
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Referandum sonucu seçmenin meseleyi nasıl algılayacağına bağlı...
Türkiye 7 Haziran 2015 tarihi’nde bir genel seçim yaptı.
Bu seçim öncesi akıllarda kalan tek şey, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şehir şehir gezerek mitingler yapmasıydı.
Hemen her yaptığı mitingde aynı şeyi söylüyordu Erdoğan:
-“Bana 400 milletvekili verin”
Böylece Anayasa’yı mecliste değiştirebileceğini ifade ediyordu.
Tıkandığını söylediği sistemin bu yolla açılabileceğini belirtip, ülkenin böyle bir yönetimle daha güçlü bir hale gelebileceğini ifade ediyordu.
7 Haziran seçimi, AK parti’nin yaşadığı en kötü seçim oldu.
Birinci parti olmasına rağmen oyları yüzde 40.9’a düştü.
Aldığı bu oy, AK Parti’nin tek başına iktidar olmasına yetmedi.
Seçimde AK Parti oylarının bu denli düşüşünün elbette çeşitli nedenleri vardı ama seçim sonrası yapılan analizlerde oy kaybının en büyük nedeni olarak Erdoğan’ın seçim meydanlarına inmesi ve miting yaptığı her şehirde AK Parti için 400 milletvekili istemesi gösterildi.
çoğu analizciye göre vatandaş Erdoğan’a “Seni Cumhurbaşkanı yaptık. Devletin başına getirdik. Şimdi 400 milletvekili istiyorsun. Bu kadarı da olmaz” demişti.
Ve bu yüzden 7 Haziran seçimleri AK Parti için en kötü seçim olmuş, 2002 yılından itibaren ilk kez tek başına hükümet olamadığı bir seçim yaşamıştı.
Nitekim…
7 Haziran seçimleri sonrasında bir koalisyon kurulamadı.
Yeniden seçim kararı alındı.
1 Kasım tarihi’nde ikinci bir seçim yapıldı.
1 Kasım seçimleri öncesinde Erdoğan bir önceki seçimlerde olduğu gibi sahaya inmedi.
400 milletvekili isteği dillendirilmedi.
Sonuç olarak AK parti 5 ay önce yüzde 40.9 oy alırken, 5 ay sonra yapılan seçimde oyunu yüzde 49.5’e yükseltip, yeniden tek başına iktidar oldu.
Şimdi önümüzde bir referandum var.
Yapılacak olan referandumda halk içinde başkanlık sisteminin de olduğu anayasa değişikliği maddelerini oylayacak.
Anayasa’da değişmesi istenilen 18 madde arasında en belirgin olanı başkanlık sistemi.
Geçilmesi istenilen sistemin Erdoğan’a endekslendiği bir durum yaşanıyor.
AK parti tarafı ve seçmeni her ne kadar açık açık söyleyemese de bu sistemi Erdoğan’ın başkanlığı için istiyor.
Muhalefet tarafı ve seçmeni her ne kadar açık açık söyleyemiyorsa da bu sistemin Erdoğan7ın başkan olmaması adına istemiyor.
Sonuç olarak…
Bu durum tıpkı 7 Haziran seçim öncesi Erdoğan’ın “400 milletvekili verin” demesine benzer bir süreç yaşatıyor.
Eğer seçmen bu süreci 7 Haziran öncesi gibi algılamaz ise, referandumdan Evet çıkması sürpriz olmayacak.
Eğer seçmen bu süreci tıpkı 7 Haziran seçim öncesi gibi algılar ise, o zaman da Hayır çıkması sünpriz olmayacak galiba…
.....
Başarı ancak birlikte geliyor ama…
Katıldığımız televizyon programlarında da sık sık konuşuyor, yazılarımızda da olabildiğince değiniyoruz.
Mesela:
Yaşadığımız şehrin sorunlarının ne olduğuna ilişkin bir soru sorulmuş olsa,,,
Hemen herkes aklına gelen ve kendince önemli olan ilk sorunu söyler.
Ancak…
Bize göre Eskişehir’in en büyük sorunu "Bir araya gelinememesi" dir…
Zira…
Herkesin öncelikli olan sorunu, bir şekilde giderilebilecek niteliktedir.
Ama…
Bir araya gelinememe sorununu bir türlü halledememiştir Eskişehir.
Hep aynı örneği veririz Eskişehir’in bu en büyük sorunu ile ilgili olarak.
-"Eskişehir’de çok başarılı kurumlar var. Tek tek baktığınızda, başarıları ortadadır. Ancak, bu başarılı kurumlar ‘bir araya gelelim ve başarı çıtamızı en tepeye taşıyalım’ demez. Gerçekten de manzara yıllardır böyledir Eskişehir’de. Halbuki, o başarılı kurumlar bir araya gelse, Eskişehir bulunduğu konumdan daha da yüksekte olacaktır" diye.
Bunun sorumlusu olarak da, o kurumların başında olan insanları gösteririz hep.
Kibir içinde olduklarını, başarıyı tek başlarına yaşamak istediklerini, bu yüzden de sürekli olarak Eskişehir’e zarar verdiklerini ifade ederiz yıllardır.
Buna rağmen Eskişehir’de sözünü ettiğimiz birlik ve beraberliğin sağlanması yolunda bir tek adım ileriye gidilmediğine de şahit oluruz.
Hâlbuki…
Eskişehir; asgari müşterek olmalıdır herkes için.
Mesele Eskişehir olunca, kibir ve kıskançlık ortadan kalkmalıdır.
Zaman zaman bunu düşünsek de, bir türlü hayata geçiremeyiz.
çünkü…
Eskişehir adına yapılacak her işte "Ben mi onun ayağına gideceğim" diyerek, kibrimizden asla vazgeçmeyiz.
Nasreddin Hoca’ya köylüleri "Sen Evliya mısın hocam?" diye sormuşlar.
Nasreddin Hoca da "Evliyayım tabii" demiş.
Bunun üzerine köylüler "İspatla o zaman. Şu ağacı yanına çağır" deyince, Nasreddin Hoca başlamış ağacı çağırmaya.
Bir, İki… üçüncü kez çağırdığında Ağaç gelmeyince köylüler "Ne oldu Hocam?" diye sorunca Hoca da;
-"Eğer Ağaç gelmiyorsa, ben Ağaca giderim. çünkü Evliyada kibir olmaz" cevabını vermiş.
Netice olarak…
Bu şehrin yönetiminde bulunanlar ve bu şehirde sözü geçen insanlar, kibri bırakıp birbirlerinin ayağına gidebilse, hem kendileri Evliya olur hem de Eskişehir ihya olurdu.
Ama olmadı, olmuyor…
üstelik…
Münferit çabalara rağmen…
.....
Aklımıza geldi nedense…
Şu sıralarda yeni anayasa, referandum ve Cumhurbaşkanlığı mı? Başkanlık mı? Meseleleri tartışılıyor ya…
Bu durum yıllar önce yaşanmış bir olayı getirdi aklımıza…
Sene 1980. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün süresi dolmuş. Mecliste tur üzerine tur atılıyor.
Fakat aylarca yeni Cumhurbaşkanı seçilemiyor.
Tansiyon yükselmiş.
ülke Cumhurbaşkanı bulamıyor.
bu durum ekonomiyi de siyaseti de olumsuz etkilemiş.
Moraller bozuk.
ülkenin geleceği ile ilgili endişe kaplamış her yeri.
Bir gün Adalet partisi Genel merkezinde toplantı var. Geç saatlere kadar süren toplantı sonrasında Başbakan Demirel parti merkezinden çıkarken karşı kaldırımda yalpalayarak yürüyen biri seslendi. “Sayın Başbakanım sizden bir ricam var”
Belli ki adam zil zurna sarhoş.
Korumalar adamın etrafını sararken, Demirel “durun” dedi. “Bakalım derdi nedir?”
Sarhoş, dili dolaşarak derdini söyledi Demirel’e:
-“Cumhurbaşkanı olmak istiyorum”
Demirel’in tepkisi:
“Yahu kardeşim daha önceleri nerelerdeydin? Aylardır seni arayıp duruyoruz bak!”
.....
Biraz da gülmek lazım
Tutucu bir aile, çocuklarını evlendirmeye karar vermiş ve eline erkek eli değmemiş bir gelin adayı aramaya başlamış. Dört beş aylık bir araştırmadan sonra, kendileri gibi tutucu bir ailenin kızına talip olmuşlar. Kız da çok kaşarmış; yatıp kalkmadığı erkek kalmamış. Delikanlının ailesi, "Kızlık muayenesi yaptıracağız." diye tutturmuş. Kız kendinden emin değilmiş, ama zoraki kabul etmiş, "Şimdi ben ne yapacağım?" diye kara kara düşünmeye başlamış. En samimi arkadaşına durumu anlatmış, o da, akıl vermiş:
- Canım, bundan kolay ne var? Git kasaba rica et; herhangi bir etin üzerindeki zarı soyup, sana versin. Tanıdık bir doktor var, ona rica ederiz; sana bir kızlık zarı yapar.
Kız da arkadaşının dediklerini aynen yapmış. Artık içi rahatlayan kız, hem kendi ailesi, hem delikanlının ailesiyle birlikte başka bir doktora muayene olmaya gitmiş. Doktor rica etmiş:
- Uzan kızım.
Kız uzanmış, iyice muayene eden doktor, birden kafasını kaldırıp, kendi kendine söylenmiş:
- Allah Allah!..
Kızın ailesi, oğlanın ailesi hep bir ağızdan sormuşlar:
- Ne oldu, bir problem mi var Doktor Bey?
- Bir dakika.
Doktor muayenesindeki raftan ansiklopedileri tek tek indirip bakmaya başlamış. Doktor hem ansiklopedilere bakıyormuş, hem de şaşkın şaşkın kıza bakıp, kendi kendine söyleniyormuş:
- Allah Allah!..
Delikanlı dayanamayıp sormuş:
- Doktor Bey, yoksa kız değil mi?
Doktor düşünceli düşünceli yanıt vermiş:
- Kız olmasına kız, ama benim anlayamadığım şey şu; belediye damgasının burada ne işi var?