Mutlu olma sanatı

Mutluluğu içinizde ararsanız zor bulursunuz. Fakat dışarıda ararsanız hiç bulamazsınız.
Pencereden bakan iki kişiden biri gökteki martıyı görür; diğeri yerdeki çamuru.
İyimser simidi görür; kötümser ortasındaki yuvarlağı.
Kederliydim ayakkabılarım yok diye, ayakları olmayan adamı görene kadar.
İnsanın mutluluğu veya mutsuzluğunda dış gerçekliğin elbette payı vardır. Ailesinin bütün fertlerini bir depremde kaybeden bir insanı nasıl mutlu edersiniz? Ama yine de insanın olaylara bakış açısının da onu mutlu veya mutsuz etmesinde payı büyüktür. İnsanın bu konuda kendine yardımda bulunması gerekir.
Kitaplar ve yaşam, her türlü olumsuz koşulda başarılı olmuş, mutluluğu yakalamış insanların örnekleriyle doludur. Christy Brovvn'un kendi hayatını anlattığı "My Left Foot" (Sol Ayağım) isimli kitabı bunlardan biridir. Yazar doğuştan felçli doğmuştur. Bütün organları felçlidir. Ancak bir süre sonra annesi oğlunun sol ayağını oynatarak kardeşinin kalemini almaya çalıştığını fark eder. İşte mücadele bundan sonra başlar. Annesinin yardımıyla sol ayağıyla resim çizer, kendini ifade eder, kitaplar yazar, hatta bilgisayar yardımıyla konferans verecek düzeye gelir.
İnsanın sahip olduğu maddi araçlarla mutluluğu arasında doğru bir orantı kurulamamıştır.
Yani senin evinde 120 eşya var benim evimde 90 tane diye sen daha mutlusun; böyle bir şey yok. Erich Fromm'un dediği gibi: "Sahip olmakla, olmak farklı şeylerdir. Sahip olmak maddi şeylerle, olmak ise insani değer zenginliğiyle ilgili bir şeydir." Bence insanın gerçek değeri bütün maddiyatını bir kenara bıraktıktan sonra onda hâlâ devam eden şeylerdir. Bilgi gibi, karakter gibi, ahlak gibi, sevgi gibi...
İnsanoğlu durmadan yeni bir şeyler üretiyor ve yine bunlara sahip olmak için durmadan çabalıyor.
Buna ne bütçe ne de insanın ömrü yeter. Bunlara sahip olamayınca da kendini fakir olarak değerlendiriyor. Aslında biz insanlar gerçek ihtiyaçlarla (biyolojik, güvenlik, sevgi, kabul görme, kendini gerçekleştirme) suni ihtiyaçları ayırabilirsek o zaman ne kadar zengin olduğumuzu anlarız.
Şimdi suni ihtiyaçlara yetişemediği için kendini fakir sayıp mutsuz olanlara soruyorum:
"Hiçbir çaba sarf etmeden geldiğin şu dünyada yaşaman, hem de insan olarak yaşaman büyük zenginlik değil midir? İyiyi kötüden ayırabilen bir aklının oluşu zenginlik değil midir? Gözlerinin bir tanesini kaç dolara değişirsin?
Güneşi doğarken ve batarken izleyebilmen, çiçeklerin kokusunu alabilmen, çocukların saçlarını okşaman, sevdiklerine sarılabilmen, insanlara iyilik yapabilmen, kimseyi kırmadan yaşayabilmen, hiçbir cana kıymaman, helal kazanabilmen, insanları sevebilmen, Allah'a şükredebilmen, arkadaşlarınla yaptığın sohbet, göbeğin hoplayana kadar gülebilmen, demli bir çaydan bir yudum aldıktan sonra bir oh! diyebilmen, zenginlik değil midir? Şimdi söyler misin? Sen fakir misin?
Gülümsemekten, mutlu olmaktan bulaşan bir hastalık var mıdır? Elbette yok.
Sadece mutluluğu başkalarına bulaştırabilirsiniz. Bu da kimsenin kurtulmak istemediği bir hastalık olsa gerek.
Üzüntüden bulaşan hastalık var mı? Ülserden başlayarak kansere kadar bir sürü hastalık bulaşır.
O halde kendimize yardımda bulunalım. Yapacağımız iş, olaylara bakış açımızı değiştirmek. Yani penceremizin camından bakınca yerdeki çamuru değil, gökteki martıyı, yıldızları görebilmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
AKTÜEL Arşivi