
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Rektör olmak isteyen ne kadar akademisyen varsa AK partiden aday olur...
Yayınlanma:
Kanun Hükmünde Kararname ile Rektör atamalarındaki sistem değişti.
Üniversitelerde Rektörlük seçimi kaldırıldı.
Bundan böyle YÖK Rektör adaylarının isimlerini kendisi belirleyecek, Cumhurbaşkanı belirlenen bu isimler arasından Rektörü atayacak.
Eski sistemde bile atanan Rektörlerin aldığı oya bakılmaksızın AK partiye yakın isimler olduğu ortadayken, yeni durum siyasette, özellikle de AK Parti'de Belediye Başkan ve Milletvekili aday adaylığı sayısında büyük bir patlama yaşatacak gibi.
Şöyle ki:
Rektörlüğü kafasına koyan pek çok akademisyen, sonuç alamayacaklarını bile bile sırf AK Partili olduklarını tescil ettirmek amacıyla AK parti'den Belediye Başkan ve milletvekili aday adayı olacak.
AK Parti'den aday adayı olmanın, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak Rektörlük görevinde büyük bir avantaj olacağını düşünen akademisyenler, ilk seçimde iktidar Partisi'nden aday adayı olma yarışına girecek.
Yine aynı neden doğrultusunda muhtemelen...
AK parti'nin düzenlediği toplantı ve organizasyonlarında daha çok akademisyeni göreceğiz.
Ne diyelim?
Biz yine olaya iyi tarafından bakalım.
Bu şekilde hiç olmazsa siyasette seviye akademik boyuta geçmiş olacak. Her ne kadar onların orada bulunma amacı başka olsa da...
.....
Öyle bir gelmişlerdi ki...
Aslinde az da değil ama...
Yaş itibarıyla aklımız 80 darbesi sonrasında yaşananlara eriyor.
Darbe sonrası yapılan ilk seçimleri hatırlıyoruz.
Turgut Özal fırtınası esmişti siyasette.
Öyle bir gelmişti ki Anavatan Partisi, tek başına meclise de ülkeye de hatim oluvermişti.
Devlette örgütlenme, kurumlara hâkimiyet, siyaseti dizayn etme, aklınıza ne gelirse hepsini bünyesinde toplamıştı adeta.
Ülkenin başından hiç gitmeyecek gibiydi.
Ama gitti...
Ardından SHP rüzgarı esti ülkede.
Ankara ve İstanbul başta olmak üzere nerede belediye varsa kazandı.
Genel seçimleri de silip süpüreceğine, ülkenin başına geçeceğine kesin gözle bakılıyordu.
Hiç gitmeyecek gibiydi.
Ama o da gitti...
Demirel'in yasağı kalkar kalkmaz DYP rüzgârına kapıldı ülke.
"Hesap soracağım" diye şehir şehir gezen Demirel'in DYP'si öyle bir geldi ki, dillere destan.
Hiç gitmeyecek gibi yerleşti devletin başına.
O da gitti...
Sıra Ecevit rüzgarına gelmişti.
Apo'nun yakalanmasıyla birlikte DSP ülkenin başına oturdu.
Öyle güçlü oturdu ki, hiç gitmeyecekmişçesine.
O da bir seçim sonra dibi gördü ve gitti.
Erbakan fırtınasına tanık oldu ülke daha sonra.
Yılların anahtar partisi ilk kez birinci parti olmuş, devleti yönetme görevini almıştı.
Şartlar, bir dahaki seçime daha güçlü geleceğini de açık seçik göstermişti.
Bundan böyle hiç gitmeyecek gibiydi.
O da gitti.
Ve sonrası AK Partinin doğuşu ve bu günlere gelişi.
Bugün dahi hiç gitmeyecekmiş gibi bir düşünce var.
Tıpkı, yukarıda saydığımız ve "öyle bir gelmişlerdi ki hiç gitmeyecek gibiydiler" dediğimiz partiler gibi...
Ve gelen!
Kim olur bilmiyoruz ama, bildiğimiz, öyle bir gelecek ki hiç gitmeyecekmiş gibi.
Ama o da gidecek...
Çünkü...
Sosyoloji de, Psikoloji de, konjöktür ve siyaset de bu döngüyü öngörüyor.
.....
Adalet mi dediniz?
Halk egemenliğine dayalı demokratik hukuk devletini, kişi egemenliğine ve keyfiyete dayanan devlet yönetimlerinden ayıran ve ona üstün kılan en önemli özelliği, yasalar karşısında herkesi eşit kabul etmesi ve kimseye ayrıcalık tanımamasıdır. Demokratik hukuk devleti sadece insanlara yasalar önünde eşitlik tanımaz aynı zamanda insan yeteneklerinin gelişiminin önündeki engelleri de kaldırarak toplumsal gelişimin önünü açar. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin demokratik geri kalmışlarının ise antidemokratik yönetimlere sahip olması bu gerçeğin göstergesidir.
Türk halkının düşünce, yaşam ve ekonomik olarak hiç de hak etmediği hâlde çağdaş dünyanın gerisinde kalmasının en temel nedeni geçmişte keyfî yönetimle idare edilmiş olmasıdır. O nedenle Atatürk, insanın eşitliğini, saygınlığını ve gelişmesini esas alan bir adalet sisteminin temellerini atmıştır. Herkesin hukuka saygı göstermesi gerektiğini, kendisi dâhil hiç kimsenin yasaların üzerinde işlem görme ayrıcalığına sahip olmadığını defalarca dile getirmiş ve yaşamı boyunca bu hususun takipçisi olmuştur.
Aşağıdaki anekdot, onun bu anlayışını doğrulayan güzel bir örnektir:
Atatürk bir Balıkesir seyahatinde, kendisine Millî Mücadele'de yakın hizmetler etmiş bir şahsın başvurusuyla karşılaştı. Adam bir olayda haksız olarak mahkûm olduğunu söyleyerek şikâyetçi oldu.
Atatürk:
"Haklısın, meseleyi ben de biliyorum." dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye müfettişini çağırdı. Konuyu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi. Müfettiş hikâyeyi dinledikten sonra:
"Efendimiz" dedi. "Karar bütün adlî makamlardan geçtikten sonra verilmiş. Hükmün infazından başka yapılacak yasal yol yoktur." demiş.
Atatürk:
"Ama ben inanıyorum ki bu uygulama haksızdır. Çünkü ben işin gerçeğini biliyorum." der.
Genç adliye müfettişi ısrar eder: "Efendimizin bu beyanı kanun karşısında bir değişiklik yapamaz. Adalet bakanının da bir şey yapmasına imkân yoktur." der.
Ortada soğuk bir hava eser.
Atatürk gayet sakin sorar: "Peki bir adlî hata olursa?"
Müfettiş:
"Yeni bir delil ile mahkemenin tekrarı istenebilir." der.
Atatürk mağdur zata döner:
"Beni şahit göster. Onda yeni deliller var diye iddia et. Ben mahkemeye gelir şahitlik ederim." der.
Kaynak: Hüseyin Yıldırım, Atatürk'ü Anlamak, Ankara, 1998, Sayfa: 54
.....
BİRAZ DA GÜLMEK LAZIM
Genç kadın iş bulmak için hiçbir çaba harcamayan kocasına çok kızıyordu. Ama kocasının umurunda bile değildi. Kadın bir gün nihayet -"Daha fazla dayanamayacağım... Utanç içindeyim!.." diyerek patladı, "... -kiramızı babam, mutfak masraflarımızı annem karşılıyor. Bizi kız kardeşim giydiriyor, arabamızın masraflarını da halam karşılıyor." Adam yattığı yerden karısına -"Bence de utanmakta haklısın hayatım" dedi, -"İki erkek kardeşinden yıllardır hiçbir şey göremedik!.