1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Sen İnsani, vicdani ve ahlaki davran, başarı ve liyakat nasıl olsa kendiliğinden gelir...

Abidin Ünal.
Türkiye'nin yetiştirdiği ilk F-16 pilotlarından.
Eğitimi başarılarla ve birinciliklerle dolu, başarılı bir Asker.
Hava Kuvvetleri komutanlığı ve Türk silahlı Kuvvetler bünyesinde yaptığı önemli görevler var.
En son, Eskişehir'de 1.Hava Kuvvet komutanlığı görevini sürdürüyordu korgeneral olarak.
Geçtiğimiz 30 Ağustos tarihi'nde, Hava Kuvvetleri komutanı olmaya en yakın isimdi Abidin Ünal.
Balyoz davasının Yargıtay'daki temyiz duruşmasına katılmıştı.
Sırf bu yüzden, Hava Kuvvetleri komutanı olamadığı yansımıştı haberlere.
Kendisine sorulduğunda da:
-"Ben insani, vicdani ve ahlaki görevimi yapıyorum" demişti.
Bir anlamda:
-"Sırf bu davaya katıldığım için yüksek Askeri şura toplantılarında önüm kesilecekse de kesilsin. Ben zaten bu duruşmaya katılmakla, bunu göz önüne alıyorum" mesajını vermişti.
Abidin Ünal'ın verdiği mesaj sadece bu da değildi.
Anlayabilenler için:
Yaptıkları ve söyledikleriyle, ilke ve dürüstlüğün dersini vermiş, bunun bir meziyet değil, herkeste olması gereken bir özellik olması gerektiğini resmen kafalara sokmuştu.
Ne yalan söyleyelim.
Geçtiğimiz hafta sonuçlanan Yüksek Askeri Şura kararları, Abidin Ünal isminin dışında hiçbir anlam taşımıyordu bizim için.
Kimin hangi göreve geleceği, kimin görev süresinin biteceği pek de ilgilendirmiyordu doğrusu.
Bizim için, insani, vicdani ve ahlaki duruşunu çekinmeden sergileyebilen, bu dik duruşu yüzünden kaybetmeyi bile göze alabilen bir Asker ile ilgili verilecek olan karardı önemli olan.
Ve o karar çıktı Yüksek Askeri şura'dan.
Hava Kuvvetleri içinde yeni bir yapılanma olmuş, "Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanlığı" oluşturulmuş, başına da Korgenerallikten Orgeneralliğe yükseltilen Abidin Ünal Komutan olarak getirilmişti.
Bir anlamda, yeni yapılanmanın kurucu Komutanı olmuştu Abidin Ünal.
Aynı zamanda, Eskişehir'in de ilk Orgeneral rütbeli ismi olmuştu.
Kısacası.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, YAŞ kararları bizim için bir kişinin dışında hiçbir önem taşımıyordu.
Ve o bir isim ile ilgili karar, bizi hem sevindirdi, hem de gururlandırdı.
Demek oluyor ki:
İnsani, vicdani ve ahlaki düşünmekten sapılmayınca da başarılı olunabiliniyormuş.
Demek oluyor ki:
İnsani düşünce, vicdani duyarlılık ve ahlaki davranış ile birlikte gelen başarı, etrafında kendisini tanıyan tanımayan herkesi daha fazla gururlandırabiliyormuş.
Ne diyelim?
Orgeneral Abidin Ünal'a hayırlı olsun, Eskişehirlilere de gururlu...
NOT- Bu güne kadar hiçbir Asker ile ilgili bir yazı kaleme almışlığımız yok. Ne bir Asker'i övdük bu köşede, ne de bir Asker'i eleştirdik. Zaten bu yazıyı da Abidin Ünal'ın askeri kişiliğinden yola çıkarak yazmadık. Herkeste olması gereken ve insan olabilmenin unsurlarını, üzerinde taşıdığı kişiliği ile bize yeniden hatırlattığı için yazma gereği duyduk.
......


Eskiden böyle oynanırdı maçlar...
1.İyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi.
2. Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu.
3. Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi.
4. Hava kararınca, ezan okununca, anne-baba çağırınca maç biterdi.
5. Üç korner bir penaltıydı.
6. Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı.
7. `Frikiklerde açıl biraz` denince `Burası Ali Sami Yen mi` şeklinde cevap verilirdi.
8. Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adım almayı iyi bilenindi.
9. Kaleci topu 3 kere sektirirse rakibe `Açılsana 3 kere sektirdim` derdi, rakip açılırdı; efendilik vardı.
10. Top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelirse herkes `İşe işe!` diye bağırırdı.
11. Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı.
12. Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip kınanırdı.
13. Topun sahibi tüm kuralları koyar, takımı kurar, kaleyi seçer, istemediği kişileri topuyla oynatmazdı.
14. Ama genelde topun sahibi olmasada, Takımdaki en büyük kişi liderliği üstlenirdi...
15. Klişe laflar vardı: `At bakayim abinin kıllı göğsüne!`
16. Elin avantajı olmazdı.
17. Bel üstü gol sayılmazdı.
18. Taçtan kendi önüne atıp başlatılınca, taç değişirdi.
19. Maçı izleyen küçük bir grup varsa, penaltı olup olmadığına o karar verirdi, saygı vardı.
20. Maçlarda eğer iddia varsa ödüller genel olarak Algida Max, eskimo, meybuz, 2,5 litrelik kola vb. ürünlerden oluşurdu.
21. Pas vermeden sadece çalım atarak gol atılırsa sayılmazdı.
22. Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi... Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım "sen tuvalete de mi böyle gidiyon?" diyerek ortalığı kızıştırırdı.
23. Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı.
24. Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse rakip takım direk o kişiyi yüceltip "adamın gol diyo" diyerek golü alırlardı. Golü kabullenen kişi de kaleye veya defansa alınırdı.
25. Varsa hakeme yapılan en dolu dizgin hakaret: "hakeme gözlük, eline de sözlük" tü.
26. Oynayacakların sayısı eğer tek ise, güçsüzlerden biri devre değiştirerek gönlü alınırdı.
27. Penaltılarda eğer takımınız açık ara farkla öndeyse kaleciye vurdurulurdu. Ama en güçlü forvetiniz penaltıyı kullanacaksa, hemen rakip kalecinin gönlü alınırdı: "Merak etme olm, teknik vuracam."
28. Sabit bir kaleci yoksa 2 golde bir veya dakika usulü oyuncular aralarında değişirdi. Kalecilik sırası "Sonum bir Allah" diye kim başlarsa o kişiden geriye sayılırdı.
29. Dizde veya ayak ucunda top sektirerek de sıra belirlendiği olurdu (genellikle 9 aylık veya 21 aylık gibi oyunlarda). Bu durumlarda ilk sektirmek isteyen "Birim bir Allah, kırmızı bayrak, yeşil kitap" derdi.
30. Kaleci oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı.
31. Eğer bir oyuncu faule maruz kalmışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürümesini dahi bahane ederek: "Adamın devam ediyor." derdi.
32. Milli birlik ve beraberliğimiz mahalle maçlarında başlamıştır. Önce maçlar yapılır... Centilmenlik skora yansımazsa sopalar, taşlar konuşurdu.
33. Atan alır spor vardı. Eğer top kime çarpıp çıkmışsa topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip alırdı.
34. Mahallenin abileri kaleci alıştırırlardı ve buna göre puan verirlerdi. Aralarında kavga eden çocukların puanı kesilirdi.
35. Skor ne olursa olsun akşam saati yaklaştığında "Golü atan kazanır." kuralı işlerdi.
36. Maçlardan sonra su sırasına girmek ayrı bir davaydı ve mutlaka koşa koşa gidilirdi. Genellikle yaşlı amca veya teyzeler, zemin katta oturanlar bu işin acımasız kurbanlarıydı.
37. El kasti değilse (bunu da o zamanlar nasıl ayırıyorsak hiç anlamış değilim) o top direkt kaleye kullanılmaz, "kasti değil ki oğlum, gol olmaz." denirdi...
38. Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa; o top çizgiye kadar götürülür ya popo dürtmesi yada yere yatıp kafa, burun, alın gibi vücut kısımlarının dürtmesi ile gol atılırdı.
39. Kalecinin degajla gol atabilmesi bir yetenekti fakat gene de gol sayılmazdı. Karşılıklı atışmaların sonunda yoldan geçen herhangi biri hakem yapılırdı ve sonuca o karar verirdi.
40. Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı,kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi.
Not- Biraz olsun eskilere gidebildiyseniz ne mutlu?
.......

Eskişehirlilerin zafiyet ve hastalığı...
-Eskişehirli hava atmayı sever ama hava atanı oldum olası sevmez.
-Zenginliği ile övünmeyi sever ama zenginliği ile övüneni hiç haz etmez.
-Eleştirilmekten nefret eder ama eleştirmekten bir türlü vaz geçmez.
-Dedikodu yapanı sevmez örneğin, ama her ortamda dedikodu yapmak hoşuna gider.
-Gerçeklerin yüzüne söylenilmesini ister her ortamda ama kimsenin yüzüne bir şey söyleyemez.
-Kendi işiyle ilgili olur olmaz konuşulmasından nefret eder ama başkasının işiyle ilgili olur olmaz konuşmaya bayılır.
-Gece herhangi bir mekânda sanatçıya şampanya patlatmaktan acayip keyif alır ama bunu yapan başkaları için pek de iyi şeyler düşünmez.
-Yeni aldığı arabasının her yerde konuşulmasını ister ama başkasının aldığı arabanın konuşulmasına tahammül bile edemez.
-Aile yaşantısı ile ilgili çıkan söylentileri Allaha havale eder ama başkasının aile hayatı ile ilgili söylentilerin dibine vurur.
-İstanbul'da aldığı evin her ortamda konuşulmasından keyif duyar ama başkasının aldığı ev konuşulurken burun kıvırır.
-Gittiği tatilin kulaktan kulağa yayılmasını ister ama başkasının yaptığı tatili bilmiyormuş gibi davranır.
Yukarıda saydığımız örnekleri, Eskişehirliler adına daha da çoğaltmak mümkün.
Zira...
İster kızın, isterse eleştirin Eskişehirliler olarak böylesine bir zafiyetimiz var.
Nedense, kendimiz için hak gördüğümüz ne kadar davranış varsa, aynı davranış ve düşünceleri başkası için mubah sayıyoruz.
Ya da...
Başkasında onaylamadığımız her türlü düşünce ve davranışı, bizzat kendimiz yapıyoruz.
Bu büyük bir zafiyet.
Bu ciddi bir hastalık...
Ve ne yazık ki, bu zafiyet ve hastalık bizim çoğu zaman samimiyetsizliğimizi ortaya koyuyor.
Hâlbuki bu hastalık ve zafiyetten kurtulmak çok kolay.
Biraz empatiye bakıyor iş.
Başkasının yaptığını eleştiriyorsan, aynısını yapmayacaksın.
Ya da...
Sen bir şey yapıyorsan, aynısını yapana ses çıkartmayacaksın.
Bu kadar basit ama...
Biz bu basit tedavi yöntemini bile bu şehirde yaşayanlar olarak bir türlü uygulayamıyoruz iyi mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi