Bilim, teknoloji ve gelişme

Masamızda duran bilgisayara ya da cebimizdeki akıllı telefona bakıp dünyanın eriştiği bilim ve teknoloji aşamasından memnun oluyoruz. Sinema filmlerini izlerken bu gelişmenin eriştiği boyutları biraz daha yakından izliyoruz. Fuarlarda veya bunlara ilişkin TV haberleri tüylerimizi ürpertecek biçimde olumlu veya olumsuz bizi etkiliyor. Kimi zaman bu bilimsel birikime, teknolojik deneyime kimin sahip olduğu, çoğu zaman bizim ancak ürünlerin ve hizmetlerin kullanıcısı olabildiğimiz gözden kaçıveriyor.

Eğer en hızlı ve gelişmiş otomobile sahip olan siz değilseniz, otomobil teknolojisinin geldiği üst düzey nokta konusunda fazla sevinmeniz biraz garip olur. Çünkü yüksek nitelikli otomobile sahip olan yarışta sizi geride bırakır gider. Bilimsel ve teknolojik gelişme de buna benziyor. Parasını verip teknolojinin en son ürününü alabiliyorum diyebilirsiniz. Bu durum, bilime ve teknolojiye hâkim olduğunuzu değil, sadece harcayacak çok fazla paranız olduğunu ya da sonuçta hayli borçlu kalacağınızı gösterir.

Bu, harika bir dünya… İnsanlık, bilim ve teknoloji alanında dev adımlar atıyor” dediğinizde, kendinize dönüp “Yahu; gelişmiş ekonomiler önemli işler yaparken ben ne yapıyorum?” diye sormanız gerekir. Çünkü bilim ve teknolojide gelişmiş dünya diye söyleyebileceğimiz bir gerçekten daha çok, bu gücü, gelişimi ve birikimi elinde tutan gelişmiş ülkeler var. Eğer bilimsel ve teknolojik gelişme için ülke olarak gerekli vizyona ve yapılanmaya sahip değilsek; “Gelişiyor” dediğimiz ‘şey’, bizi gerilerde bırakmaya aday olan ‘şeydir’.

Bilimsel ve teknolojik buluşlar, gelişmiş ülkeleri daha ilerilere götürürken, ekonomik gelişimini tamamlayamamış ülkelerin daha da geri kalmasına neden oluyor. Gelişmiş ekonomilerde bilime, teknolojiye, araştırma ve geliştirme ile yenilikçiliğe verilen değer, bu ülkelerin pek çok açıdan küresel gücü ellerinde tutmalarına neden oluyor. Geri kalmış olanlar ise ancak büyük bedeller ödeyerek bu gelişimin ürünlerini satın almak zorunda kalıyorlar. Gelişmişlerin geri kalmışlardan elde ettikleri artı değer ise yeni atılımlar için taze kaynak oluşturuyor. Bugün az gelişmiş ülkelerde zulmün arkasında, geri kalmışlığın bilim ve teknoloji alanında gerekli model ve söylemi oluşturamamış olması var.

Az gelişmiş ya da gelişmekte zorlanan ülkelerin en temel sorunlarından biri sermaye birikimi konusundaki zafiyetidir. Sermaye birikimi sağlanamayınca veya sağlansa bile bu birikim gerekli hedefler için uygun kanallara akıtılamadıkça, geri kalmışlık sarmalını aşmak mümkün görülmüyor. Büyük oranda ithalata dayalı ekonomik yapılanmalara dayalı küresel politikalar ile az gelişmişliği kıracak gerekli kalkınma sürecinin sağlanamayacağı her gün bir kez daha kanıtlanıyor.

Gelişmiş ülkelerin katma değer yarattıkları sektörlere baktığımızda; genelde bunların arkasında bilim, teknoloji, yenilikçilik ile araştırma ve geliştirme gibi unsurların varlığı dikkati çekiyor. Bugüne kadar fasoncu iş gücü, hammadde ve düşük teknoloji içeren malların ihracatı ile hiçbir ülkenin az gelişmişlik zincirlerini kıramadığını görüyoruz. Belli dönemlerde kısmi iyileşmeler sağlansa bile; ekonomik ve sosyal kalkınma, sürdürülebilirlik düzeyine erişemiyor.

Entelektüel bazı çevrelerde bilim ve teknolojik gelişimi alkışlamaya benzer bir diğer eğilim de küreselleşmenin yüceltilmesi olarak görülüyor. Hâlbuki küreselleşmenin sonuçlarının farklı ekonomik kalkınma düzeyindeki ülkelere farklı biçimlerde yansıdığını biliyoruz. Örneğin küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan küresel bütünleşme biçimleri, az gelişmiş ve geri kalmış ülkelerin dünya ekonomisi içindeki güç ve etkinliğini giderek azaltıyor. Bu durum, bir başka boyutta siyasal ve askersel alandaki güç ve etki kayıpları olarak yansıyor. Küreselleşmenin net ve objektif etkilerinden birinin gelişmişler ve geride kalmışlar arasındaki uçurumun büyümesi olduğunu görmek gerekir.

Küreselleşme süreci, bir yönüyle gelişmiş ülkelerin taleplerinin her an daha fazla küresel bir nitelik almasına neden oluyor. Küreselleşme ile sınırlar belirsizleşirken, gelişmiş devletler başka ülkelerin sınırları içinde kalan her türden kaynak için daha fazla talepte bulunmaya başladılar. Örneğin Ortadoğu’nun petrol ve benzeri kaynakları üzerinde gözlediğimiz saldırgan ve sömürgen emeller bu olgunun örneklerinin başında geliyor. Benzeri uygulamaları Afrika’da da giderek daha sık ve yoğun biçimde izliyoruz.

Küresel politikaların hedefi, az gelişmiş, gelişmekte zorlanan ve/veya istikrara ulaşamamış ülkelerin dışarıdan daha fazla küresel kaynak sağlamaları gibi görünüyor ya da gösteriliyor. Hâlbuki bu politikaların uygulamasına finans sektörü ve dış ticaret açısından baktığımızda; az gelişmişlerden gelişmişlere doğru giden kaynak akışının, gelenden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Özetle; bugün gelişmişlerin geri kalmışlardan beslenmesinin sadece farklı bir görünümünü yaşıyoruz. Çözüm şansı ve fırsatları var mı? Ne yazık ki; ülkenin bilim ve teknoloji alanındaki durumuna bakarak buna olumlu bir cevap vermek kolay değil…

Bilim ve teknolojinin ufku açısından olumlu cevaplar vermeye çalışabilmek için kamudan özel sektöre, yerel yönetimlerden sivil topluma, eğitim-öğretim kuruluşlarından vatandaşlara kadar özümsenmiş bir vizyon ve yönlenmenin oluşması gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi