
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)
ONLAR BİRER İSİMSİZ KAHRAMANDI
Köy Enstitüleri, kapatılmış, yerlerine de altı yıllık ilk öğretmen okulları açılmıştı.
Sayıları 1950'li yılların sonlarında, 52' ye ulaştı. Öğretmen okullarına girecek olan öğrenciler, önce İlkokuldan pekiyi derece ile mezun ve iyi ahlak sahibi olması gerekirdi. Adaylığı, kabul edilen öğrenciler, önce yazılı sınava katılır, kazananlar ise mülakata çağrılır, mülakatta başarılı olanların da kayıtları yapılırdı.
Öğretmen okullarında, okumak kolay değildi. Kimsenin gözünün yaşına bakılmaz, iki yıl sınıfta kalan öğrencilerin, kaydı okuldan silinirdi. Ayrıca tüm öğrenciler, kendi sınıflarının temizliğini kendileri yapar, yemekhane ve çamaşırhane gibi birimlerde, nöbet tutarak, bu hizmetlere katkıda bulunurlardı. Öğrencilerin, en ufak hataları karşısından öğretmenler, "ÖĞRETMEN OLACAKSIN "diyerek, ya eleştirir, ya da rehberlik yapardı. Alt sınıflarda okuyanlar, üst sınıflardaki öğrencilere, saygı gösterir, hürmette kusur etmez, üst sınıftaki öğrenciler de, alt sınıflardaki öğrencileri korur ve derslerinde yardımcı olurdu.
Cumartesi günü, bu tabloyu yaşayan, her meslek gurubuna da örnek teşkil edecek bir uygulamaya süreklilik kazandıran, 1960- 1961 Yunus Emre İlköğretmen Okulundan mezunu emekli öğretmelerin, kucaklaşmaları görülmeye değerdi. Çeşitli il ve ilçelerden gelen emekli öğretmenlerin, karşılaşmaları senelerin hasretiyle dopdolu idi.
Kısa bir yolculuktan sonra, Yunus Emre Öğretmen Anadolu Lisesi'ne ulaşıldı. Okulun sessizliği, hiçbir ilgiliye, bekçiye, hatta tek bir öğrenciye rastlanmaması, adeta terk edilmiş bir mekân görünümde olması, dikkat çekici olduğu kadar düşündürücü idi. Bu olumsuz tabloya rağmen, heyecan doruk noktasına ulaştı. Okuldaki Atatürk Büstüne çelenk koyan, saygı duruşunda bulunan, emekli öğretmenlerimiz, İstiklal Marşı söylerken, sanki o günleri tekrar yaşadılar. Özellikle de yemekhanede söylenen, "Öğretmen Okulu Marşı", heyecanı daha artırdı. Açık olan dershaneler ve yatakhaneler gezildi. Okulda geçen, 6 yıllık, anılar yeniden tazelendi. Hatta dershanelerde yaşananlar ve öğretmenlerle olan ilişkiler anlatılırken, o günlerdeki ruh hali, emekli öğretmenlerimizin yüzlerine yansıdı.
Tek üzüntüleri, ebediyete intikal eden arkadaşları idi. Onlar ebediyete, intikal etseler bile çalışmaları ve hatıraları ile o gün hep gündemde idi. Bundan böyle de, sohbetlerin, onur konuğu olacaklar ve sağ olan arkadaşları, onların anılarını da hep yaşatacak, yetiştirdikleri öğrencileri ise torunlarına, örnek insan olarak göstereceklerdir.
Okulda, okudukları yıllardaki tertip, düzen ve görünüm yoktu. Binaların bakımsız oluşu, tek bir ilgilinin karşılamaması, hatta bekçinin dahi bulunmaması, emekli üzüntü ve kaygıyı, daha da artırdı. Bu duruma, önümüzdeki günlerde, ilgililer ve Okul Müdürü, her halde bir açıklık getirir. Çünkü yaşanan ve tanık olunan tablo, Türk milli eğitimine, binlerce öğretmen yetiştiren ve Eğitim Literatürümüzde, önemli bir yeri olan, en önemlisi de Yunus Emre gibi bir düşünürün, adını da taşıyan, bir eğitim kurumuna, Türk toplumunun gelenek ve göreneklerine, yakışmadığı gibi, hiçte hayra alamet değildir.
Okulu ziyaret eden emekli öğretmenlerimiz, okulda kaldıkları, güzel günleri, sohbetlere konu yaptıkları anılarını, Yunus Emre Öğretmen Anadolu Lisesi' nde, ziyarette bulunduklar her birimde, yaşadılar. Gönül isterdik bu anılarını, orada görevle idareci, öğretmen, özellikle de yarının öğretmenleri olacak olan çocuklarımızla paylaşsınlar. Çünkü Emekli öğretmenlerimiz, yıllarca vatanın, en ücra köşesinde, meslek onuru ve bilinci ile hizmet yapan ve engin tecrübe ve deneyim sahibi insanlardı. Onlar, Cumhuriyetin eli öpülecek idealist öğretmenleri idi...
Hiçbir ilgilinin karşılamadığı öğretmenlerimiz, Kar tipi çamur demeden, Türk Bayrağının dalgalandığı, her yerde hizmet yaptılar. Öğrencilerimi nasıl yetiştirebilirim diye, biteviye düşündüler. Köylüyü, bilgisiyle ışıklandırdılar. Binlerce öğrenci yetiştirdiler. Beş numara gaz lamba ışığında plan yaptılar, kitap okudular...
Ayrıca bugünkü nesillere, sorumluluk, çalışkanlık ve fedakârlık örnekleri bırakan, emekli öğretmenlerimiz, okuldaki olumsuz tabloya rağmen, moral, azim ve iradelerinde hiçbir şey kaybetmediler. Mütevekkil insanlara yakışan o dost canlısı yüzlerinde, o mekânda 6 yılki unutulmaz anılarını, kutsal bir görevi yapmanın huzur içinde, birbirlerine anlatırken geçmişi adeta tekrar yaşadılar ve yaşattılar.
Bir serencam-ı ömürlerinde, daha neler vardı kimbilir. İçlerinde taşıyorlardı anılarını, sadece gönül dostlarına anlatıyorlardı. İçlerinde müthiş bir özgüven vardı. Fakat bunu hiç belli etmediler. Çünkü biliyorlardı ki mütevazılık onların ilkeleriydi.
Köy Enstitüleri ve öğretmen okullarından mezun olan öğretmelerimiz, milletimizin alın yazısının sorumluluğunu, millet ve tarih önünde taşıyan birer isimsiz kahramanlardı... Türk Milleti, onlara çok şey borçludur...