Gürcan Banger
Anlamadan Kapıyı Kapatmak
Geleneksel yaşamda pencere iletişimin en önemli araçlarından biridir. Bakkalla, komşuyla ya da sokaktan geçen satıcıyla iletişim için pencere açılır ve kullanılır. Bazen aceleci duygularımız, önyargılarımız veya yaşanmış deneyimlerden edindiğimiz korumacı tarzımız tuhaf davranışlara neden olabiliyor. Anlamakta zorlandığımız bir konuyu bu saydığım tutum ve davranış tarzının bir sonucu olarak olumsuzlukla yorumluyoruz. Bir arkadaşımız ya da yakınımızın söylediği bir sözü, yazdığı bir cümleyi ya da yaptığı bir eylemi anlamlandıramadığımızda sormak yerine aceleyle kapıyı iletişim penceresini tercih ediyoruz. Önyargılardan endişelerimizi haykırıp pencereyi iletişime kapatmak daha da ilginç bir davranış olabiliyor.
Yeşilçam Sinemasında filmde başrolü oynayan kadına “kız”, erkeğe ise “has oğlan” adı verilir. Bu sinemanın alışılmış kurmacalarından biri şöyledir: Has oğlan, odaya hızla girer ve ümit bağladığı kızı beklemediği bir durumda görür. Ama ilk bakışta algılanan durum gerçeği ifade etmemektedir. Kız, yanlış bir davranışta bulunmamıştır. Gördüklerinden dolayı sinirlenen has oğlan, hışımla odadan çıkar, gider. Kızla tekrar iletişim kurmayan has oğlan, kendi hatasını anladığı an olan filmin sonuna kadar da kızı af etmez. Pek çok Yeşilçam filmindeki senaryonun gerilim yükseltip olaylar örgüsüne yol açan kurmacası böyle başlar. Burada kız ve has oğlandan söz ediyorum ama bu kişilerin yerine polis ile gerçekte masum olan şüpheliyi, birbirini yanlış anlayan iki arkadaşı da koyabilirsiniz. Önemli olan, karşıdakine cevap hakkı vermeden önyargıyla karar verme yaklaşımıdır.
Bu tanıdık kurmacada görünenleri kısaca gözden geçirelim. Önce çok kısa süreli izleme, aceleyle karar verme ve ardından ortamı hızla terk etme şeklinde oluşan bu sahnede öncelikle önyargı var. Her an kötü bir durumla karşılaşılabileceğimiz ihtimaline olan inancımız var. Bu kurmacada olaylar ve ilişkiler güvensizlikten kaynak buluyor. Bu örnek sahnede de kişinin çok yakını veya tanışı olan ve o ana kadar hiçbir olumsuzluğuna tanık olunmamış insana karşı bile bir güvensizlik duygusunun olabilirliği ifade ediliyor.
Yaşama dönüp baktığımızda; aldatılabilir olduğumuz veya çevremizin her an bizi yanıltmaya hazır olduğu gibi düşüncenin gerçek yaşamımızda da bizi yönetmediğini kim söyleyebilir? Böyle bir düşüncenin düşünsel ve duygusal kişiliğimize kodlanmış olması, yaşama önyargılarla yaklaşmamıza neden olmuyor mu? Güvenmediklerimiz arasında –karşı cinsten bireyler bir yana– bizden farklı etnik, kültürel veya dinsel kimliklere sahip insanlar ve gruplar da var. Filan kökenlileri dalavereci, feşmekân kültüre sahip olanları hırsız ya da şu bölgede yaşayanları düşman olarak kabul etmiyor muyuz?
Eğer bir toplum, ülkemizde olduğu gibi yüksek oranda homojen olmayan sosyal, kültürel ve etnik unsurlar içeriyorsa iletişimin değeri daha da yüksektir. Toplumu oluşturan farklı grupların, sosyal olarak bir sürdürülebilirlik yaratmaları ve barış içinde bir arada yaşayabilmeleri ancak yoğun ve verimli bir iletişim ortamı yaratmaları ile mümkündür. İletişimden kaçındığımız durumda yaptığımız hatayı ancak filmin sonunda ve iş işten geçtikten sonra anlayabiliriz.
Bugün toplumumuzun yaşadığı sorunları gözden geçirdiğimizde; tümünün yapısal olarak önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik sorunlarını içerdiğini görürüz. Yaşanan problemlerin bugünkü yüksek hacimli ve ivmeli konumuna gelmesinde; önyargı, güvensizlik ve iletişimsizlik senaryolarında pek çoğumuz pencereyi kapatan ya da kapıyı vurup çıkan has oğlanı oynuyoruz. Dileyelim; korkuyu ve önyargıyı haykırmadan, aceleyle kapıyı vurmadan “Acaba bir hatalı iletişim mi var? Var ise düzeltilebilir mi?” diyebileceğimiz vesile, sabır, saygı ve hoşgörü çok olsun.