1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Müteahhitler günah keçisi...

Müteahhit bir bina yaparken…
-önce arsa sahipleri ile anlaşır. Ya para verir arsa sahibine ya da yapacağı binanın yüzde 40-45’ini. Bazen bu rakam yüzde 60-70’lere kadar çıktığı olur. Bazı durumlar vardır ki müteahhit sayısı bir hayli fazla olan arsa sahiplerini bulup, imzasını almak için adeta bir tapu memuru gibi aylarca uğraşıp durur. Para ve zaman harcar. Yani müteahhidin bina yapma kararıyla ilk kazanan arsa sahipleridir.
-Arsa işi hallolduktan sonra arsa üzerine yapacağı binanın mimari, statik, elektrik, peyzaj,  su ve diğer projelerini yaptırır müteahhit. Yani ikinci olarak yüzlerce kişinin çalıştığı bu mühendislik büroları kazanır…
-Sonra sıra belediyelerle boğuşmaya gelir. önemli harçlar ve paralar yatırılır belediyelere.
Yani belediyeler kazanır…
-Ardından temel atma ile bismillah der müteahhit. Yüzlerce kişinin çalıştığı temel kazma işi yapan diğer müteahhitlere verir işi. Onlar da kazanır.
-Yapı denetim şirketi ile anlaşır. çoğunluğu mühendis olan yüzlerce kişinin çalıştığı  yapı denetim şirketleri kazanır.
- Demir alıp temelden örmeye başlar,  işçi çalıştıran, vergi veren demirci kazanır…
-Beton dökmeye başlar, yüzlerce işçinin çalıştığı ve vergisini ödeyen betoncu kazanır.
-Kalıplar çakılır, kalıpların kiralandığı firma kazanır.
-Katlar yükselmeye başlanınca, iskeleyi kiralayan firma kazanır.
-Duvarlar oluşur, sıvacılar, tuğlacılar, yalıtımcılar kazanmaya başlar.
-Kaba inşaat bittiğinde en son çatı yapılır ki, keresteciler ve kiremitçiler kazanır…
Sıra binanın içine gelir…
-Zemine atılan şaptan tutun da, elektrik ve su tesisatına, kapılardan seramiklere, duvar boyasından musluğa ve kalorifer peteklerine kadar, mal veren ve döşeyen her firma kazanır.
Etrafa para saça saça binanın içi, dışı ve çevrensinin yapımı tamamlanır biter…
Ancak…
Piyasalara katkısı bitmemiştir o binanın.
Zira…
O biten binaya yerleşecek olanların harcamaları başlar bu kez…
Kombi ve beyaz eşyadan tutun da, oturma ve yemek takımına, perdelerinden halılarına kadar binlerce insanın çalıştığı işyerlerinden alışverişler başlar…
Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok…
“Ekonomi” dediğiniz koskoca bir bilim dalının içinde, o binanın projesinden perdesine, musluğundan mutfak dolabına kadar hemen her şey vardır…
O binaya harcanan her kuruş, o binadan kazanılan her lira piyasa ekonomisinin bizzat içindedir ve binlerce insanın çalıştığı işyerlerinin ayakta durmasını sağlar.
Bir bina yapıldığı sırada, tüm bu saydıklarımız ya da sayamadığımız onca işi ve harcamayı yapan müteahhit, bir de önemli sayılabilecek oranda bir vergi öder.
Kısacası…
Yukarıdan aşağıya kalem kalem çıkarttığınızda, o yapılan binadan kazanç sağlamayan hiçbir sektör, bu sektörlerde çalışıp da evine ekmek götürmeyen hiçbir emekçi çalışan neredeyse yoktur…
Şimdi tüm bunları niçin yazdığımızı merak ediyorsunuzdur?
Hemen söyleyelim…
Yaşanılan ekonomik krizin en büyük nedeninin betona dayalı bir politika olduğu söyleniyor…
Bu söylem devlet eliyle yapılan müteahhitlik hizmetleri için, yandaşlık ve kayırma yönleriyle doğru olabilir elbette ama bu tespit yapılırken “müteahhit” genellemesinde bulunulması ve işin neredeyse “Müteahhitler yüzünden yaşandı” aşamasına getirilmesi biraz haksızlık gibi geliyor bize…
Kısacası…
Genelleme yapılarak tüm müteahhitlerin sistematik bir şekilde ekonomik krizin günah keçisi haline getirilmesini kesinlikle doğru bulmuyoruz…
çünkü ister kabul edin ister etmeyin devlet, ekonomisi ve sosyal yaşamı ile o genelleme içine alınan müteahhitlerin yaptığı o binalarla ayakta durabiliyor…

Son söz olarak…
Lokomotifi olmayan tren hiçbir işi yaramaz…
Makinisti olmayan lokomotif de hareket etmez…
İnşaat, başlı başına yüzlerce sektörün lokomotifiyse, bu lokomotifin makinisti konumundaki müteahhitler de biraz saygıyı hak ediyor kanımca…
Kaldı ki…
Devletin yapması gereken rayların bozuk oluşu ve belirlediği yanlış güzergâhın günahını da makiniste yüklemek haksızlığın daniskası olsa gerek…


.....


 


Belirleyeceğiniz meclis üyeleri oy getirmesin ama…


Mahalli seçimlerde belediye Başkan adayları kadar meclis üye adayları da önemli…
Partilerin, belediye meclislerine taşıyacakları insanların eğitimli, donanımlı, yaptığı işte başarılı, hesaptan, planlamadan, sosyal yaşamdan anlayan kişiler olması gerekiyor.
Böyle diyoruz ama genelde bu dediğimiz kriterlerde olmuyor meclis üyeleri…
Eş-Dost-Akraba ilişkileri tercihlerde diğer saydığımız özelliklerin önüne geçiyor.
Böyle olunca da, şehrin yönetilmesinde en önemli kurum olan belediye meclisleri nitelikli bir yapıya kavuşmuyor.
Dahası…
Partilerin belirlediği belediye meclis üye listeleri, parti içinde tepkiye, oy kaybına ve bazen de seçim yenilgisine neden olabiliyor.
O yüzden partilere tavsiyemiz, belediye meclis üyesi aday listelerini, nitelikli isimlerden oluşan bir meclis oluşturma düşüncesiyle yapmaları…
Yani…
Varsın oy getirmesin ama oy da kaybettirmeyecek özellikte meclis üyeleri belirlemeleri…


.....


Bu hikâyeyi her gün bu köşeye yazsak yeridir…


Bilinen bir hikâyedir…
Maraba ile ağa, ağanın arabasında tıngır mıngır kasabaya gidiyorlar. Yolun yarısında, arabayı çeken hayvan patır kütür yola pisliyor.
Ağa marabasının arabada gözü olduğunu biliyor. Hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “üle Memo! Şu bo..u yersen, arabayı sana verecem” diyor.
Bizimki bir an düşünüyor, kararını veriyor, koşumları ağaya uzatıp arabadan iniyor ve taze at pisliğini yiyor.
“Tamam”, diyor ağa “araba senin” Bizimkinin midesi dönmüş, gururu çiğnenmiş, kendinden iğreniyor. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanıyor. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmıyor, ikisi de kurdukça kuruyorlar.
Tam marabanın pislik yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamıyor; “üle Memo! Bir halt ettim, şaka uğruna araba elden gitti, b.k yemenin ederini vereyim, arabayı geri alayım.”
Memo’nun genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ pislik tadı var. “Olur Ağam” diyor, “olur ama bir şartla: sen de aha şu kalan kurumuş b.kları yiyeceksin ki ödeşelim.”
Ağanın gözü kararmış, iniyor bir miktar pislik de o yiyor.
çiftliğe yaklaşırlarken, Memo düşünceli, kederli soruyor: “Ağam, araba giderken de senindi dönerken de senin, peki biz bu kadar b.ku neden yedik?”
Köşemize bu hikayeyi her gün koysak ve siz bu hikayeyi her gün okusanız yeridir…

Zira…
Bu ülkede neredeyse her gün bu hikayenin resmen hayata geçtiği olaylar yaşıyoruz…
Bu hikayeyi her gün okuduğunuzda, ülkede o gün yaşanılan bir olayla ilişkilendirmeniz hiç de zor olmayacak gibi.

çünkü…
Hemen her gün, “İyi de… O zaman biz bu b..ku neden yedik?” dediğimiz bir olayla mutlaka karşılaşıyoruz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi