı elbette yazdıklarınız, kişiliğiniz ve davranışlarınızla ilgilidir. Sizi yakından takip eden bir okuyucunuz ve dostunuz olarak temel kaynağınızın millî kültürümüzün ana unsurlarından beslendiğini bilmekteyim. Türk milli kültüründen aldığınız ve alacağınız ilham ve esinlenmeleri eserlerinize yansıtma biçiminiz hakkında neler söylemek istersiniz?
çok zengin bir edebî ve kültürel geçmişimiz var. Bu geçmiş, bugünün yazarı/şairi şairi için de çok önemli bir ilham ve beslenme kaynağıdır/olmalıdır. Aksi halde yazdıklarımızın ne millî ne de evrensel bir yanı olmaz. Zira evrensel olmanın yolu da öncelikle millî olmaktan geçer. Bunun için öncelikle millî özelliklerimizi ve zenginliklerimizi yansıtan ve klasik değer kazanmış eserlerle temas kurmamız gerekiyor. Onları okuyup özümseyerek, onlardan ilham alarak bu çağa dair eserler vermemiz lazım. Bunu yapmazsak yabancı kültürlerin tutsağı oluruz. Son iki asırdır böyle bir trajediyi yaşadığımız hepimiz biliyoruz. Ne kendimiz olarak kalabildik ne de Batılı olabildik. Cemil Meriç’in ifadesiyle hep arafta yaşadık. Bu da ortaya milli kimlik konusunda ciddi problemler çıkardı. Şüphesiz bu manada kendi kültürümüz adına da bir mücadele yürütüldü. Bun mücadelenin kahramanlarını saygıyla anıyorum. Eğer bir Muallim Naci, bir Mehmet Akif, bir Yahya Kemal, bir Necip Fazıl, bir Arif Nihat gibi isimler olmasa idi kimliğimizden tamamen kopmuş olurduk. Şükür gibi yerli ve millî aydınlar, sanatkârlar hep var oldular. Ben de elimden geldiğince gerek yazılarımda gerekse şiirlerimde bu tür isimlerden beslenerek yine onların açtığı yolda köklerimize eğilerek millî bir tutumu benimseyerek açılan bu yolda yürümeye, böylece geleneğin bir halkası olmaya çalışıyorum. Bir milletin hayatı gibi kültür ve sanatı da geçmişten geleceğe kesintisiz akan bir ırmak gibi olmalıdır. Şayet bu ırmağa akış ahengine yaşadığımız çağda katılmazsak bizi bekleyen felaket köksüzlük dolayısıyla öksüzlük olur. Yani çağda kendimiz olarak var olamayız. Şüphesiz geleneğe aitlik geleneğin tekrar edilmesi demek değildir. Geleneği zamanın diliyle ve yeni bir yorumla zenginleştirmektir.
Edebiyatın hemen hemen her türünde eserler vermektesiniz. Şiir, hikâye, roman, çocuk edebiyatı, deneme, biyografi, inceleme ve antolojide kalıcı eserler vücuda getirdiniz, getirmektesiniz. Eskilerin ‘velûd’ diye vasıflandırdığı yazarlardan biri olarak bütün bunları gerçekleştirmek için zaman ve imkânı nasıl elde ediyorsunuz? Zaman ve imkân plânlamanız nedir?
Ben edebiyata şiirle başladım. Fakat Türk İslâm kültürünün son iki asırdır yaşadığı serüven bizi çok şey anlatmaya mecbur bırakıyor.  Hâlâ söylenmemiş türkülerimiz, yazılmamış hikâyelerimiz var. Batılılaşma bizi başka kıyılara attı. Bir zamanlar tarihin en güçlü devletleriyle birlikte en güçlü kültür ve medeniyet yapısını inşa eden bizler zelil duruma düştük. İşte şimdilerde kendi köklerimize eğilmek, evimize dönmek için şiirden romana, hikayeden biyografiye çok şey yazmak gerekiyor. Bu sadece benim tavrım da değil. Millî kültür hassasiyeti olan her yazar bunu yapmaya çalışıyor. Mesela Necip Fazıl’da, Yahya Kemal’de, Tanpınar’da da bunu görürüz. ömürlerini eserleriyle böyle bir millî uyanış gayesine adadılar. Onların mirasçıları olarak bizim de tek bir saniyemizi boş geçirmeden gayret etmemiz gerekiyor.  Ben de âcizane bunu yapmaya gayret ediyorum. Zaman ve imkân meselesine gelince; eğer bir şeyi yapmayı/yazmayı gerekli görüyorsanız ve bunu bir görev ve sorumluluk şuuru içinde düşünüyorsanız gereken zaman da imkân da bulunuyor. Allah, vaktinizi bereketlendiriyor. Benim özellikle emekli olduğum günden beri bütün zamanım okumak, yazmak ve konuşmakla geçiyor. Tabi öncesi de var. Eğer önceye dair birikimler olmasa ortaya bu kadar eser çıkmazdı.  Diğer yandan böyle bir havayı soluyorsanız dünyanın vakit öldüren işlerinden, meşgalelerinden uzak kalıp sadece işinize odaklanıyorsunuz. öyle olunca da okuma yazmayı, yazma konuşmayı besliyor ve ortaya kitaplar çıkıyor. Aslında hepimiz ilgi, bilgi ve meşgale alanımız ne olursa olsun aynı niyet ve gayretin içinde olmak durumundayız. Bu ağır fakat o kadar da onurlu yükü hiç yüksünmeden omuzlamak bir var oluş meselesidir. Ne doğudan ne batıdan esen rüzgârların bizi götüreceği emniyetli bir liman yok. Zulmün, adaletsizliğin tavan yaptığı bir dünyada hem milliyet hem de din değerlerimiz bizi böyle bir sorumluluğa aday kılıyor.
    Şiirinizde, modern unsurlarla geleneksel yapıların ahenkli bir uyumuna tanıklık etmekteyiz. Bu güzelliği oluştururken hareket noktanız nedir? Günümüz şairleri, köklü bir geçmişe sahip olan ve muhteşem özellikler taşıyan geleneksel şiirimize sırtına dönerek yeni sentezlere ulaşabilir mi?
İlk sorunuzda da söylediğim gibi mesele geleneğin tekrarı değil onun ruhunu bugüne taşımaktır. Bunun için de öncelikle geleneğe dair kültür birikimini iyi okumak gerekiyor. Mesela nesirde Dede Korkut, şiirde Yunus Emre geleneğinin izi sürüldüğünde bugünkü yürüyüşümüz çok zengin bir damardan besleniyor demektir. Sentezler, yeni yorumlar elbette yapılabilir. Ne var ki bu geçmişi inkâr anlayışıyla olmaz. Bir ağaç kökleriyle yaşar. Zengin bir geleneğe/geçmişe yaslanmazsanız, ondan beslenemezseniz zengin bir geleceğiniz de olmaz. Yahya Kemal’in dediği gibi “Kökü mazide olan bir ati” olmak gerekiyor. Aksi durumda “harabati” oluruz. Bu da hiçbir zaman  onurlu yaşamak manasına gelmez. Bu durum aslında bütün dünya için böyledir. Şekspirsiz İngiltere, Geothesiz Almanya, Dantesiz İtalya düşünmek nasıl mümkün değilse Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Dede Korkut, Yusuf Has Hacip gibi isimlerin olmadığı bir Türk millî kültür yapısı da olmaz. O olmazsa bu defa biz olamayız. Nesiller kimlik bunalımına girer. Bu sebeple bu çağda yaşayan ve kültürel bir emperyalist saldırıyla karşı karşıya olan bizler, zamanı üç boyutlu yaşamak geçmişten bugüne ve bugünden geleceğe dair tahayyüller, hakikatler, gayretler içerisinde bulunmak lazımdır. Muhtaç olduğumuz kudret mazimizde mevcuttur. Yeter ki onunla sağlıklı bağlar kurabilelim. Mesela bir Yunus Emre’nin yaşadığı çağ da böyleydi. Ama o karanlıktan Yunus Emre ve onun gibi söz ve gönül insanlarının gayretleriyle çıkmayı başardık. Bugün de bu mümkündür. Yeter ki o çeşmelerden su içmeye talip olalım.
Ahmet Yesevi üniversitesi ev sahipliğinde, ‘Türkçenin 12. Uluslararası Şiir Şöleni’  Kazakistan’ın Türkistan şehrinde gerçekleştirildi. 25 ülkeden 40 şairin katıldığı etkinlikte dünya genelinde Türkçe yazan şairler tarafından şiirler okundu. Yapılan değerlendirmeler sonucunda; ünlü Kazak şairi Mağcan Cumabayulı Büyük Şiir ödülü, size verildi. öncelikle bu ödülün size verilmiş olmasını isabetli ve anlamlı bulduğumu belirtmek isterim. Ata yurdumuz Uluğ Türkistan’la kültürel bağlarımızın güçlenmesi açısından bu tür etkinlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz dünyanın hemen her coğrafyasında var olan bir milletiz. Malum sebeplerle onlardan ayrı düştük. Uzunca bir süredir bunun acısını, sıkıntısını yaşıyor ve bunu telafi etmek için yeniden el ele, gönül gönüle olmaya çalışıyoruz. Kazakistan’ın Türkistan şehrinde yapılan Türkçe’nin Uluslararası şiir şöleni de bu anlamda bir faaliyetti. Geçen hafta da Yunus Emre ve Mehmet Akif üzerine iki konferans vermek üzere Almatı’daydım. Bu tür faaliyetlerin devam etmesi gerekiyor. Bunu istikrarlı olarak sürdürebilirsek başka coğrafyalardaki kardeşlerimizle bağlarımız daha çok güçlenecek ve bunun hayli faydalı neticeleri olacaktır. Ortak dil, kültür ve inanış bu birlikteliğin kurulmasında en önemli imkânımızdır. Bu imkânları geliştirmemiz halinde devletlerimiz farklı olsa da ortak anlayış, tavır, tutum ve strateji belirleme noktasında gerekli şeyleri yapmamız mümkün hale gelir. Bunu yapabildiğimiz zaman da karşılıklı gidip gelmelerimiz, ortak faaliyetler yapmamız bu geniş coğrafyadaki insanları tek bir gönül ve zihin haline getirecektir.
Biyografik eserlerinizle neslimize bir rol-model ideali vermek arzusunda olduğunuz görülmektedir. Yunus Emre’nin sevgi anlayışı, Battal Gazi’nin alp-eren kişiliği, Nasrettin Hoca’nın bilgeliği diyebileceğimiz bu ideal Türk gençliğinde karşılığını ne kadar bulabiliyor?
 Beni biyografiye yönelten en önemli sebep Sezai Karakoç’un “Nesillere örnek seçmek” yazısı    oldu. Onu okuduktan sonra kimleri, nasıl anlatırım düşüncesiyle gençlerimiz için rol-model olacak şahsiyetler üzerinde çalışmaya başladım. Hem bütün bir Türk kültür hayatını ilgilendirmeleri hem de Eskişehir’le aidiyetleri dolayısıyla öncelikle Yunus Emre, Nasreddin Hoca ve Battal Gazi üzerinde yoğunlaştım. Haklarında kitaplar yazdım, konuşmalar yaptım. Bu isimleri son yüzyılın fikirde, sanatta, mücadelede özellikle de örnek şahsiyetiyle daima hayranlık duyduğum Mehmet Akif Ersoy takip etti. Allah nasip ederse bu isimlere mesela Evliya çelebi, Ahmet Yesevi, Şeyh Edebalı gibi isimleri de eklemek istiyorum. Tabi zaman da şartlar da çok değişti. Gençlerimizi bu tür isimlerle buluşturmak konusunda hayli engeller var. Fakat biz ısrarla bu tür çalışmalara devam edersek er geç müspet bir sonuç alırız. Yeter ki iyi niyet ve samimi gayret çerçevesinde bu isimleri çağın her türlü iletişim ve anlatım vasıtasıyla gençlerimize tanıtalım, onlarla buluşturalım.
Yurt içinde ve yurt dışında konferanslar vermekte düzenlenen imza günlerine katılmaktasınız. çok yoğun bir kültürel çalışma ve gayret içindesiniz. ‘Rağbet marifeti tabidir.’ desturu gereğince bu etkinliklerin gelecek üzerine ümit verici olduğunu söyleyebilir miyiz?
çiftçinin görevi zamanında tarlasını sürmek, tohum ekmek, sulamak ve kendine düşeni yaptıktan sonra ürün beklemektir. Biz de bir anlamda bunu yapmaya çalışıyoruz. Yoğun bir kültürel saldırı içerisindeyiz. özellikle popüler kültür(!) çok saldırgan. Fakat bunu o kadar alımlı usullerle yapıyor ki geniş bir etki alanına sahip oluyor ve nesilleri kaybediyoruz. Ama “Allah var gam yok”. Bu inançla yola çıkınca kültürde bir direniş ve diriliş cephesi kurmak ve samimi gayretlerle bir şeyler yapmak elbette mümkün olur. Zira kültümüz bizim hafızamızdır. Şu anda bir bellek kaybı varsa bunu iyileştirmek çok da zor olmasa gerektir. Arada sadece zihni ve ruhi engeller var. Uygun bir dil ve metotla bunlar aşılacak geleceğin yüzyılında millet olarak da dil ve kültür olarak da inşallah var olacağız.
 Yunus Emre hakkında eserler veren ve söz söyleyebilecek bir otorite olarak bu konuda yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Diğer il ve ilçelerdeki etkinliklerle Eskişehir’de düzenlenen çalışmaları karşılaştırır mısınız? Eskişehir’deki etkinlikleri yeterli buluyor musunuz?
Bu soruya ne yazık ki olumlu cevap veremiyorum. Gerek Yunus Emre gerekse Nasreddin Hoca ve Battal Gazi konusunda Eskişehir’in kişi ve kurumlarıyla üzerine düşeni yaptığını söylemek hayli zor görünüyor. Yapılanlar resmi anma merasimlerinin ötesine geçmiyor. Oysa geçmeli ve sempozyumlardan panellere, sergilerden konserlere, kitap çalışmalarına kadar insana ulaşacak her vasıta ile bu değerleri anma faaliyetleri bütün bir yıla yayılmalıdır. Hatta anmanın da anlama ve o değerleri bugüne katma faaliyetlerine dönüşmesi gerekiyor. Yine bu tür programların bu üç ismin de evrensel özellikleri dolaysıyla uluslar arası boyutta ele alınması lazım. Bu Eskişehir’in üzerine düşen ve asla kaçamayacağı bir sorumluluğudur. Bunların yapılabilmesi büyük imkânlar gerektirir diye düşünebiliriz ama ben imkândan önce niyet ve gayretin önemli olduğunu düşünüyorum. Şayet bu olursa imkân bir şekilde bulunur. Sorunuz çerçevesinde şunu da ekleyeyim. Yunus Emre konusunda son üç dört yıldır Ordu/ünye ve Manisa öne çıktı. Düzenli sempozyumlar yaparak, kitap yayını gerçekleştirerek Yunus Emre ismini gündemde tutmaktadırlar.
  Yazı ilk başladığınızda hedefiniz neydi? Edebiyatta
arzu ettiğiniz hayâlinize kavuşabildiniz mi?
Köyden çıkıp Eskişehir’e öğrenim için gelen bir çocuk/genç olarak öncelikle edebiyata duyduğum ilgi sebebiyle kendimi, duygu ve düşüncelerimi ifade etmek ve bunları okuyucularla paylaşmaktı. Fakat öğretmen olduktan sonra yazmanın daha zengin anlam ve amaçlar taşıması gerektiğini gördüm. öyle meşhur olmak gibi bir derdim hiç olmadı. İşi sadece sorumluluk boyutunda ele aldım. Niyet hayır olunca akıbet de öyle oluyor. Şükür şiirden hikâyeye, biyografiden denemeye kadar hemen her türde elliyi aşkın eser vermek nasip oldu. çin’den Macaristan’a, Kore’den Avusturya’ya, özbekistan’dan Makedonya’ya kadar geniş bir coğrafyada Yunus Emre’yi, Mehmet Akif’i anlattım.. Eserlerimin bir bölümü Arapça’dan İngilizce’ye, Korece’den Rusça’ya çeşitli dünya dillerine çevrildi. Kazak, Azeri, Türkmen lehçelerinde yayımlandı. Bu da demektir ki hiçbir emek zayi olmuyor ve bir şekilde karşılığını buluyor. Şükürler olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7-Ahmet URFALI (DOLUNAY) Arşivi