
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)
TERÖR ÖRGÜTLERİ TAŞERONDUR
Batı ülkelerindeki insanlar, çeyrek arayla gelen iki büyük savaştan gözleri korktu. Bu korku içinde, paktlar ve İttifaklar oluşturuldu. Siyasetçiler, "Barış" kavramını söylemlerinden düşürmediler. Hatta savaş yapmamak üzere yemin ettiler. Bu durum, politikacıların elini kolunu bağladı.
Batı ülkeleri, savaşın yerini alabilecek, dünyaya yönelik politika, strateji ve senaryolarını yürütebilecekleri, özellikle de dünyadaki çıkarlarını koruyabilecekleri, şiddete yönelik bir arayış içine girdiler. Sonuçta da "TERÖR" denen belayı buldular. Böylece dünyada, savaşların yerini de terör aldı. Sonuç da dünyadaki terör örgütleri, taşeronluk görevi üstlendi.
Ayrıca günümüzde, haklı savaş-haksız savaş ayrımı yerine, haklı terör-haksız terör ayrımı yapılıyor. Onlarca kan döken terörist, bakıyorsunuz bir gün, uluslararası konjonktürde, ya da uygun düştüğü bölgede, dengeler öyle gerektirdiğinde, ya da büyük devletlerin işine geldiğinde, "HAKLI TERÖRİST" ilan edilip, hükümet başkanlarınca kabul ediliyor. Ne yazık ki, buna da "Siyasi çözüm " diyorlar. Oysa bu tablo insanlığın yüzkarasıdır.
Aslında terörle mücadele konusu, her ülke için bir millî meseledir, bir devlet meselesidir, tüm siyasi parti ve kurumların ortak duruş sergilemesi gereken bir meseledir. Terörle mücadele kesinlikle bir siyasi polemik veya siyasi rant sağlama meselesi değildir. Terör bugün partileri ve hükümetleri aşan devasa, çok yönlü, çok boyutlu bir sorun hâline gelmiştir. Bu açıdan, daha fazla gecikmeden Türkiye, bir millî terör stratejisi oluşturulması, isabetli olacaktır.
Terör konusunun, askerî, siyasi, ekonomik, sosyal ve diplomatik boyutlarının ele alınarak tartışılması ve terörle etkin bir mücadele politikasının oluşturulması, yaşamsal bir önem kazanmıştır Ancak Türkiye'nin, tehdit algılamasının çok iyi anlaşılması gerekmektedir.
Türkiye'nin, bugün karşılaştığı tehdidin birbiriyle iç içe geçmiş dört boyutu mevcuttur ve bu niteliğiyle ülkemiz için yaşamsal bir tehlike arz etmektedir.
İlki Kuzey Irak yerel yönetimi tarafından Türkiye'ye karşı bir piyon olarak kullanılan PKK unsurları oluşturuyor. Bu bağlamda Amerika, PKK'ya ve onun İran'ı hedef alan yan kolu niteliğindeki PJAK' a, bölgesel planlarında elinden çıkartmak istemeyeceği etkili kartlar olarak bakıyor.
İkinci boyutunu ise ülkemizi bölmeye yönelik siyasi bir projenin gerçekleştirilmesini hedef alan PKK'nın, Türkiye'de konuşlanmış unsurları ve onun siyasi uzantısı oluşturuyor. Esas hedef ise bağımsız bir Kürt devleti kurmak, sonra da büyük Kürdistan projesinin ilk aşamasını gerçekleştirmektir.
Barzani, PKK'yı, bağımsızlık ilanında ve Kerkük'ün ilhakında, Türkiye'ye karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanmak amacıyla, silahlı bir güç olarak elinin altında tutuyor. Esas tehlike ise, Amerika'nın tutumundan kaynaklanıyor. Şu bir gerçek ki Amerika'nın, Irak'a müdahalesinin askerî ve siyasi açılardan tam bir fiyaskoya dönüştü. Nitekim geçen yıl Backer ve Hamilton ikilisine hazırlattırılan ve çoğu zaman "akil adamlar raporu" diye anılan "Irak Çalışma Grubu Raporu" da, esasen şu sonuca varmıştı: "Irak'ta, öylesine felaket bir altyapı oluşturulmuştur ki, bu koşullarda bir askerî zafer imkânsızdır."
ABD ve AB ülkelerine rağmen, kararlı bir siyasi irade, hedefleri iyi saptanmış bir strateji, bu stratejiyi uygulayabilecek bir askerî güç yapılanmasının hazır olması, bütün bu hususların, muhatap ve mihraklar tarafından tam anlamıyla bilinmesi ve anlaşılması, terörün üstesinden gelecektir. Ancak bugüne kadar, ne AKP iktidarında, ne de muhalefette bu tabloyu gerçekleştirecek bir gayret ve caba var. Ayrıca PKK ile ilgili gelişmelerde, sorumluluk Türkiye'deki siyasi iktidarlarındır. Çünkü Türkiye' nin, PKK' ya karşı sürekli, kalıcı ve sonuç alıcı politikaları olmadığı gibi, uygulamaya aldığı müeyyideler de hayata geçirilmedi. Sonuçta da Türkiye, uluslararası alanda inandırıcılığını yitirdi. Türkiye, aldığı karar ve müeyyideleri, mutlaka hayata geçirmeli, olaylar ve gelişmeler karşısında da kararlı duruş sergilemelidir. Büyük devlet olmanın gereği de bu değil midir?