
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)
Zor iş be gazetecilik!
Büyükerşen'in yaptığı iyi bir işe "İyi" deseniz, Hoca'nın adamı ve yalakası olursunuz bu şehirde.
Yaptığı yanlış bir işe "Kötü" demeniz halinde ise "Hoca düşmanı" ilan ederler.
Nabi Avcı, Dündar Ünlü, Harun Karacan, Emine Nur Günay ve diğer AKP'liliği tescillenmiş isimlerle ilgili olumlu bir yorum yapmaya görün...
Hemen birileri arayıp, kinaye içinde "Hayırdır! AKP'li mi oldun?" diye sorar.
Yukarıdaki isimlerle ilgili yaptığınız yorum olumsuzsa eğer, bu defa hakkınızda hemen "Zaten AKP düşmanı değil miydi?" hükmü kesilir.
Gaye Usluer,Utku Çakırözer,Cemal Yüksel,Sinan Özkar ve diğer CHP'li isimlere, yapmış ya da söylemiş olduğu bir sözden ötürü hak mı verdiniz?
Anında CHP'li kalem oluverirsiniz.
Aynı kişilerin yaptıklarını ve söylediklerini eleştirmeniz halinde ise.
Sizi iki dakika içinde "yandaş yazar" yapıverirler.
Ruhsar Demirel'i övdüğünüzde, parti içi mücadelenin tarafı yaparlar sizi.
Aynı Ruhsar Demirel'i eleştirdiğinizde, aynı insanların nazarında "MHP düşmanı" olursunuz.
Mesut Hoşcan'ı bir hareketinden dolayı kutladığınızda "O zaten Halil düşmanı" etiketini yapıştırırlar alnınızın tam ortasına.
Aynı Mesut Hoşcan'ı eleştirdiğinizde ise "Halilci" saflarında bulursunuz kendinizi.
Ahmet Ataç ve Kazım Kurt'un yaptığı işleri takdir etmeye kalkmayın sakın.
Bir anda "Onların adamı" statüsünü kazanırsınız.
Ataç ve Kurt'un yaptıklarını eleştirmeniz halinde ise, "Belediye düşmanı gazeteci" oluverirsiniz.
Yazdığınız yazının, yaptığınız yorumun doğruluğunu sorgulamaz kimse bu şehirde.
Önemli olan, yanlış bile olsa onunla aynı düşünüp düşünmediğinizdir.
Onunla aynı düşünce doğrultusunda yazarsanız "İyi" gazeteci, onunla farklı düşüncede yazarsanız "Kötü" gazetecisinizdir.
Bu yüzden...
İki gün içinde hem iyi hem de kötü gazeteci olabilirsiniz aynı kişinin nazarında.
Dahası...
Doğru yaptığında övdüğünüz adamı, yanlış yaptığında eleştirmeye görün.
O anda dünyayı başınıza yıkarlar.
-"Dün böyle demiyordun ama" ile başlayıp, "Bir içeri bir dışarı süpürüyor" la devam edip, "Hem kız evi hem de damat evinde oynuyor" la son bulan ağır eleştirilere maruz kalırsınız.
Kısacası...
Kimse yazdığınız yazının, yaptığınız yorumun doğruluğuna bakmaz bu şehirde.
Lafı geldiğinde herkes gazetecilerin tarafsız olması gerektiğini söyler de, tarafında olmayan gazeteciyi, doğruyu söylüyor olsa dahi, kimse kolay kolay haz etmez.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
CHP'nin yeni yönetimi görev bölümü yaptı mı acaba?
Cumhuriyet Halk Partisi'nde,7 Haziran seçimlerinin hemen sonrası il yönetimi grevden alındı.
Bunun yerine...
Önce geçici bir il yönetimi atandı.
Ardından da...
Yönetim için gerekli sayıda isimlerle yeni il yönetimi oluşturuldu.
Buraya kadar her şey normal.
Ancak...
Bundan sonrasında normal bulmadığımız bazı hususlar var.
Şöyle ki:
Küçücük bir dernek ya da oda'yı göz önüne alın.
Yönetim oluştuktan sonra ilk yapılan nedir?
Biz söyleyelim:
Yapılan iş, yeni yönetimin toplanıp, kendi arasında görev bölümü yapmasıdır.
CHP'de yeni yönetim içinde bu yapıldı mı bilemiyoruz.
Partinin il başkanı olarak Sinan Özkar'ı biliyoruz da, Partinin tüzük gereği yönetim içinden seçimle belirlenmesi zorunlu olan İl Sekreteri, İl Saymanı ve İl Eğitim Sekreteri'nin kim olduğunu da bilmiyoruz.
Bunun yanı sıra...
İl başkan yardımcılarının kim olduğunu da doğrusu bilemiyoruz.
Kısacası...
CHP'nin atanan yeni yönetiminin, görev bölümü için kendi arasında toplantı yapıp yapmadığını...
Yaptıysa, seçim yapıp yapmadığını...
Yaptıysa, İl ve eğitim sekreterliği ile saymanlığa kimlerin seçildiğini de bilmiyoruz.
Yeni atanan il yönetiminin toplu bir fotoğrafını, bugüne kadar medyada göremediğimiz için, doğrusu merak da ediyoruz.
Ya biz atladık tüm bu yazdıklarımızı.
Ya da yeni yönetim bu konuda bizi bilgilendirmedi.
Kim bilir?
Belki de yukarıda yazdıklarımızın hiçbiri bu güne kadar, tüzük hükümlerine rağmen yapılmadı.
Ne diyelim?
Belki bu konuda bilgilendiriliriz de, bizim gibi merak edenlere de faydamız dokunur...
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
29 Ekim için glsin...
Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam'dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve 'Bana şuraya bir saray yapın" diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral'ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
- Buyrun?
- Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
- Satmıyorum ki ne parası?
- Saçmalama Kral istedi.
- Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
Adamları gelip Kral'a diyorlar ki;
- Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
- Çağırın bakalım bana şu adamı.
Değirmenci gelip, Kral'ın karşısında duruyor. II. Frederick;
- Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
- Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
- Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
- Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya'nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
II. Frederick ayağa kalkıyor;
- Unutma ki ben Kralım!
Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
- Asıl sen unutma ki Berlin'de hakimler var!
Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. "Berlin'de hakimler var!"
- Potsdam'da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
- Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick diyor ki;
- Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.
Ve 31 Aralık 1917. Berlin'de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;
- Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O Mustafa Kemal Atatürk..
Sunay Akın.