ŞURA VE BİAT /OY VERMEK DEMOKRASİDİR-2

Geçen hafta, Bakara-104 ve Mümtehine-12 nci ayetler ile, idarecilerin kendilerini seçen halka mutlaka danışmaları yanında, yanlış yapan idarecilere de karşı çıkılmasının da Kur'an emri olarak istendiğine değinmiştim.
Yine kim olursa olsun, yeterli bir denetleme olmadığı takdirde, bir idarecinin bir süre sonra diktatörce davranışlar olan baskı, sindirme yoluna sapacağına Zuhruf-54 ncü ayette dikkat çekilmiştir (Zuhruf-54. Böylece Firavun bu sözleri ile, halkını yanıltmış ve sindirmiş, halkı da ona uymuştu. Gerçekte onlar doğru yoldan sapmış bir topluluktu ki ona uydular). Görüldüğü gibi, ayette yanlış yola sapmış toplumların idarecilerinin diktatörlüğe yöneleceği, çünkü özellikle toplum ileri gelenlerinin akıllarını ve eleştirel yaklaşımlarını kullanmayıp, ona karşı çıkmayıp uydukları üzerinde durulmaktadır.
Geçen hafta değindiğim Bakara-104 ncü ayete göre Allah, halkın seçtiği yöneticinin halkın görüşü ve sesine önem vermemeye başlamasını ve keyfi kararlar almasını, elem verici bir azap ile cezalandıracağını belirtmektedir ki, bu ilahî uyarının her ülkenin idarecileri tarafından önemsenmesi gerekmektedir. Bu duruma göre Kur'an açıkça demokratik idareyi vurgulamaktadır.
Gerçek demokrasilerde, idareci diye seçilen hükümet, halka hizmet eden devlet kurumlarının doğru çalışmalarını sağlamak içindir, halka hükmetmek için değil. Çünkü demokraside, gerek idareciler tarafından, gerekse diğer kişilerce, başkalarını rahatsız etmemek şartıyla hür yaşamak ve inanç özgürlüğü vardır. Buna göre de devlet, Al-i İmran-7 nci ayette tanımlanan ve zaman ve zemine göre değişken özellikli olan müteşabih mesajlara ve bunların yorumlarını yasa olarak koyup, bütün toplumu bunlara uymaya zorlayamaz. Ancak bütün bu yorumlara aynı mesafede kalır, dinin yozlaştırılmasını, din ile aldatmaları, dinin istismar edilmesini, aşırılıkları, gruplaşan grupların zorlamalarını engelleyici önlemler alır ve bu çerçevede yasalar hazırlar. Ve İslâm dini, böylece oluşturulacak özgür, sorgulayıcı, eleştirel akıllı, güvenli ve adil bir ortamda yükselir diye düşünüyorum. Benim Kur'an'dan anladığım Laiklik de budur. Bakara-104 ncü ayettekine benzer vurgu, Nisa-46'da da yapılmaktadır (Nisa-46. Bunlardan özellikle kitaplardaki gerçekleri değiştiren veya gizleyenler (ulemalar), Seninle karşılaştıklarında "Senin söylediklerini duyduk, fakat önemsemiyor ve duymamış gibi yapıyoruz" deyip dinle ilgili bildirdiklerinle alay ettikleri gibi, "oldu olacak gel de bizi sürü gibi güt /raina" diyerek Seninle alay da ediyorlar. Halbuki onlar saygılı bir dille Sana "Senin bildirdiklerini duyduk ve kabul ediyoruz" ve "unzurna" "İdarecimiz olarak bizi dinleyip görüşlerimizi de alarak ve bize danışarak bizi yönet" deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu).
Hz. Muhammed, şu sözü ile idareci ve toplum ileri gelenlerinin önemine değinmiştir; "İmamlarınız müstakim (doğru yolda) olduğu müddetçe bakisiniz." "İmamlar ne demek?" "Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler, halk da onlara itaat eder?" "Evet!" "İşte onlar imamlardır-Kütubu sitte-5914"
Kur'an'ın önermiş olduğu ve kula kulluğu kaldırıp, yerine sadece Allah'a kulluğu isteyen bu demokrasi prensibi, Hz. Muhammed'in vefatından sonraki halifelik döneminden başlamak üzere rafa kaldırılmaya başlanmış ve oluşmuş olan yeni devletin idareci ekibini biattan /oy vererek seçmekten ziyade, güçlü olana dönüştürülerek çiğnenmeğe yönelmiştir. Emeviler ve Abbasiler tarafından da hanedanlık krallığına ve din temelli idareye dönüştürülmüş halde devam ettirilmiştir.
Şura-38 nci ayette bulunan "Onlar işlerini şura prensibi gereği aralarında danışarak /tartışarak çözerler" cümlesi, Kurtuluş savaşı sırasında kurulan 1 nci TBMM'de Başkanlık kürsüsünün arkasında yazılıydı. Çünkü Atatürk, Kur'an'a ve Kur'an'daki Gerçek İslâm'ın ne olduğunu çok iyi bilen gerçek bir dindardı. Örneğin Atatürk'e, "yeryüzünde en hayran olduğun insan kimdir" diye sorulduğunda "Şüphesiz ki Hz. Muhammed'dir" diye cevap vermişti. Yine "Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslüman ile mahşer gibi bir kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır." diyerek de hayranlığını ifade etmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşından sonraki Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurma aşamaları ve Cumhurbaşkanlığı döneminden başlamak üzere Hz. Muhammed'in bu ekiplere danışma prensibini eksiksiz uygulamış ve akşamları Çankaya'da o gün tartışılacak bir devlet veya yenilik konusuna uygun uzman kişilerin davet edildiği yemekli toplantılar düzenlemeyi alışkanlık şeklinde çok sık yapmıştır. Buradan edindiği görüşleri, kendi görüşleri ile harmanlayıp, daha sonra da TBMM'inde de tartışmaya açtırmıştır.
Kişi veya bir grubun aşırı ve denetlemesiz, sadece yetkisine dayanan bir idare şeklinde (padişahlık, dini veya kanaate dayanan hükümler verilen başkanlık) diğer kişilerin tek amacı olur, o da bu kişi veya gruba yaranmak çabası. Bu yaranma çabası içinde olmak, beraberinde kişilerin özgür iradeleri ile ve herhangi bir baskı hissetmeksizin karar vermeyi, işini severek yapmayı, yaptığı işten zevk alma ve gurur duymayı engeller. İdarecinin etrafındaki kişiler ve halk, tek yetkili kişi veya gruba yaranmak uğruna aldatma ve göz boyamayı kendine prensip edinir. Zamanla kişiler düşünmeyen, bir görüşü tartışamayan, otoritenin her dediğini mutlak sayıp olduğu gibi kabul eden (Kur'an'ın açıkladığı gibi davarlaşmış) bir konuma gelirler. Çünkü otoritenin görüşlerine karşı gelmek yasaktır veya günahtır, belki de kurum veya vatan hainliğidir. Bu bireylerde eleştirel akıl ve sorumluluk olmayacağından öğrenme, bir şeyler üretme, yapıcılık ve hem kendine, hem de topluma yararlılık uğraşları canlı ve yeterli olmaz.
NOT-1: Ayrıntılı bilgiyi NÖVAK Vakfının "SON DAVET KUR'AN (Kısa tefsirli tercüme)" ve "İSLM'IN ŞARTI SADECE 5 DEĞİL" kitaplarında bulabilirsiniz.
NOT-2: 3 Haziran 2015 Çarşamba günü saat 17-30-19.00 da Özdilek Sanat Merkezinde Halka açık "KUR'AN SOHBETLERİ"nde buluşmak ümidi ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gazi Özdemir Arşivi